Son günlerde söz gelip ülkenin ve toplumun bu halinde ne yapılacağına dayanıyor. Yirmi küsur yıl toplum yaşamında çok uzun bir süre olmamasına karşın, bu zaman diliminde iktidarı ele geçirenler- haklarını yemeyelim- cengâverce mücadele edip neredeyse tüm mevzileri ele geçirdiler, muhaliflerin zihinleri ve yürekleri hariç.
Organize olup da harekete geçemeyen zihinlerle ve yüreklerle bir sonuç almak mümkün değil elbette. Yapılacaklar listesi yapsak çarşaf çarşaf olur da listeler hayata geçirilirse bir anlamı olur, yoksa politikacıların halkın taleplerini sigara paketine yazıp sonrasında çöpe atılma kaderini yaşarlar.
Muhalif kesimin öncelikle yapması gereken halkta iyice yer etmiş olan fatalizmin (kadercilik) etkilerini, yaygınlığını azaltmanın yol ve yöntemlerini bulmak olmalı. Fatalizmin, toplumun çoğunluğunun benimsediği dinle de sürekli şarj edilmekte olduğunu bilip bu mücadelenin sürekli kılınmasının gerekliliğini de bilmeliyiz. Din, fatalizmi besleyen gümrah bir ırmaktır.
Özellikle ’80 öncesi kuşaklarda olan aculluk ve şipşakçılığın provoke edici ve sonrasında da yıldırıcı etkilerinden kurtulmak ve eskilerde hep söylediğimiz büyük iş- küçük iş ayrımı hastalığına da çare bulmamız gerekir.
Kabaca devrime dikey örgütlenme dersek ve peşinden de-önceki yazımda değindiğim gibi- halk da bu ise; ne yapalım şimdi? Ülkeyi mi terk edelim, halk mı ithal edelim veya yan gelip yatalım mı? Yanıt: Hiçbiri!
Ateşi ve ihaneti görmüş kuşaklar olarak bedenlerimizin çıkardığı aksama sesleri olsa da zihnimiz pes etmedikçe bu ülkede, toplumdaki vicdanlı insanlarla yapılacak çok işler var. Dingin suya bir taş atıp çevresinde halkaların çoğalması misali…
Mekân ve zamana bağlı olarak güncel pratiğin dayattığı ve halk kesimlerinin ihtiyaçları doğrultusunda sokağımızda, mahallemizde, kentimizde, bölgemizde yapılacakları kardeşlik ve bir derviş tavrıyla kotarmak imkânsız değil.
Bu noktada bizim solun önündeki en büyük engellerden biri, bildiğimiz gibi ’80 öncesinden miras kalan fraksiyonculuktur. Ne bitmez bir mirasmış, ömrümüz son virajına girdi, tehlikeyi gördüğümüz halde hâlâ fraksiyonculuğu holiganlığa eşitleyenlere ne demeli? Burjuvazi bizim soldan daha hayatla uyumlu olarak kendini ve ideolojisini yeniliyor…
Nasıl ki dünya devrim modellerinden yararlanmak diye bir anlayışımız vardı ya aynı şekilde, halkın bu kalibresinde ve solun zafiyetinin devam ettiği bu koşullarda dünyadaki dayanışmacı, yatay örgütlenme biçimlerinden ve mücadele örneklerinden dersler çıkarılmalı. Daha güzeli, ülkenin kendi özel pratiğinde dünya halklarına örnek olabilecek yeni oluşumlar ve mücadele biçimleri yaratılabilmeli.
Bu süreçte, bu küçük işlerle uğraşılırken, kimseye bayraklarını derleyip dürün deme hakkımız yok, ama şunu diyebiliriz: Siz bildiğiniz yolda ilerleyin ama bize omuz verin, zira yapılacaklar sizin “devrim yolunuza” döşenecek birer taş olacaktır.
Bu işin elbette bir reçetesi yok. Herkesten gücüne, becerisine göre katkı beklenir. Ülkede her alanda hayat iktidar tarafından öyle zor bir hâle getirildi ki bizlerin ufak bir el atması, omuz vermesinin faydası bu nedenle daha büyük olacaktır. Bu faydayı görmeyi hemen beklememeliyiz ama.
Şimdi otursak benim gibi hepimiz bu meyanda kendi imkânlarımızla nelere el atıp omuz verebiliriz diye düşünsek onlarca başlık çıkartırız ortaya. Bunları bir çırpıda beyin fırtınasıyla yazmak zor değil. Zor olan, bu listelediklerimizi kolektif bir ruhla hayata geçirebilmek. Bu noktada da eski alışkanlıklarımızı aşmamız yolumuzu düzleyecektir.
Halka giderken bir diğer önemli husus da şu: solun diri bir ahlakla ve arınmayla yola çıkması gerekir. Sol, bu anlamda içindeki çürük elmaları ayıklamak, kabile mantığıyla değil, toplum için halk için örgütlenme hedefine sahip olmak zorundadır.
Halkla direkt, yaşamın içinde ilişki kurmamızı sağlayacak, halkın ihtiyaçları temelinde örgütlenen, yerin lokal özelliklerine göre de biçimlenmiş ilişki ve mücadele ağları yaratılabilmeli.
İki dudak arası demokrasi günlerinde, halka politik vaaz veren değil, söyleyeceklerimizi onlarla birlikte yaparak gösteren öncüler olunmalı.
2012 yılında İspanya’da bıçak kemiğe dayanınca 60-89 yaş aralığındaki bir grup dede ve nine meydanlara inip sol yumrukları havada bankaları işgal ettiler. İspanya’da bu harekete Iaio Flautas yani flütlü dede-nine anlamında fareli köyün kavalcıları dediler. E, şimdi bizim kuşakların eski tüfeklerinin neyi eksik diye sormayayım mı?
Bernard Shaw’ın “İhtiyarlar tehlikelidir; dünyanın başına gelecekler onlara vız gelir,” sözünü bakalım bizim kuşaklar nasıl yorumlayacak bu süreçte pratikleriyle?
Sevgili Naim Kandemir;
Bernard Shaw’un sözünden hareketle yapmış olduğunuz siyasi analizinizi zevkle okudum ve çok beğendim. Bizim sol acaba bundan ders çıkarır mı?
Kalemine kuvvet, yüreğine sağlık.
Sevgili Dostum, kalemine sağlık. Çok net bir tespit / analiz yapmışsın. ; gönül ister ki bizim üst kuşaklar “İspanya üst kuşağı gibi olabilsin” aramızda en az 100 yıllık bir yol var. Bizim Toplumumuzda da uyanmalar oluyor / olacaktır fakat / amma çook zaman gerekli !!! İnsanoğlu umutsuz olmamalı. Ben bu DÜNYAMIZDAKİ sosyal medya iletişim ağının bu denli hızlı , süratli gelişmesinden dolayı genç kuşağımızın gelecek yönetiminden umutluyum. Sevgi ve selamlar.
Tam hedef isabet; yol ve yöntem belirlenmiş. Geriye kalan ihtiyarların bir araya gelip başlama işaretini vermesi!