Bütün gözler Ukrayna ve Ortadoğu’dayken, emperyalistler arasındaki en büyük kapışma Afrika kıtasında oluyor. Yüzyıllarca Avrupalı sömürgecilerin elinden çekmediği kalmayan, köleleştirilen, sömürülen, aşağılanan Afrika halklarının çilesi kapitalizmin bu en “modern” çağında da son bulmuş değil. Afrika halkları, sömürge olmaktan kurtulmanın kapitalist sömürüden ve emperyalizmden kurtulmaya yetmediğini yaşayarak öğreniyorlar. Afrika’nın ezilen ve sömürülen emekçileri, bir yandan yerli egemenlerin diğer yandan da kıtadan elini hiç çekmeyen emperyalist güçlerin kıskacı altında inliyorlar. Yaşlı kıta milenyum çağıyla birlikte başta Çin ve ABD olmak üzere emperyalist güçler arasındaki kapışmanın alanına dönüşmüş durumda. Gelişmelere baktığımızda, aslında Çin’i engelleme stratejileri açısından en önemli platform da Afrika olacak gibi görünüyor.
Afrika’da 1940’lardan bu yana görülmemiş bir şiddet dalgası yaşanıyor. Libya’nın, 2011’de NATO’nun müdahalesiyle çökmesinden sonra Sahel bölgesinde cihatçı grupların istikrarsızlaştırıcı eylemleri, dış müdahaleler için gerekçe yarattı. Rusya’nın Mali ve Orta Afrika Cumhuriyetine paralı asker göndermesi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’nin Sudan’daki taraflara silah sağlaması yerel çatışmaların ateşine benzin döktü. Kuzey Nijerya, Somali, Doğu Kongo, Etiyopya ve Sudan’daki çatışmalara ek olarak Sahel bölgesi, El Kaide, İŞİD gibi cihatçı grupların savaş alanına dönüştü.
Çeşitli ülkelerin kıta üzerindeki rekabeti, özellikle SSCB dağıldıktan ve Afrika’daki sol/sosyalist iktidarların birer birer ömrünün tükenmesinden sonra giderek hız kazandı. Günümüzde rekabetin en yoğun hissedildiği bölge haline gelen Afrika kıtasında, emperyalist ülkelerin paylaşım savaşı son sürat devam ediyor. Çin’in kıtadaki nüfuz alanı her geçen gün artarken ABD ve Batılı ülkeler ise Çin’in nüfuzunu kırmak için yeni stratejiler peşinde. Afrika’daki krizlerin temelinde, geçmişin sömürgecilik mirası olduğu kadar günümüzde, ABD, Çin ve Rusya gibi emperyalist güçler arasında kaynaklar ve ticaret yolları üzerine derinleşmekte olan rekabet yatıyor. Çünkü Afrika, jeopolitik açıdan 1,4 milyar nüfusu, stratejik girdiler, kıymetli mineraller açısından zenginliği, sermaye ve mal ihraç edilebilecek, kaynak çıkarılabilecek özelliği olan bir kıta.
20.yüzyılın en önemli enerji kaynağı olan fosil yakıtlar 21. yüzyılda yerini, teknolojinin ve yeşil enerjiye geçişin anahtarı olan lityum, kobalt ve nikel gibi nadir toprak elementlerine bıraktı. Bu elementler(NTE), yüksek teknoloji ve savunma sanayi açısından “21.YÜZYILIN PETROLÜ”. Dolayısıyla 21. yüzyılın güç mücadelesi bu nadir toprak elementleri üzerinden gerçekleşiyor. Nadir toprak elementlerine sahip olan küresel güçler, teknolojinin ve dünya ekonomisinin gidişatını belirlerken, bilhassa bu elementleri barındıran bölgelerin çok daha fazla savaşa ve kargaşaya sahne olacağını tahmin etmek zor değil. Zengin yeraltı kaynakları barındıran tüm Afrika ülkelerinde, dış güçler tarafından yaratılan ve fonlanan isyancı grupların ve diktatörlerin yol açtığı iç savaşlar nedeniyle halklar kendi zengin topraklarında fakir ve yoksul duruma düşüyor. Batı’nın diplomatik, askeri hamleleri Afrika ülkelerini büyük güçlerin politik oyunlarının piyonlarına dönüştürüyor, yeni sömürgecilik süreci daha da belirginleşiyor.
