17 Temmuz 2022’de aramızdan ayrılan Erden Kıral, sinemacıların çok okuması gerektiğini, kendisinin de daha çok öykü okuduğunu, çünkü öykünün sinema sanatına romandan daha yakın olduğunu söylüyor anılarında.
Anılarına, “Bir film yaparken kendinizi gerçekleştirirsiniz” diye başlıyor. Tabii ki, öncelikle film dilini kurmanın gerekliliğini, vurgulayarak belirtiyor. Kuşkusuz ki “film anlam yaratma sanatıdır”; yaşamda çok şey var, ama ona anlam katan insanın (burada yönetmenin kuşkusuz, kendisi açısından ifade ediyor) bakışı olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor.
Toplumsal gerçekçi filmleriyle tanıdığımız, ama kendine özgü bakışıyla ayrılan bir yönetmen Erden Kıral, Akademi’de seramik öğrencisiyken (hep denir ya, “tesadüfen”) sinemaya geçmiş ve “anlam yaratma” işinin sinemada çok daha kolay, çok daha anlaşılır, çok daha kitlesel olduğunu fark edince de o alanda kalmış. Sadece mizansenle değil, çevre, renk, ışık, gölge, hatta izleyicinin beklentisinin bile önemini kavramış. Sinemada film izlemeyi bir ayine benzetiyor: “Televizyon seyrederken el ele tutuşan birilerini bugüne dek hiç görmedim”. Oysa sinemada, o karanlık ortamda, ilgi beyazperdeye odaklanmışken duygular da odaklanır, başka bir şey kalmaz ortada.
Erden Kıral’ın sinemasını, yaklaşık kırk yıl önce Atilla Dorsay, “İnsan, insan, insan… Kim ne derse desin, perdeyi dolduran tüm robotlara, canavarlara, uzay gemilerine karşın, sinema en çok insanı anlattığı zaman ilginç oluyor, başarılı oluyor” cümlesiyle anlatıyor. Sinema, insanı insanın yarattığı mitolojinin de desteğiyle anlatır. Dikkat edin, hemen her filmde (tabii ki, bir şeyler anlatmak isteyen filmlerde) mitolojik ögeler öndedir.
Giovanni Scognamillo da, “Kıral’ın kamerası salt bir bireyin öyküsünü yansıtmamış, kalabalığı hareketlendirerek toplumu yaşatmıştır” diyor.
Erden Kıral’ın “Benim Güzel Günlüğüm” altbaşlığını taşıyan anılarında, bırakalım kimin ne dediğini (ama hayat izin vermiyor, çünkü birilerinin söyledikleri biz izleyici ve okurlarda yeni pencereler açıyor), kendisinin kendisini anlattığı -yine ama- yaşamını ve sinemasını yansıtan cümlelere bakalım. Gözlemci olduğunu doğrudan söylemese de, Jean Paul Sartre’ı sokakta nasıl izlediğini anlatıyor. Sartre’ı tanırsanız, onun yürüyüşü (yaşlılığı nedeniyle belki yavaş ve/veya sarsak olsa da) içini yansıtır. Yönetmenin oyuncusuna gerek canlandıracağı karakteri anlatması, gerekse istediğin alamadığında prova üstüne prova yapması, pahalı olmasına aldırmadan yeniden çekmesi, film kadar oyuncunun başarısını da belirler.
Her ne kadar Zeki Ökten ve Şerif Gören akla gelirse de Yılmaz Güney deyince; Erden Kıral da onunla birlikte uzun süre çalışmış… Daha çok dergi üzerinden birlikte olmuşlar. Kıral’ın filmlerini beğendiğini birçok defa ifade etmiş Yılmaz Güney.
Yılmaz Güney, başlangıçta “Bayram” olan “Yol”u Erden’e vermiş. Belirli bir sınır çizmiş, dilini belirtmiş ve inandığını da söyleyip çekime başlatmış. Negatifler yıkanıp da işkopyası çıkınca doğal olarak kendisine izletilmiş. Sinema dili yönetmenin alametifarikasıdır. Güney’in istediği gibi çekmekle bir şey katamayacağını hisseden Kıral, kendi dilini kullandığı için çekimler durdurulmuş. Burada, Şerif Gören’in, Yılmaz Güney’in istediğini yaptığını söylemek tabii ki doğru değildir, muhakkak ki bir uzlaşma oluşmuştur, ama asıl önemli olan dilin uyuşmasıdır. Sizin sinema dilinizle bir başkasınınki aynı olmayacağı (sanatın özü de burada yatmıyor mu) gibi, bir yönetmenin kendi duygularını filme yansıtmaması beklenemez.
Erden Kıral, toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemde, dergicilikle beraber örgütlü bir sinemanın varlığı için çalışıyor. Son yıllarına kadar (özellikle meslek birlikleri ile oluşturulmaya çalışılan çatı örgütlenmesine katkısı yadsınamaz) da bu mücadelenin içinde yer aldı.
Yönetmenliğini Erden Kıral’ın yaptığı, Ferit Edgü’nün romanından uyarlanan, başrolde Genco Erkal’ın oynadığı “Hakkari’de Bir Mevsim”
Haklısınız, kitabı yeterince anlatamıyorum, çünkü Erden Kıral o kadar önemli şeylere parmak basıyor ki… “Benim gözümde, bir filmin kendisinden çok filmi çekerken yaşadığımız serüven önemlidir” diyor, Hakkâri’de Bir Mevsim filminin ardından Genco Erkal’ın köye geri dönmek istemesi üzerine. (Üzgünüm, Erden’in ardından önce Ferit Edgü, sonra da Genco Erkal binip o güzel atlara, yaşamı bizlere bıraktı… üçü şimdi yeni bir filmin, resmin, oyunun, güzelliğin heyecanı içindedirler doğanın kucağında…) Kamera arkasında çalışanlar bilir… Çekimler boyunca, şartların ne denli kötü olduğundan, zorluğundan yakınılır; hatta gerilim sürekli yüksektir çalışanlar arasında, bir an önce bitse de gitsek havası hâkimdir. Ancak çekimler bitip de İstanbul’a dönüldüğü gün başlar şöyle güzeldi, böyle espriliydi anlatımları ve aynı ekiple aynı mekâna dönmek ister herkes.
Sineması gibi yazı dili de akıcı Erden Kıral’ın… Rehber de olacaktır mihmandar da…
Aynadan Yansıyan Hatıralar, Benim Güzel Günlüğüm
Erden Kıral
Anı
Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2024, 198 s.