Altın Koza bütün hızıyla sürüyor. Her şeye yetişmek zor, ama keyfini çıkarmaya çalışıyoruz hep birlikte. Sinemaya ilgi, izleyicilerin yakınlığı mutlu ediyor.
Gelin, bu kez sıra gözetmeden, dünya prömiyerini yapan “Bizim İsmail” ile başlayalım. Sosyolog İsmail Beşikçi’yi anlatan belgesel 11-12 yılda tamamlanabilmiş. Tek suçu, askerliğini yaptığı Güneydoğu bölgesinde insanların farklı bir dille konuşmasını saptayıp, tercümanla konuşuyor olmaları üzerine araştırma yapması, yazılar yazması… 27 Mayıs’ın lideri Cemal Gürsel’in “Size Kürt diyenin yüzüne tükürün” sözünden, 12 Mart ve 12 Eylül’ün işkencecilerinin insanlık dışı uygulamalarıyla geçen ömrü… Yurt içinde değil ama tüm dünyada çok iyi tanınıyor. En tam da o nedenle hem bizim kuzumuz aslandır hem “Bizim İsmail” zaten.
Neyi sürdürmek istiyoruz?
Sinemanın da diğer tüm alanlar gibi, ekonomik, politik, etik, estetik değer yargılarını küresel sorumluluk çerçevesinde ahlaki davranması gerekliliği üzerine bir söyleşi düzenlendi festival çerçevesinde: Sinema Ekosistemlerinde Sürdürülebilirlik ve Ekosinema.” Doç. Dr. Özge Nilay Özbalaban, Ekin Gündüz Özdemirci ve Damla Kirkali; setlerde veri analistlerinin de olması gerektiğini vurguladı. Ancak Türkiye’de, her şey en ucuza ve en az kişiyle yapıldığı için bunun çok zor olduğunu da unutmadılar. Sürüdürülebilir yapım çerçevesinde; karbon ayak izinin en aza indirilmesi için de elden gelen yapılmalı. Bu küresel iklim krizinin herkesi daha az etkilemesi ve yaşanabilir bir dünyanın daha da uzun olması için zorunlu bir bakıma. 70 milyon TL bütçeli bir film 2500 ton karbon salıyor, aynı enerji İstanbul-Londra uçak gidiş gelişine eşit; dahası bir kişinin bir yıllık elektrik tüketimi demek. Paris Anlaşması (en sonunda Türkiye de imzaladı) yükümlülüklerinin yerine getirilmesi için yaptırımlar olmalı, ama bundan önce sertifikalandırma ve karbon ayak izi azaltma stratejisi yaşama geçirilmeli. Tabii, bunlara önerilerin gelebilmesi için eğitim verilmeli. Çağdaş yaşama ayak uydurulmalı.
Milli Mensucat
Kent büyüdükçe fabrikalar da büyümüş ve şehrin ortasında kalmış… Daha geniş alanlara yayılma ve daha kolay ulaşım sağlamak için taşınmış. İlk Festival Günlüğü’nde ne tarım alanı kaldı ne yeşillik demiştik o nedenle. Birçok kentte eski fabrika alanları beton yığınına dönüştürülürken Adana’da kültür alanları ve müzeler oluşturulmuş.
İçinde Arkeoloji Müzesi’ni de barındıran Adana Müzeler Yerleşkesi’nde Kent Müzesi, Etnografya Müzesi, Tarım Müzesi ve Sanayi Müzesi de yer alıyor. Yeni eklenen Edebiyat Müzesi Adana’nın verimli topraklarının Edebiyat ve Sinemaya da el ve can verdiğini görüyoruz.
On Saniye
Genç yönetmenler kendi dillerini yansıtıyor perdeye… Ceylan Özgün Özçelik, tek mekanda, iki kadının arasında geçen gerilimli bir görüşmeye odaklanmış. Laf aramızda, iyi sinema ve iyi oyuncu yönetimi. Biri anne diğeri rehber öğretmen, kız öğrenci üzerinden aslında kendileriyle hesaplaşıyor.
Günü, yine Polonya filmleri seçkisinden Robert Glinski’nin yönettiği “Gölge Adam”la kapattık. Polonya’da gerçek bir öykü; gizli polis olan genç adamın işine odaklanması ama hamile eşini unutması, ispiyon ve ajanlık ile özellikle halkın dini duygularını yok etmesi işleniyor.
Bizdeki başörtüsüyle düşünce özgürlüğünün hiçe sayılması ile ikna odaları ve Polonya’da devletin halkın üzerine ateş açacak kadar gaddar olması gerçekte devletin ne olduğunu gözler önüne seriyor. Devlet her dönemde, her iktidarda, ister liberal ister kapitalist isterse sosyalist olsun hep aynı.
Sizler bu yazıyı okurken son görüntüler yansıyacak perdelere ve akşam hangi filmin, hangi yönetmenin, senaryonun, oyuncunun ödüle değer görüldüğü belli olacak.