Son yıllarda uluslararası düzlemde yükselen bir güç olarak, Batılı emperyalistlerin kıtadan ayrılmasını fırsat bilen Çin, Afrika’nın büyük bölümüne yerleşerek varlığını güçlendirdi. Afrika ülkelerinde en önemli ortaklardan, sömürgecilerden biri haline geldi. Çin Afrika ilişkileri Mao Zedung zamanında başladı. Pekin’in Afrikalı ülkelere kendisini kanıtlaması sömürgeci bir geçmişi olmaması nedeniyle zor olmadı. Bugün Çin, nadir toprak metallerinin üretim ve tedarikinin yüzde 70’ini kontrol ediyor. Bu madenlerin büyük çoğunluğunu Afrika’daki maden ocaklarından temin ediyor. 21. yüzyılın en kıymetli, en kritik metalleri Çin’in tekelinde. Geçmişi temiz olan Çin, Kuşak ve Yol Girişim (BRI) aracılığıyla Afrika’da, mali kaynaklarını kullanıp enerji kompleksleri, yollar, barajlar, limanlar, havaalanları yaparak, sağlık, eğitim alanlarında yardımlar dağıtarak seçkinlerin, halkın sevgisini kazanıp etki alanını genişletiyor. Çin devletinin son on yıldaki yatırımlarının 50 ülkede 1700 proje ile 75 milyar doları geçtiği tahmin ediliyor.
Yoksun olduğu nadir toprak elementlerine şiddetle ihtiyaç duyan ABD ve Batı, Çin’in Afrika’daki etkisini Batı’yı dışlayarak artırması nedeniyle giderek artan oranda kaygılanıyor. Çin’e göre önemli dezavantajları var. ABD ve Batı aynı mali kaynaklara sahip değil. Ayrıca Afrika’da büyük korku ve nefret yaratan, köleci emperyalist geçmişinin de yükünü taşıyor. ABD bölgeye ancak terörizmle mücadele bahanesiyle askeri yöntemlerle, şiddet yoluyla giriyor. ABD, ”Adaleli yumuşak güç” politikası bağlamında Afrika’da 54 ülkenin çoğunda “terörizme” karşı eylemler gerçekleştiriyor. Ayrıca ABD ve Batı’lı ülkeler Çin’e alternatif oluşturmak için LABİTO KORİDORU denen bir projeyi devreye soktular. Proje kapsamında Kongo Demokratik Cumhuriyeti ile Angola’yı birbirine bağlayan Benguela Demiryolu’nun yenilenmesi ve Zambiya’nın kuzey şehri Chingolo’dan inşa edilecek yeni demiryolu hattının Benguela demiryoluna bağlanması amaçlanıyor. Böylece KDC VE Zambiya’nın zengin madenleri hızlı ve güvenli şekilde Angola’ya taşınacak. Angola’nın Labito limanından yola çıkan madenler de Atlas Okyanusu üzerinden pazara sürülecek. 2028 yılında faaliyete geçmesi planlanan koridorla, Çin’in Kuşak-Yol projesine karşı alternatif bir güzergah oluşturmak amaçlanıyor.
Afrika kıtasında devam eden ve gelecekte ABD-Çin arasında sıcak çatışmalara da yol açabilecek emperyalist paylaşım kapışmasının Afrikalı halklara neye mal olduğu herkesin malumudur. Yeraltı kaynaklarının, özellikle de kıymetli toprak elementlerinin paylaşım kavgası kıtadaki siyasi istikrarsızlığı daha da pekiştiriyor. Ülkelerin çoğu zengin kaynaklara sahip olmalarına karşın, mevcut otoriter rejimler elde ettikleri gelirleri silahlanmaya ve iktidarlarını korumaya harcıyorlar. Mevcut konjonktürde Afrika’nın ekonomik-siyasal-toplumsal sorunları adeta birbirini besleyen sarmal haline geldi ve paylaşım kapışmasının gittikçe kızıştığı günümüzde bu tablonun değişmesi oldukça zordur. Bu kısır döngüyü kıracak olan tek çıkış yolu sınıf partisi öncülüğünde Afrikalı işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olacaktır.
AFRİKA, YARININ SAVAŞLARININ BUGÜNÜDÜR.






