Qazî Muhammed’e ve onun yoluna yol olanlara…
İnsan tarihiyle vardır, kendi insan olmak tarihiyle, kendi toplumsal tarihiyle…
Tarih insanın tek tanığıdır, göbeğimizin, düşlerimizin ve annemizin sancısıdır, var oluş gerekçemizdir.
İnsan olmanın kıstasları vardır, olamamanın da.
Kaç gündür çoğunu da tanımadığım insanların cümlelerine bakıyorum, günlük kırk defa duyduğum ve içimin her defasında ürperdiği ve ıssız bir dağ gibi kendimi hissettiğim cümleler…
Bazıları Kürtçe yaz(a)madığım halde fazlaca Kürt olduğum gibi bir eleştirir yapıyorlar ki başım gözüm üstünedir, ne mutlu bana diyorum.
Kimliksizliğin bu türden hikâyelerini iyi bilirim.
Kimliksizlik tarihsizliktir, ve talihsizliktir de.
Halkların, sınıfların ve zamanın tarihi, talihi ve tanığı olmak gerekir bazen.
Başkasının mirası üzerinde yeşerip büyüyen bir ağaç olmaktansa, kendi mirasın ve tarihin üzerinde bir kuru ağaç kalmak daha iyidir.
Ve şu coğrafyada neredeyse hemen herkes Kürtlere kötülük olma yarışı içinde. Tanrı varsa eğer, bir kılavuzu ve defteri de vardır not aldığı.
Bizden istenen, unutmak!
Unutmak unutulmuş olmak çok kötü bir rüya gibidir ama bazı kötü rüyalar da asla unutulmaz.
Unutmamızı istiyorlar, sanki tarihim lanetli, sanki tarihim unutulmuş bir Berivan ateşi, sanki tarihim dedemin sekizgen şapkası, bir ray hizasında parçalanmış bir aşk parçası…
Bu mudur tarihim, söyle, sen söyle ey Qazi Muhammed!
Allah şahittir diyeceğim ama o da bize şahit olmaz, bize yapılan bu zulme şahitlik etmez; gözleri hep yaş dolu, gözleri hep yaş olan coğrafyamıza tanrı da şahitlik etmez.
Şu gerçeği bilelim, tarih halkların, toplumların ve sınıfların en önemli hafızasıdır.
“Benim için aşk, gönül güzellik, saflık dört etmez bir eder sevgili nezdinde” diyen Qazi Muhammed’in Çarçıra Meydanında boynunun bir idam sehpasında sessizce kırılışını kim biliyor, kim duydu. Tarih mi? Tanrı mı?
Daha dün gibidir 22 Şubat 1946 Mahabat’ın ve Çarçıra’nın sevinci.
Ve yine bir yıl sonrası da daha dün gibidir. Çarçıra’da sessiz o gidişler. 31 Mart 1947’de demokratik hükümetin üç önderinin vedası; Muhammed Qazi, Sait Qazi ve Sedr Qazí’nin İran’ın gerici hükümeti tarafından idam edilişi, daha dün gibidir.
Sonra vasiyetinde şöyle der Qazi Muhammed “sadece şunu bilirim: bedenimi bin parçaya ayırsalar, bin kurşun sıksalar bana ve beni katletseler de, Kürdistan dört parça değil tek parçadır.”
“Bu yüzden iki kere iki birdir dedim.”
Halkların evleri devletleridir, devletsiz olmak zordur, özellikle de bu çağda. Ve sevdiklerin gitmişse, ki sevdiklerimiz sığınaklarımızdır, sığındığımız evlerimizdir, o zaman evlerimiz de gitmiştir, ki evsizlerin yurdu oldu yurdumuz!
Gidenleri bekleriz hep, yola koyulduklarımızı, el salladıklarımızı, zindanda birlikte yattıklarımızı, birlikte acı çektiklerimizi…
Qazi Muhammed’in asılmadan önce şu tembihleri vardır bize “Ben ömrümün son saatlerini yaşıyorum. Allah aşkına artık birbirinize düşmanlık etmeyin, birbirinizi destekleyerek düşmana ve zalimlere karşı durun. Kendinizi düşmana bedava satmayın…”
Bu yüzden mi ben hep benim olmayan evlerin içinde öldüm dedim ey Qazi Muhammed.
İşte bu yurtsuzluğa hayır diyen Qazi Muhammed’i anlatacak olan ve bir ışık ve bir tarih hatırlatması adına Mahmut Alınak’ın çağrısıyla yola koyuldu bir grup arkadaşımız.
Bu hüzünlü ve onurlu dönemi aydınlatmak adına, Çarçıra meydanına tarihin kandili olacak olan arkadaşlarım Qazi Muhammed’in hayatını ve mücadelesini sinemaya uyarlamanın ilk adımını atıyorlar 4 Şubatta yani bu hafta sonu, İstanbul’da…
Bu çağrıya kulak açan, el uzatan, omuz veren, dayanışma içinde olmak isteyen herkesi bu sürecin içinde yer almaya çağırıyorum.
Tarihin halkımıza bizim de tarihe ve Qazi Muhammed’e borcumuz var.
Bence de iki kere iki dört etmez bir eder, çar çıra yani dört çıra tek ışık eder, tek ışık olur omuz verirsek bu ortak çalışmaya ve bu ortak emeğe.
Kutluyorum sizi, Qazi Muhammed’in yoluna yol olanları, Çarçıra’ya ışık götürenleri, Mahabad’ı unutmayanları…
Ben artık benim olan evlerde doğmak istiyorum, benim olan evlerde büyümek ve benim olan evlerde ölmek…
Mazlum Çetinkaya