“Açlık baslarsa hiçbir yaptırım insanları evde tutamaz“
Ekonomik depresyondan gıda krizine
Başlangıçta salt ekonomik göstergelere bakarken, koronavirüs salgınının yaratmaya başladığı gıda krizi riski gözden kaçmıştı. Şimdi bu risk tartışmaların gündemine girmeye başladı.
Bir potansiyel gıda krizinin üç boyutu var.
Birincisi, tarım, tarıma dayalı sanayi ve hayvancılık alanında, Batı Avrupa ve ABD’de üretim, işleme, paketleme taşıma ve boşaltma alanlarında Covid-19 etkisiyle çok ciddi dar boğazlar oluşuyor.
Tarım ve hayvancılık, özellikle taze sebze, meyve üretimi ve rekoltesi ülkeler arası göçmen ve mevsimlik işgücü hareketine dayanıyor.
Üretilenlerin sınır ötesi taşınması gerekiyor. Covid-19 bu hareketleri durdurdu, tedarik zincirlerini kopartmaya başladı.
Bu zincirler gelişmiş ülkelerin halkının beslenmesi için gereken gıda mallarını, mevsimlik işçi hareketleri de işçilerin geldiği ülkedeki beslenmeyi finanse eden geliri sağlıyor.
İkincisi, dünyanın her yerinde özellikle ABD ve Avrupa’da süpermarketler, özellikle gelişmekte olan ülkelerden getirilen ürünler sayesinde vatandaşlarını refah düzeyine uygun gıda ürünleri sunabiliyorlar.
Tedarik zincirleri koparken hem süpermarketlerin rafları boşalıyor hem de raflardaki ürünlerin fiyatları artıyor.
Böylece özellikle, nüfusun düşük gelirli kısmının gıda rejimi olumsuz yönde etkilenmeye başlıyor.
Bu madalyonun öbür yüzünde, tedarik zinciri kırılırken, zincirin üretim ucunda, satılmadan kalan ürünler var.
Bu ürünlerin, fiyatlarının dolayısıyla tarım emekçilerinin ve çiftçisinin gelirlerinin düşmeye, beslenme sorunlarının artmaya başlaması var.
Üçüncü boyut; buğday, mısır, pirinç, şeker gibi stratejik ürünleri üreten Rusya, Vietnam, Kazakistan benzeri ülkelerin, koronavirüs salgınında kendi halkını doyurma kaygısıyla ihracat kısıtlamalarına gitmeye başlamasıyla ilgili.
Bu refleks henüz çok güçlü değil ama olduğu kadarıyla Mısır, Cezayir, Afrika’da Sahra Altı ülkeleri gibi büyük ölçüde gıda ithal eden görece yoksul ülkelerde hem fiyat hareketleri hem de tedarik sorunları açısından kaygı yaratıyor.
Tarih gıda krizleriyle gerek ülkelerin içindeki gerekse ülkeler arasındaki siyasi gerginliklerin, istikrarsızlıkların artışı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösteriyor.
Kitlesel test ve aşı sorunları aşılamadığı taktirde ekonomilerin, tedarik zincirlerinin yeniden hareketlenmesi olanaksız. Bu durumda, Covid-19’un ekonomik etkilerinin siyasi sonuçlar yaratma olasılığı da artıyor.
Türkiye`de ise çökmüş bir olmayan Hukuk sistemi yanında keyfi yönetimin Otokratik yönetimi inşa etmesi devam etmektedir .Keyfi gözaltılar, yargısız infazlar, insan hakları ihlalleri ve ekonomik krizlerle batmakta olan bir ekonominin ve Kamu yönetiminin gelmekte olan Tsunamiye hazır olmadığını göstermektedir. Toplum belirsizlik ve umutsuzluk içinde beklemededir.
