İnsan ister istemez Gülden Karaböcek’in şarkı sözleriyle, Ne zaman bitecek tanrım bu azap? diye düşünüyor. 50. yılını idrak ettiğim migrenimden bahsediyorum.
Âşık Veysel, Benim sadık yârim gara topraktır, diyerek çıtayı en yükseğe koymuş birlikteliklerde. Gerçi o çıtanın da durduğu yerin garantisi yok memlekette. Bir radyo programında İstanbul Mezarlıklar Müdürlüğü’nden bağlanılan bir yetkiliden öğrenmiştim: İstanbul’da istatistiki olarak bir mezarlığın ortalama kalma süresi 150 yılmış. Bunu garipsesem de hocam Ümit Hassan’ın İbn-i Haldun’u anlattığı dersinde öğrendiğimize göre Mukaddime’de devletlerin ortalama ömrünün 120 yıl(üç nesil) olduğunu düşününce eh diyorsun!
İnsan, hayatındaki uzun birliktelikleri hatırlıyor. Annem, babam ve kardeşlerimle kesintisiz birlikteliğim 18 yaşıma dek sürdü. Siyasal’a okumaya gittikten sonra, dini bayramlarda, hastalıkta ve vefatta kısa kısa bir araya gelişlerimiz oldu.
En eski arkadaşlarımdan Cumhur’u 17 yaşında kanser aldı götürdü benden. Onur, Kuleli Askeri Lisesi’ne gitti, ne gereği varsa… Şuayip de bu yıl kansere uyup beni terk etti. Ahmet Haşim kaldı elimde 1973’ten beri en eski arkadaşım olarak. Çaktırmadan hep uzaktan kontrol ediyoruz birbirimizi ki; bir vefasızlık yapmasın biri diğerine diye! Arkadaşlıklar aralıklarla, saatlerle, çok nadir de birkaç gün birlikte olarak yaşanıyor günümüzde. Dar zamanların kıskacında artık arkadaşlıklar.
Ama benim başımda aileyi, kardeşleri, arkadaşları hatta insanın hayat yoldaşını bile geçen bir belâlım var. Eşimle kırk yılı geride bıraktık. Migrenim ondan on yıl daha kıdemliyim diye kubarıp duruyordur! Kim bilir belki bu yıl benden, 50. yılda Altın Yıl kutlaması yapmamı bekliyordur. Ne kutlaması yapacakmışım, insan cellâdına âşık olur mu?
Aksine, kalemim yazdığınca, dilim döndüğünce onun ne arsız, gurursuz bir hastalık olduğunu anlatmak boynumun borcu. Kiminiz diyebilir ki kızdırma onu, seni pişman eder! Migrenden öte köy yok!
Migrenimi rezil rüsva etmek için bugüne dek yazılarımda ve yaklaşık on hikâyemde elimden geleni yaptım. Bırak bir insanı, bir kediye, bir köpeğe bu kadar laf söylense anında terk eder sahibini. Öyle bir izzet-i nefis yoksunu ki hiç sormayın. Musallat olduğu insana verdiği acılar yetmezmiş gibi o insanı çileden çıkartmak, refüze etmek için de elinden geleni yapar bu illet.
***
14 yaşımın tıfıllığında bizim evin yaşlıları onu benden defetmek için az kurşun döktürmediler üstüme. Nefesi güçlü hocalara az okutup üfletmediler beni.
Lise 2’de müdavim olunca Karadeniz Dev-Genç’e, oranın tedrisatıyla metafizikle köprüleri attım ama yine de evde bizim yaşlılar migrenim başlayınca uzaktan bana doğru dualarını okuyup üflerlerdi.
Samsun’da lise 2’de karakola ilk düştüğümde, bu migren orada bile yaptı kalleşliğini. Atıldığımız nezarethanedekilerin içinde en tıfılı benken, komiser geldi ve polise salın bunları derken, beni göstererek bu puşt kalsın! deyince ben de polis de şaşırdık. Ki tıfıllığıma göre içlerinde en önce benim salınmam gerekirken… Benim Pazar mahallesinden olduğumu öğrenen komiser tekrar konuşunca anlaşıldı mesele! Nerde çektin lan esrarı? Bizim mahalle gogocularıyla nam salmış, fatura bana çıktı! Nezarette stresten auralı migrenim başlamış, ışığa bakamıyorum, gözlerim kaymış… Komiser inanır mı migrene ki; ben bile bilmiyorum o zamanlar bu illetin adının migren olduğunu.
1985 yılında Ankara Karanfil sokakta Sema’yla gittik bir nöroloji profesörüne. Hekim, dinledi, muayene etti, ilâç yazdı ve Sema’ya yavaşça Bu çocuğu sen iyi edersin. Dikkat et, bu tiplerin hafızası çok güçlü olur ve bunlar çok hassastır! dedi ve ben duydum bunu. Duymaz olaydım, hani hipokrat yemini vardı hekim bey? İnsan sevgilisine hastasını gammazlar mı?
