Sabaha karşı da olsa birazcık taze hava almanın kime ne zararı var ki?.. Alacakaranlığın tatlı yürek çarpıntılarını hissetmek, hayatın o ani iniş ve çıkışlarında umarsızca gezinmek başlı başına iç açıcıydı. Minicik bebeğini söylediği ninninin ritmine göre kucağında sallayan genç kadının açık pencereden taşan büyülü sesinde annemi anımsamak gözlerimi terletse de ıhlamur kokan gecenin bütün ihtimallere ardına kadar açık kalbinde dolaşmak ise, oldukça heyecan vericiydi.
Dün izlediğim filimden etkilenmiş olabilirim. Adam kadına ‘baharda çiçeklenen ıhlamur gibisin, yanından geçince yapraklar gibi ürperiyorum,‘ demişti de ben de bu tümce üzerine bir hayli düşünmüştüm.
Yanıma bir şişe viski alıp, alacakaranlığın ıssızlığında yürümeye başladım. Viski, gece içkisidir; yatıştırır, rahatlatır, düşlere daldırır, iniş ve çıkışın ritmik dengesini bulmamızı sağlar.
Canınız mı sıkıldı, aç mı kaldınız, yürek yarası mı yaşıyorsunuz, aldatıldınız mı, aldattınız mı, düş kırıklığına mı uğradınız, terk mi edildiniz, aşağılanıp sömürüldünüz mü, acıdan yüreğiniz mi sıkışıyor, mutluluktan uçuyor musunuz, kahkahalarınız yeri göğü mü deliyor?.. Gelin şöyle oturun, bir kadeh büyü için. Mutlaka kendinizden geçeceksiniz. Şişenin içindekinin kimyasal bir karışım olduğunun farkındayım ama kendimden geçmek, geçici bir ân bile olsa varlığımdan uzaklaştırmak istiyordum. Aslında gecenin sonundan hiçbir şey beklemiyor olsam da hayatın çok sesliliğinin, o dayanılmaz gizeminin, kapılarını aralamaktan hoşnuttum.
Alacakaranlığın döşeğinde düş görmeden uyuyanları uyandırmak nafile bir çaba olsa da gene de ısrarlı çabam bir karşılık doğurdu ve sonunda hayaller, uyuyanları değil ama beni uyandırmayı başardı; böylesi daha iyiydi.
Gözlerimin üstüne doğan ay, uzamsal ve zamansal çizgileri aşıp denizaltı bir senfoniye dönüşüyordu. Kalbim, kendi kendini yiyor, sonra da yokluğuyla besleniyordu. Hayata yakın mıydım, yoksa kendimi yakın olarak mı gösteriyordum?.. Aslında ikisinin arasında kocaman bir uçurum vardı. Tıpkı dünyanın başlangıcı ve sonundaki kara delik gibi.
-İyi sabahlar bayım, hâlâ yaşıyorsunuz, hayret!.. İntihar ettiğinizi düşünmüştüm. Bunları söylerken elimdeki şişeye bakıyordu.
Bir budala olduğunu düşündüm, çünkü şişenin dışından konuşuyordu. Neden benim intihar edeceğimi, o budala zihninden geçiriyordu? Yanılgı onda mıydı, bende miydi? Eğer bu bir yanılgıysa, karanlığın bütün dehlizlerindeki girişleri bildiği, çıkışlarını ise bilmediği gün gibi açıktı. Hayat bir yanılım ustası mıydı acaba?
-Benimle gelsenize.
Yanında yürümeye başladım.
–Ooo hemen güvendiniz bana. Bu iyiye işaret.
–Yooo güvenmedim, nereden çıkardınız güvendiğimi?
Geliyorsunuz ama?
-Yürüyoruz…
-Güvenden söz etmiştim.
-Size değil de…Hem sizin merakınıza hem kendi merakıma güveniyorum.
-Bu bir oyun mu?
-İyi bir gözlemci merakın ardındaki gizi çözebilir?
-Niye bıyık altından gülüyorsunuz?
-Gülmeyi değil ama gülümsemeyi severim. Gece, size damgasını vurmuş, konuştukça güzelleşiyorsunuz. Pişmanlıklarla yıpranmış göz kenarlarınız, kırışıklıklarla dolu olsa da yüzünüz, büyülü bir sarmaşık gibi hâlâ bütün vaatlere açık bir kapı bırakıyor.
-Çok kışkırtıcı bir tümce kurdunuz. Bütün vaatlere açık bir yüzüm olduğu için mutlu mu olmalıyım, yoksa?..
-Biraz önce yanımdan geçtiniz, herkese baktığınız gibi baktınız ve beni görmediniz, alacakaranlığın ötesinde birini arıyormuş gibiydiniz.
-Belki de birçoklarını.
-Geceleri neden hep sokaktasınız?
-Gecenin getirdiği bir çocuksanız, onun karanlığından kurtulamazsınız.
-Peki, siz niye geceyi hep ödünç alıp dolaşıyorsunuz?
-Başka nerede olabilirim ki, yitik bir kuşaktan geliyorum ben, benim gibi yitenlerin arasında kaybolan parçalarımı bulmaya çabalıyorum. Bir de Tanrı’yı, tabii… Karşılaşırsak soracaklarım var.
-Tanrı’ya soru sormak, Tanrı’yı gücendirmez mi?
-Gücensin diye soruyorum zaten.
-Tehditkâr bir düşünce sistemi.
