MEDİNE DİNÇER
Çocukların gerçek dünyasından masala geçişleri; annelerinin seslenmesiyle, hadi çocuklar içeri girelim geç oldu, yatma vakti geldi uyarısı ile başladı, çocuklar koştur koştur içeri girerek yataklarında istiklal marşı dinler gibi hazır ol vaziyetine geçip ,büyük bir heyecanla annelerini beklemeye koyuldu. Anlatacağı o doyumsuz masalları dinlemek için sabırsızlıkla bekleyen üç kız çocuğunu; her zaman ki gibi köyün ortasında, oynan o, heyecanlı oyunu yani “kurt kurt’’ oyunun bırakıp eve girmelerine tek sebep bu olurdu.
O masallarla, hiç bilmedikleri, hiç görmedikleri yaşamları, heyecanla öğrenme fırsatı yakalarlardı.
Oysa bu üç kız çocuğu bırakın uzak ülkeleri görmek, henüz köyün dışına bile çıkmamışlardır. Ama olsun, onların öyle bir anneleri vardı ki hiç okuma yazma bilmediği halde, onlara öyle bir dünya anlatırdı ki onlar o dünyayı görmeseler de görmüş kadar büyük bir mutlulukla annelerini dinler ve hayal kurarlardı. Hayatlarında tanımadıkları insanları ve o ilişkileri merakla dinler köyün dışına çıkarlardı.
Köydeki bütün çocuklardan farklıydılar çünkü onların masalları vardı. Onların zengin bir dünyası vardı artık. Onlar köydeki çocuklarla oynarken birikimlerini aktarırlardı. Oyuna hep 1-0 önde başlarlardı. Oyunları hep onlar kurardı çünkü bilgi onlardaydı. O kadar renkliydi ki dünyaları, onlar bile bu bilginin getirdiği, mutluluktan habersiz hayatlarını sürdürüyorlardı.
Bu tip çocuklar her yerde farklıdır, dışarda, evde çünkü onların masalları var! Hayalleri var!
Bir gün sınıfta öğretmen sorar:
Çocuklar en sevdiğiniz meyve nedir? O üç kız çocuklarından küçük olan cevap verir ’’muz’’ der.
Öğretmen şaşkınlıkla bakar. Dünyanın bir köşesinde, medeniyetten uzak henüz evin içinde elektrik ve suyun bile olmadığı, her şeyden habersiz bu yaşam yerinde, bu toprak evlerde yaşayan insanlar için, muz ne alaka der gibi. Çocuk sadece resmini gördüğünü ve yemiş kadar olduğunu anlatınca, öğretmen dayanamaz “nasıl yani” diye sorar. Çocuk da hayal kurarsam bir gün mutlaka yerim çünkü annem öyle demişti’’ der.
Öğretmen gülerek devam etti. “Evet çocuklar arkadaşınız çok haklı, hayal edebilirseniz yiyebiliriniz.” dedi.
“Öğretmenim ben geçen yıl çok hastalandım. Kışın canım çok yaş üzüm istedi. Ablam da yaş üzümü bulamayınca kuru üzümü haşladı ve o üzümleri bir ağacın dalına taktı ben de yaş üzüm olarak yedim.” diye bir anısını daha anlattı.
Tüm Dünyaya ders verdiğinin farkında olmadan!
Eski 23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramlarının kutlama anlarına gidelim.
Bizim için ne kadar anlamlıydı. Öyle değil miydi? Hatırlasanıza Dünyanın her bir yanında çocuk akın ederdi. Ülkemize. Çocuklarımız kendilerine armağan edilen bu bayramın heyecanını, farklı yerlerden gelen, farklı kültürden çocuklarla kutlayacaklar diye nasıl heyecanlanır hazırlık yapardık.
Çocuklarımızın heyecanını biz de yaşardık. Ya o 23 Nisan’da oynanan çuval giyme yarışlar ya da yumurta yarışları, gerçekten şimdi bile yazarken eğleniyorum.
İşte böyleydi bizim çocukluğumuz. Elbette ki hayallerin en çok kurulduğu ve yaratıcılıkların en çok yaşandığı çocukluk dönemi. Özlemle anımsarken ve şimdi ki yaşamımla köprü kurarken şunu fark ettim:
Hayatınız da ne kadar fırtına yaşarsanız yaşayın, eğer çocukluğunuzda mutlu olduysanız hepsi vız gelir.
Hani derler ya temel sağlam olursa bu bina yıkılmaz diye aynen öyle. O yüzden değerli okurlarım şu yoğun tempodan, biraz da olsa mola verip, çocuklara mutlaka zaman ayıralım, mutlaka onları masalsız bırakmayalım, onları hayalsiz bırakmayalım.