***
Diyeceksiniz ki Bu illetin hiç mi ekmeğini yemedin? Hakkını yemeyeyim, 50 yılda bir kez işime yaradı. Yedek Subay olarak Kızıltepe’nin Şenyurt nahiyesinde Suriye sınırında, Derbesiye’nin tam karşısında revirde beni yatakta migrenimle boğuşurken gören tabur komutanı, asteğmen hekim arkadaşımın muzipliğiyle migren nasıl bir hastalık, sorusuna verdiği, migrenlilerin ne yapacakları belli olmaz, yanıtı sayesinde tabur komutanı taburda açıktan Cumhuriyet gazetesi okumamı hazmetti artık. Ama peşinden de tedbir olarak bakım yaptıracağız, bahanesiyle üzerime zimmetli toplu tabancamı geri aldı benden!
***
Bu 50 yıl boyunca işin bir de hekim cephesi var. Sosyal medyadan, televizyonlara çıkan bir migrenci hekimle yazışıyoruz. Migrenime dair yazdıklarım hekimin ilgisini çekti ve bir gün telefonla görüştük. Beni İstanbul’a davet etti sizi tedavi edeyim, diye. Ben kibarca ve lisan-ı münasiple literatürde henüz migrenin tedavisinin bulunmadığı sebeple gelemeyeceğimi söyledim kendisine. O da migrene çözümleri içeren bir kitap çıkardığını ve bu kitabı okuyup değerlendirmemi rica etti. Kitabı edinip değerlendirmemi ve eleştirilerimi yazılı olarak kendisine gönderdim. Sonrasında hekimle haberleşmemiz bitti. Ee, olacağı buydu; bir migrenli olarak, kitabı içindekiler bölümünden başlayarak ve içeriğinde katılmadıklarımı da gerekçeleriyle yazıp, en sonunda da bir migren kitabının nasıl olması gerektiğini maddeleştirerek anlatırsan haddini aşmış olursun tabii ki! Neyse ki migren aurasını resim sanatından faydalanarak tasvir ettiğim paragraf o hekimin kitabında anı olarak kalmış oldu.
Bu bahiste ayrıca 2018 yılını hatırlıyorum. Hekim yeğenim motoruyla beni İtalya turuna götürecek(götürdü de). O sırada, Siyasal’dan arkadaşım Selo telefonla arayınca gayriihtiyari İtalya’ya gidecem, dedim kendisine. 40 yıllık arkadaşım demesin mi: Naim, sen migrenlisin, nereye gidiyon! Telefonda bir şey demedim Selo’ya ama migrenimin yedi sülâlesine rahmet okudum, yalan yok! Ne bu arkadaş; migrenin sermayesi miyim, müebbet mahkûm muyum ki bir yere gidemeyeceğim. Demek ki milletin gözünde bu kerteye düşürüyor bu illet musallat olduğu kişiyi.
İtalya turuna gitmeden önce arkadaşlarımın önerdiği yeni bir nöroloji profesörüne gitmiştim İstanbul’da. Onun verdiği ilâcı kullandım ve gerçekten İtalya’da motor arkasında, teker üstünde, yağmurda, rüzgârda, 25 günde 6250 km boyunca migren semtimden geçmedi. Arkadaşlarım bunu nöroloji profesörüne söyleyince, hekim; 44 yıllık migrenliyi tedavi ettim, diye böbürlenmiş. Neredeyse örnek vakalar arasına giriyordum! Ama ben bozuntuya vermedim. Çünkü İtalya’dan dönüp Türkiye’ye ayak bastığımda zınk diye migren dayandı başıma emaneti almaya geldim, dercesine! Demek ki İtalya’nın var bir hikmeti. Bundan emin olmam için yine gitmek lâzım İtalya’ya.
Bu hususta bir de Eber Gölü hikâyem var. Televizyon programcısı Güven İslamoğlu’nun Eber Gölü’yle ilgili bir programında, orada yaşayan biri, yıllarca çektiğim migren hastalığıma burası iyi geldi ve İstanbul’dan gelip buraya yerleştim, deyince eşimle yazın atladık otomobile Eber Gölü’ne gittik ki; birkaç gün kalıp migrenimi test edeceğiz. Gölün yerini bulduk ama göl yok! Gölün büyük kısmı kurumuş, gölün kuruyan zemini üzerinde bir sürü kayık yatıyor. Migreni def etme konusundaki bu hayalim de gövermeden söndü böylece.
***
Kim bu melanetin müsebbibi bilemiyorum. Annem de babam da migrenliydi ama onlar bu hastalığın adını bile bilmeden, başım ağrıyor deyip yaşayıp öldüler. Babam nasıl leblebi gibi o yıllarda Panalgine’leri, Optalidon’ları, Ergafein’leri yutardı.
Adını bilmese de hastalığın, tehlikenin farkındaydı ki otobüs biletimi alıp Samsun’dan Ankara’ya kız arkadaşımla buluşmaya gitmek için hazırlık yaparken, matbaada kulağıma yaklaşıp şöyle demişti: Ergafein’i zulada iç, kızı ürkütme!