-İnsan, karanlık ve tehditkâr değil mi?
-Nasıl yorumladığınıza bağlı.
-Tanrı, insanı zifiri karanlıkta yaratmış olmalı; yoksa insan bu kadar karanlıktan korkup, köleliği kabul etmezdi.
-Konuşmayı ahlaksal bir seçimle yürütmek istiyorsunuz anlaşılan?
-Bu sonuca varmanızın nedeni ne?
-Tanrı’yı işin içine soktuğunuza göre… İnsanın hayatı pişmanlıklarla geçince, insan, yaşam boyu pişmanlıklarını düşünür ve bunu bir saplantı haline getirir. Tanrı’yı aramak gibi. Saplantı, yanlışı seçtiğimiz için oluşmaz, doğru olanı seçebilme olanağı ortadan kaktığı için oluşur. Zaman kimseyi beklemediği için doğruyu kanıtlamak da artık olanaksızdır.
-Tanrı ve saplantıyı iç içe geçirdiniz?
-Tanrıyla aynı uyum içine girmedikçe onu yargılamak beyhudedir. O uyumu yakalarsanız, gerçeğin saatinin ne zaman çaldığını duyarsınız.
Ayrıca:
-Tanrı hiçbir zaman ona inanıp ya da inanmadığınızı bilmeyecek, ama sizin ömrünüz, onu cezalandırmak ya da mükâfatlandırmakla geçecek.
-Her şeyimi yitirdim ben, onurum dışında ama her defasında baştan başlama yürekliliğini gösterdim. Amacım ceza ya da ödül değil.
Soluğunu duyacağım kadar yakınımda yürüyordu. Elinin devinimiyle durdurdu beni.
-Doğuştan inançlı biriyim ben ama şu karanlık günlerde insanların gözlerine doğaüstü bir ışık sunarak kötülüğün ötesine götürmek istiyorum.
-Güneşten bir gemi yapmayı mı hayal ediyorsunuz? O zaman bitkilerin gizli zekâsını çözerek başlayın işe. Evren sayıların senfonisi üzerine kurulmuş.
-Tarih bitkilerden söz etmiyor.
-Tarih senin yürekliliğini ve bitkileri yazmaz, tarih yenenlerin tarihidir; yenenler kendi tarihini yazar bu da onların onursuzluğudur. Tarih kedi gibi yumuşak adımlarla yürümez. O yırtıcıdır, pençeleriyle ezer geçer.
-Tarihin kanlı görkemi, siyanürlü bir bulut gibi bütün güzellikleri solduruverdi ama biz farkına varamadık. Yitikliğimizin başladığı yer de bizim öngörüsüzlüğümüzdü.
-Tarihte boşluk yoktur. Tarih; tutkuludur, kıskançtır ve hep kana özlem duyar. Birazdan güneşin erkek yanı doğacak, siz ve ben alacakaranlık kuşağının üyeleriyiz. Karanlığın o korkunç potasına atılmış, kendinden kaçan iki insan olarak, güneşten korktuğumuz için geceleri dolaşıyoruz.
-Güneşin erkek yanı mı? İlk kez duyuyorum.
-Bir de dişi yanı var!
Şaka mı bütün bunlar?..
-Güneşin dişi yanı kocaman bir öpücükle uyandırsa bizi. Hayalden hayale, geceden geceye sürükleyip, bir dağın zirvesine bıraksa. Orada, iyilikten, kötülükten ve karanlıktan kurtulmak için canımızın istediği her şeyi yapsak, ancak böylelikle iyilik, kötülük ve karanlık kavramını da aşmış oluruz. Ne dersiniz?.. Durun gitmeyin!.. Daha konuşacak…
Alnıma ritmik biçimde vuran sessiz dokunuşlarla uyandım. Gece boyunca uykumda konuşup Arsız’ı huzursuz ettiğimi, kedi dilinde bana sakin sakin anlatıyordu. Ne zaman huzursuz olsa, patileriyle alnıma vurarak beni uyandırır, sonra da yüzünü yüzüme sürer.
Kusura bakma Arsız, çok üzgünüm. Off yeter ama! İn tepemden aşağı Arsız! Haydi!.. Gel bakalım, gidip güzel bir kahvaltı yapalım. Ama önce ilacımı içmeliyim. Yattığım yerden kalkmaya çabalıyorum, göğsümde garip bir ağrı var, tökezleyince, başucumdaki iskemleye çarpıyorum, iskemle yere devriliyor, bardaktaki su dökülüyor, cam kırıkları etrafa saçılıyor. Göğsüm sıkışıyor, nefes alamıyorum, ilacım… Arsız, ön patileri ve burnunu ucuyla yere düşen ilaç şişemi yuvarlayarak yanıma getiriyor. Şişenin kapağını açamıyorum.
Bağışla beni Arsız! Seni yalnız…








Teşekkürler..Bende ansızın gelişine kırmıştım..Finalde özür diledim 😆💞
Teşekkür ediyorum sevgili arkadaşım.
göğsüm sıkışıyor(uzun zamandır), nefes alamıyorum (soluk soluğa kalıyorum hep kısacık mesafelerde), ilacım, ilacım, ilacım
alamıyorum yasak, alırsam ölebilirmişim,
ağır alerjik bir vaka,
herşeye karşı ciddi alerjim var artık, çek şu partilerini üstümden şirin “arsız”
Sevgili arkadaşım.
Güzel günler diliyorum sana.