Korkut AKIN
Mevlana, 13’üncü yüzyılda, “Dünle beraber gitti cancağızım; ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” demiş… Yani o zaman da, şimdi hepimizin söylediği gibi yeni bir şey söylemek gerektiği vurgulanıyor.
Bekir Ağırdır, Aralık 2022’de, seçimi de gözeterek, Mundi Kitap’tan “Bize Yeni Bir Söz Lazım” adlı kitabını yayımladı. Alt başlığı “Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı” olan ve “yüzyılın seçimi” diyerek bir dönüm noktası olarak nitelenen, umutların doruğa vurduğu 14 Mayıs seçimleri öncesinde hem çok okundu hem de çok konuşuldu. Peki, seçim bitince, yazılanların anlamı kalmadı mı? Hayır, aksine daha bir anlam kazandı.
Pandemi, seçim ve toplum…
Bekir Ağırdır, dünyayı sosyal, siyasal, ekonomik olarak etkileyen ve bu anlamda da birçok dönüşümün ilk adımı olarak pandemiyi gösteriyor. Haksız da sayılmaz. İnsanlar evlerine kapandıklarında kendileriyle konuşma, hesaplaşma fırsatı buldular. Gündemin yoğunluğu arasında düşünemediklerini irdelediler. Bu da bir umut yarattı. Ağırdır, tam da bu umut ışığında gelecek günlerin yeni bir şeylere gebe olduğu inancıyla yorumlamış toplumu, toplumsal düşünüşü ve geleceği.
Şimdi, aradan geçen bu kadar ay sonra o umudun ‘üzüldüğü’nü görüyoruz, yaşıyoruz. Yine aynı görüş doğrultusunda Ağırdır’ın tespitlerinin alabildiğine doğru, apaçık ve belirleyici olduğunu da…
Yeni bir söz…
…bizden önce muhalefete gerekli. Yenildiler, yenildiklerini kabul etmediler. “Altılı Masa” dediklerinin aslında ayaklarının yere basmadığını gör(e)mediler ya da görmek istemediler. Üç oyu olan alabildiğine ırkçı birilerine bakanlık vaat ettikleri ortaya çıktığında da yüzleri kızarmadı.
Kendi sağından medet uman onmaz. Sosyal demokrat olan, sosyalist solun da -başka seçenek olmadığı değil, yaratamadıkları için- desteklediği Kemal Kılıçdaroğlu bilmem kaçıncı kez kaybetti. Ama hâlâ o sandalyeden kalkmamak için çabalıyor. Bu da muhalefetin muhalifliğini gösterememesini getiriyor.
Anayasa…
Başkan Tayyip Erdoğan, seçimin hemen ardından -yerel seçim hazırlıkları için direktif verdiği gibi- kendisinin belki de yeniden seçilmesine yol açacak bir yeni anayasa yapmak istediğini dillendiriyor hemen her toplantısında.
Ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar yaşanıyor. Birinin dediğini diğeri umursamıyor bile (güya mülakatlar kalkacaktı, aksine pekiştirildi, enflasyon düşürülecekti, aksine yükseldi, işçinin emeklinin maaşları yükseltilecekti, zam yağmuru altında daha da eridi), örnekler çoğaltılabilir. Doğalgazdan tutun da akaryakıta, elektrikten ulaşıma, barınmadan beslenmeye kimse hoşnut değil. Kadın cinayetleri giderek artıyor ve sapık, tecavüzcü, katil erkekler indirim de alarak salınıyor, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, HSK, hiçbiri hiçbir şey yapmıyor.
…ama Anayasayı değiştirmek, kalıcı iktidar sağlamak için elden ne gelirse yapılıyor. Siz önce var olan Anayasayı uygulayın, yenisine sıra gelebilsin. Kuvvetler ayrılığı hiç kalmadı. Meclis sadece el kaldırıp indirme mekânı. Hukuk yok, suçlu oldukları mahkeme kayıtlarına geçenler bile salınırken düşüncesini açıklayanlar hemen gözaltına alınıyor. Ağacını korumaya çalışan halkın karşısına polis dikiliyor. Bunu anlamakta zorluk çekiyorum; polis neden anayasal hak olan gösteri ve yürüyüşlerin karşısına çıkarılıyor. Yasadışı olmasına karşın insanlar cebir ve şiddetle gözaltına alınıyor.