İste tam da bu konjonktürde Dünyada Bilimsel araştırmaların son sürat Korona Virüsüne karşı ilaç bulmaya çalıştığı ,sağlık personellerinin hayatını hiçe sayarak ve de ölüme meydan okuyarak canlarını kaybederken, İnanç sistemlerinin çöküşünüde görmekteyiz. Pandemi esnasında iyice ayyuka çıkan kendini geri çekmiş haliyle Diyanet gündem saptıran açıklamasıyla inançsal anlamda kendini tartışmaya açmış durumda. Aslında Diyanete teşekkür etmeliyiz.
Bu iyiye bir işaret olarak alınmalı ve yüzyıllardır Din tüccarlığıyla toplumları kontrolleri altında tutan sistemin Din ayağının çatladığına yorulmalıdır.
Bu arada Diyanete de *Kur’an-ı Kerim de geçen Gılmanlar nedir diye sorulmalı.
İnsanlık tarihinde, bilimin daha gelişmemiş olduğu yüzyıllarda Dini temsil eden Kurumlar, Kilise, cami, Sinagog vb. salgın ve felaketlerin sucunu genelde yoldan sapmış diye tabir edilen kesimlerin üstüne atmıştır. Fakat tarih göstermiştir ki günümüzde bile Siyasallasmis Dini Kurumlar ve inançlar ahlaksızlığın ,yolsuzluğun çürümenin temel taşlarını oluşturmuşlardır.
Verdikleri fetvalarla ve yaptıkları yorumlar la Toplumun genelini kendi istek ,çıkar ve ihtiyaçlarına göre şekillendirmiştir.
Din sömürüsü yapan Dinci sahislar ve Dini Kurumlar,toplumu genelde korkutmaya ,ötekileştirmeye ve ayrıştırmaya ayni zamanda da kendilerini sorgulatmayacak bir şekilde tesis edilmiştir.
Türkiye`de Diyanetin LGBT`lere saldırı anlamına gelen açıklaması ile Vatikan’ın bile korkarak dua ritüelleri yapmaya çalışması son bir caba ben hala buradayım deme cabasıdır.
Artık korkmadan zorla dayatılan Siyasalllasmis dini inançlar ve dogmalara karşı Bilimsel ,Sosyal ahlaki felsefe ve kuramlarla karşı duruş sergilenmelidir. Yeni kuşaklar hurafelerle ve dini yorumlarla değil, bilimle ve Sosyal ahlakla yetiştirilmelidir. vakit geçirilmeyecek kadar değerlidir.
Net olan bir şey varsa oda günümüzde varolan İnanç Sistemlerinin, Ruhani yapıların ne insanlara, ne de doğasal canlılara bir faydası olmadığıdır.
Korona ile birlikte Otokritik yapıya gecen Türkiye de bir yol ayırımındadır. Bilimi ,barış ,modern eğitim ,Hukukumu tercih edecek yoksa gelmekte olan Gıda /Enerji ve Bölgesel Krizler içinde boğulmamı ?
Oysaki Doğasal ve Modern yasam artık yeni bir paradigmayı insanlığın önüne koymuştur.
Ya insanoğlu Bilimle daha da donanarak ve Doğayla barışık onu koruyarak yeni yasamı inşa edecek, ilerleyecek ya da Doğayla kazanamayacağı bir savaşa devam edip sonuçta yok olacak.
Yeni çağa hoş geldiniz
Veysel Tekin
veyseltekin@sonhaber.ch
Gılman Nedir ?
Kur’an-ı Kerim’in sadece bir ayetinde geçen gılman tabiri vardır. 52. Sure olan, Tur Suresi 24. ayetinde “Etraflarında, sedeflerinde saklı inciler gibi tertemiz gılmanlar dolaşır”. Sözlükte “çocuk, bıyığı yeni terlemiş genç, hizmetçi” anlamına gelen gulam kelimesinin çoğulu olan gılman, anlaşıldığı kadarıyla, Allah’ın (c.c) mü’min kulları için özel yarattığı ve vazifesi sadece hizmetkarlık olan Cennet gençleridir. Onlar cennet ehline yiyecekler ve içecekler sunarlar ve bu vazifeyi görmekten mutluluk duyarlar.
( oğlancıların da cennete girebileceğinin kanıtıdır )