Mert Kaya
Seçimlerin 1. turu geride kaldı. İkinci tur için süre daralıyor. Kim kimi ne kadar ikna edebilecek göreceğiz. Seçimin ilk turu ve seçmen profiliyle ilgili bir iki söz edebilirdim fakat herkes o kadar çok şey bildiğini iddia ediyor, öyle çok yönlendirici konuşuyor ki, gerek duymadım. Belki başka zaman.
Şimdi üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm şey, şu an çok ciddiye alınmayan ama ileride büyüyüp genişleyebilecek ve hepimizi yutabilecek bir kara deliğin yaratılışı. İttifakların birbirlerine karşı kullandıkları dil ve iddialardan bahsediyorum. Manipülatif.
Bir taraf diğer tarafı terörist ilan ederken, terörist denilen taraf da iddia sahibini terörle suçluyor. Terörist ilan edilen ittifakın içinde milliyetçiler var, diğer taraf içinde de milliyetçiler var. Bu iki gruba dahil olmayan başka bir grup da kendini milliyetçi tanımlıyor. Her milliyetçi grup ayrı ayrı, genişleyebilen, esnek taraftarlar yaratabiliyor. Kimin neyi, ne şekilde, neden iddia ettiği ve iddia edilen tarafın kendini nasıl savunduğu bu yazının konusu değil. Yıllar geçse bile kaynaksız, manipülatif söylemlerin, kolektif bir bilinç halini alarak örgütlenebilmesi bu yazının konusu. Bu noktada iki ayrı yol var. Ya halkı saf, her şeye inanan ve kolay kandırılabilen ilan edeceğiz ya da bu kötülük halinin içselleştirildiğini söyleyeceğiz. Bir tarafı tutmak zor, her ikisi de var.
Teknoloji çağında, yalan olduğu kısa sürede ortaya çıkabilecek montajlanmış bir video ile halk manipüle edildi, galeyana geldi. O halk, bunun yalan olduğunu anlayabilirdi. Öğrenebilirdi. Anlamadı. Muhalefet, halkımız bu tarz videolara inanıyor dedi. Bir sürü kanalın sabah akşam benzer söylemlerle program yapması da etkili tabi bu durum için. Sadece bir video ile açıklanması doğru olmaz. Peki ama neden böyle kolayca kabul edildi? Çünkü sorgulama gereği duymadı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri, ne oluyorsa, yine o oldu.
Ne ulus-devlet yapılanmasıyla yükselen laik ve demokratik olduğu iddia edilen Cumhuriyetçi yaklaşım ne de dini yaklaşımlar, sorgulama iznini tanımıyor. Özellikle dini bakış açılarında bu daha kuvvetli. Konfor alanlarının dışında bir hareket, öğrenilmişin dışında bir bilgi, rahatsız ediyor. Sürekli bir “tepenin ardı” durumu söz konusu. Tepenin ardında bekleyen düşman korkusu. Ya ulus-devlet inancını ve cumhuriyeti baltalayacak dış güçler ya da dinimizi elimizden alacak dış güçler. Ah o dış güçler.
Dediğim gibi teknoloji çağı. Videolar, programlar, söylemler, analizler, her an, her dakika yalanlanabilir, doğruları ortaya çıkarılabilir. Olmuyor. Çıksa bile olmuyor. Öğretilenin dışında bir bilgiyi kabul etmiyor vatandaş. Rahatsız ediyor. Dışlıyor. Artık bunu kuvvetli şekilde yapıyor çünkü iki taraf da kendini mağdur görüyor. Biri son 20 yıldır mağdur, diğeri Cumhuriyet’in kuruluşundan beri. İki mağdur grup, mağduriyetlerini tepenin ardıyla anlatıyor fakat ortada bir şey yok. Ortada olan ekonomik krizi, liyakat sorununu, adaletsizliği son 20 yıldır mağdur olan dile getiriyor, hepimiz aslında mağduruz diyor. Gerçekten bunlardan mağdur olan buna inanmıyor. Siz yapıyorsunuz, siz değilseniz dış güçler diyor.
Biri bir grubu sübyancılıkla, terörle, Rusya maşası olmakla suçluyor, diğeri LGBT ile, terörle ve Amerika’nın maşası olmakla suçluyor. İki tarafın da ortaklaştığı şey dış güç ve terörist olmak. Görünüşe göre dış güçlerle yönetilen iki terörist grupla(!) ikinci tura gidiyoruz.
Şimdi tüm bunları bir kenara bırakın ve bugün galeyana gelen, manipülasyonlara uğrayanların babalarını-dedelerini düşünün. Teknoloji neredeyse yokken, kaynakları belirsiz olan imam vaazlarından, fısıltı gazetelerinden, gazete manşetlerden, radyo haberlerinden nasıl galeyana gelinebildiğini düşünün. 1915’i, Mübadele’yi, Varlık Vergisini, 6-7 Eylül olaylarını, 1964 göçlerini, Çorum, Maraş olaylarını, Madımak yangınını düşünün. Manipülasyonların nelere sebep olduğunu düşünün. Bu kan yine o kan mıdır bilmem ama sanırım o kitle bu kitlenin akrabasıdır.
Peki, daha ne kadar kavga edeceğiz? Daha ne kadar döveceğiz birbirimizi tepenin ardında olan ve hiç görmediğimiz bir şey için? Oturup ne zaman düşüneceğiz? Yahu şu gelen zamların, şu batan ekonominin, şu kaybolan liyakatin, göçüp giden adaletin hepimizi etkilediğini ne zaman göreceğiz? Hani “şüphesiz Allah, iyiliği emrediyor, kötülüğü ve fenalığı yasaklıyor[1]” idi? Fenalık edildiğini görmüyor musunuz? Bu karşıtlık hali, bu genişleyen kara delik, hepimizi yutacak. Geçmişte yuttuğu gibi.
Ümidim yok desem, benim gibi düşünenlere ayıp olacak.
Umutlu olanlara selam olsun.
[1] Nahl Suresi, 90. Ayet.