İşaret ve itiraz parmağı…
Önyargılar belirleyici oluyor, özellikle ana akım medyanın haberlerini izleyince. Kimse kimseyi dinlemiyor, kimse sözünü söyleyemiyor (söyletmiyorlar demek gerekir), karşılıkla görüş alışverişi yapılamıyor. Benim dediğim doğru, gerisini dinlemem bile diyenler iki gün geçmeden, tam tersi düşünceleri dillendiriyor; birileri de itiraz etmiyor. İşaret parmağı itiraz için değil, tehdit için kalkıyor.
Ölü toprağı serili üzerimize… Ne kadar kötü, ne kadar yanlış! Hepimiz birbirimizden (partiler de iktidardan) korktuğumuz için itiraz etmek yerine sessiz kalmayı tercih ediyoruz. “Silivri soğuktur” şimdi, benim işim gücüm var, başkası itiraz etsin.
Sanatın yeri yok…
İstanbul’da bir ilçe belediyesinin sitesindeki yönetim şemasında kültür sanat dairesi yer almıyor. Hoş, alsa ne olacak ki, diyebilirsiniz…
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası ilk olarak tiyatro binalarını onarıp etkinliklere açtığını bilmezden gelirseniz, hastane diye beton yığınlarını, yol diye de sellerden çökenleri izlersiniz. Kimse sinemaya gitmiyor, gidemiyor. Tiyatrolar boş koltuklara açıyor perdelerini. Konserler yasaklanıyor, türlü bahanelerle. Gazeteciler düşüncelerini dillendirdiği için gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Seçilmiş milletvekili salınmadığı gibi hüküm veriliyor hakkında, yasalara rağmen ve Bakan bile bunu savunabiliyor. Huzurlu mudur acaba; patronun dediğini uyguladığı için. Onca yılını hiçe sayması size de ilginç gelmiyor mu?
Sonu gelmiyor…
İsrail-Filistin savaşıyla birlikte her şey sil baştan… Cumhuriyet’in 100’üncü yılı, sanki gelişini yeni haber vermiş gibi üç konser, beş sergi, iki kitapla geçiştirildi… Kuşlar ölebilirler, onların kaybında bakınca yok, çünkü Cumhuriyet 100 yaşında, havai fişekler birbiri ardına gökyüzüne yükseldi.
Türk Dil Kurumu, yazım kılavuzunda birtakım değişiklikler yaptığını açıkladı. Nedenini niyesini sormak zorunluluk kuşkusuz… Öncelikle hangi değişiklikleri yaptığını görmek için, yazdıklarımızın “doğru” olması için elimizin altında bulunması gerekiyor, fakat Kitap Fuarı’nda yok. Gerekçesi: Yetişmedi. Bunun ise nedeni niyesi yok. Liyakat olmadığındandır.
Anayasa Mahkemesi (yukarıda bekletiyor demiştim) kararını verdi: Hak ihlali. Yerel mahkeme bir türlü karar veremiyor. Can Atalay seçilmiş olduğu için biraz daha şanslı, Osman Kavala’dan Selahattin Demirtaş’a, Gezi Direnişçilerinden onlarca gazeteciye/yazara, haklarını savundukları için tutuklanan hatta hüküm giyen işçilere/gençlere kadar binlerce -ki sayıları on binleri aşıyor- insan için gerekli Bize Yeni Bir Söz Lazım.
Bize Yeni Bir Söz Lazım (Türkiye İçin Yeni Bir Siyaset Arayışı)
Bekir Ağırdır
Mundi Kitap, Aralık 2022, 336 s.