Vallahi babam migren teknik direktörüymüş! Dediğini yaptım da. İlk başlarda tabii. Gönül bonservisimi aldıktan sonra hapımı da, iğne mi de açıktan kullanmaya başladım; migrenim legalleşti yani! Hem sevene migren vız gelmez mi?
***
Marifet midir bilmem ama halk arasında kullanıldığı anlamda benim kötü bir alışkanlığım yok. Hani, bir namazı eksik, denilendenim. Şöyle; Siyasal’da içinde bulunduğum grup arkadaşlarımın çoğu bir nevi alkol uzmanı olduklarından, o yıllarda ben de onlarla hep birlikte içmedim değil. Ama ne zaman ki özellikle mayalı içkilerin migrenin tetikleyicisi olduğunu öğrendim; alkolle muhabbeti kestim. Son yıllarda Yunanlıların uzo’sunun migrenimden vize aldığını fark edince arada bir onu masaya konuk alıyorum. Uzo dediğim de, hafif alkollü gazoz hükmünde.
Velhasılı, sigarası bile olmayan, mekruhtan uzak duran bir insan olan beni bile bu migren yıllar sonra ne hâle düşürdü onu da anlatayım.
Fransa’da doktora yapan genç bir arkadaşımın, yaşadığımız kentte bizi ziyarete gelmesi migrenimin üstüne denk gelince, beni acile götürüp iğne yaptırması ona kısmet olmuştu. Benim o perişan hâlimi gören genç arkadaşım önce bana anlatıp sonra da afyonun migren tedavisinde kullanılmasının iyi geldiğine dair bir doktora tezini Fransızcadan kabaca tercüme edip bana gönderince, hâliyle denize düşen yılana sarılır misali o akademik tez doğrultusunda homemade space cake’i bir şey olmuyor deyip löp löp mideme indirince ve meret etkisini bilâhare göstermeye başlayınca insan gülme manyağı da olabiliyormuş! Neyse ki aradan epey zaman geçti, tıfıl yaşımda Nerde çektin lan esrarı? diyen komiser çoktan emekli olmuştur!
***
Hastalıkların da öğretici yanları olabiliyor. Kendi tecrübemle öğrendim: İnsan arkadaşından, işinden, sevgilisinden, eşinden, ülkesinden ayrılabiliyor ama migreninden ayrılamıyor. Bir nevi ortodoks nikâhı veya davadan döneni vurun mantalitesi!
Şimdi diyeceksiniz ki bak migren sana birçok şey yazdırdı, buna da şükür! Hadi teselli edici bir yanı var, onu da yazayım, migrenli ünlüler çok: Nietzsche, Freud, V. Woolf, Darwin, Lewis Carrol, Sezar, Napolyon, Picasso, Edvard Munch, Oliver Sacks, Van Gogh, Elizabeth Taylor, Elvis Presley…
***
Öte yandan dünyada olduğu gibi Türkiye’de de migrenli sayısı az değil. Ülkede nüfusun yaklaşık 14 milyonu migrenli. 15-55 yaş aralığında migrenli sayısı yaklaşık 8 milyon kişi tahmin ediliyor. Her anlamda ciddiye alınması gereken bir küme migrenliler. Parti kursalar barajı geçerler. Fikren bu doğru olsa da, diğer kümelerde olduğu gibi bir araya gelemezler! Bu partiyi kurma işine kalkışsak migrenliler de 49 parça olur diye endişe ederim! Marksist-Leninist Migrenliler, Kemalist Migrenliler, Ülkücü Migrenliler, Muhafazakâr Migrenliler, Feminist Migrenliler, Sünni Migrenliler, Alevi Migrenliler… yaz yaz bitmez! Migren hiçbirini ayırmayıp sürekli bunlara taarruz ederken, onlar neyin peşinde olurlar anlamam. Bu kadar acı çekip de acının kompedanı olan migrenliler bile bir araya gelemeyeceklerse, bu ülkenin zemininde mi bir sorun var bilemiyorum…
Migrenimin bana musallat olmasının 50. yılını bu şekilde, onu tekrar tekrar teşhir ederek kendimce kutlamış olayım. Migrenimin ne kadar umurunda olur bilmem. Çünkü 50 yılı birlikte göğüslediğim migren, başına buyruk, asi ve dik kafalı! Hasta ve hastalığın birbirini etkilemesi mevzuu da derin bir konu ki şimdilik kalsın!
Görsel: Edvard Munch’un 1893 tarihli Çığlık isimli tablosu.








Elinize emeğinize sağlık.
Yeğenimin migrenli vertigosu var.
Başlık dikkatimi çekti okudum.
İyiki okudum 😊
Geçmiş olsun 💐
Bir hastalığın adını bu kadar zikreder isen o da seni ikide bir şey eder, şey ne diyecektim unuttum!😂👋