Neboş90+
Daha kitabı okuyamadım. Kitabın çıkacağını duyunca, heyecanla, çıkıp gelecek gibi yolları gözlüyorum. Kitap çıktı haberini alınca hemen istekte bulundum. İlk defa ben okurum diye beklerken, Korkut Akın okumuş, Sonhaber’de değerlendirmesini okudum. Heyecanım arttı, kalp atışlarım hızlandı. Yorumu güzel. Büyük güce, yandan gelen azımsanmayacak kadar güçlü bir destek bu. Kitabın güzelliği çarşambadan belirlenmiş, okumak için ayaktayım, sabırsızlanıyorum… Okuma arzum, heyecanım arttı. Derken, Yiğit Bener ile yapılan bir röportajı dinledim sosyal medya aracılığıyla. Ben heyecanlıyım, ama kitabın ortak yazarı benden daha çok sevinçli bir heyecan taşıyor. Tanınan, ünü dağları aşmış bir çevirmen ve aileden yazar Yiğit Bener böyle heyecanlandığına göre… Benim heyecanım az bile.
Selahattin Demirtaş benim için ulaşılmaz kişi, Yiğit Bener de öyle… Yiğit Bener ile Selahattin Demirtaş, birbirleriyle yakından tanışmamış olmalarına rağmen, avukatların ve yayınevinin çabasıyla birlikte görüş alışverişiyle kitap yazmaya kadar götürmüşler işi… Büyük bir özveri, büyük bir çaba, büyük bir kazanım.
Selahattin Demirtaş ile yüz yüze gelmeden, uzaktan uzağa irtibatla bir kitap yazmak, Yiğit Bener’i bir çocuk gibi sevindirmiş. Röportajda, ses tonu, sözcükleri, konuşma biçimi hatta gözlerindeki ışıltı sevincini gizleyemeden yansıtıyor. Ben, dünya çapında olan Yaşar Kemal ile ilk tanıştığımda aynı duyguları yaşamıştım. Yiğit Bener’i anlıyorum, hem de çok.
Demirtaş için ulaşılmaz kişi diyorum, çünkü yıllardır haksız ve hadsiz yere içeride. Çünkü 6 milyon seçmenin bağrından çıkmış, kapkara gökyüzünü masmavi müjdelerle yaldızlayan ve ağızlarda tat bırakarak adını, kendisini dünyaya tanıtan biri, düşüncelerinden ötürü 8 yıldır hapiste rehin tutuluyor. Aynı hapishaneden tahliye edilen biri, “O çıktığı zaman bizi koridorlardan çıkarıyorlardı, değil konuşmak, görmek bile yasak” diye anlatmış, içimi acıtmıştı. Ama o daracık odasını bilgi ışığıyla aydınlatarak, ketılla tivitler atıp kitaplar yazdı, Cumhurbaşkanı adayı oldu, dışarı mesajlar yolladı. Besteler yaptı. Siyasetçi kimliğini, avukatlık mesleğini edebi kişiliği ile perçinledi. Adını artılarla zenginleştirdi. Bir diğer açıdan bakınca, iyinin de kötünün de, dostun da, düşmanın da sevgisini kazanan bir kişi doğal olarak ulaşılmazdır. Rehin alınması, tecrit edilmesi anlaşılabilir bir gerçek, çünkü dünya kurulalı beri halkın sevgisini kazanan aklı zenginlere muktedirler hep bedel ödetmişlerdir.
Ah ki ahhh! ne zaman böyle kişilerin yaşarken değerlerini bileceğiz.
Yüz Yüze Düetler…
Nihayet kitap elime geçti. Okudum bile. Eşyazarlı, ama tek kişi yazmış gibi akıcı, sürükleyici bir kitap, çabucak okudum. Farkına varmadan hemencecik bitiverdi; tadı hâlâ damağımda.
Toplantılarda konuşma konusu ile ilgili konuşmaya katılır konuyu zenginleştirirsin ya da ilgili soru sorulur verilen cevapla konu netleşir ve güzelleşir. Yüz yüze konuşuyor olunca da konu karışmaz.
Aşk iki kişiliktir, duygu alışverişidir. Gözlerle sever, sözlerinle sevdiğini perçinlersin.
Sıra gecelerinde sazlı sözlü atışmalar olur. Söylenen beyite karşılık, karşısındakinden gelir. Birbirini bastıracak atışmaları dinleyenler zevkten dört köşe… Bu atışmaları satranç oyununa da benzetirim, aynı zamanda zekâ gösterisidir de, bir sonraki adımı bilmek, ona göre hareket etmek.
Yeşilçam filmlerinde, keyifle izlediğimiz Adile Naşit’in tefli sazlı sözlü atışmalı hamam sefalarını sırası geldiğinde anlatırken bile güler eğleniriz.
Çocuk yüzünden çıkan mahalle kavgalarında iki taraf da bağırır kendini haklı çıkarmaya çalışır. Kimin sesi yüksekse o kazanacak hesabı, birbirlerinin seslerini bastırmaya çalışırlarken çocuklar barışmış oynamaya başlamışlardır bile. İki komşu efendice konuyu anlayıp anlatarak anlaşsalar ortalık böyle karışmaz.
Gelelim Arafta Düet Kitabına…
Yüz yüze olan düetler gibi, “Arafta Düet” de, birbirleriyle görüşemeyen iki yazarın kaleminden yazılan bir kitap (dünyada da ilk herhalde) olma özelliği yanında vicdan ve barış üzerinde de düşündüren bir roman.
“Kitabı okudum. Çok beğendim. İki karakter var, 12 Mart’tan 12 Eylül’e birbirleriyle karşıt düşüncelerle yaşayan. Ama aradan geçen yıllar onları da törpülemiş ve eski keskinlikleri kalmamış. Devlet için bırakın işkenceyi insan bile öldürmeyi görev bilen “General”, zaman içerisinde anlamış hatasını. Aynı şekilde öğrenciliğinden başlayarak devrimci olan, ama artık “yorgun demokrat” diyebileceğimiz Avukat Sinan, kendisinden geçtiğini bildiği için oğlunun rahatı için bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Sinan’ın oğlu Can Yücel, birlikte olduğu Kürt kızıyla (Berfin) birlikte babasının ve işkenceci generalin karşısına çıkar. Berfin, Kürt gerçeğini vurgular, devletçi general diyecek bir şey bulamaz. Sonunda gerçekten müthiş bir sürpriz var… Okuyunca etkisi sizi de saracak…
Eşyazarlar aralarında günümüzde yaşadıklarımızla ilgili bir tasarım konuşmuşlardır muhakkak. Ancak iki ayrı kişinin kaleme aldığı bu paralel öyküyü tek bir kalemden çıkmış gibi kurgulamak gerçekten maharet ister. Öyle her yazarın altından kalkabileceği bir şey değil. Bu güzel bağlantıyı, 85 milyonu birbirine sevgi bağıyla bağlayan benim oğlum, hepimizin oğlu Selo’m yapmıştır diye düşünüyorum. Çünkü kitap, birbirini tamamlar vaziyette akıcı ve anlatıcı bir dille yazılmış. Okuyanı alıp götürüyor nasıllara… nicelere… düşüncelere…