Bilindiği üzere insanlık tarihinde yazarların/ kalem erbaplarının kendilerine özgü hikayeleri/eylemleri vardır. Onlar kurgusal ya da fantastik yazım çalışmalarının dışında tarihe yazılı not düşme konusunda da hünerlidirler. Gerçekleşmiş ya da olası tüm gelişmeleri bazen gizli bazen sessiz bezen de aleni bir şekilde kayıt altına alırlar. Onlar bir nevi alternatif tarih yazıcısı işini üstlenmiş kişilerdir fakat salt tarihçi değildirler. Türkiye’de ise günümüzde sözlü tarih projeleri ve belgesel çalışmaları ağır/ aksak olsa da ilerlemektedir. Bilgi teknolojisi çağında cebindeki not defterine günün kaydını düşen kalem insanları hala mevcut. İşte onlardan biri de İsmail Güney Yılmaz. Kendisiyle İstanbul Mephisto’da “Bugünlerimiz/ Yakın Siyasi Tarih İçin Notlar” adlı kitap çalışması üzerine sözlü ve yazılı söyleştik.
İsmail Güney Yılmaz kimdir:
1986 İstanbul/Beyoğlu doğumlu. Aslen Rize Pazarlı. Hacettepe’de Tarih, Ankara Üniversitesinde Sinema/Televizyon okudu. 2007 yılından başlayarak güncel yazılarını Fikir Karargahı adlı sitesinde arşivledi. Ayrıca yazar çeşitli sanat ve edebiyat dergilerinde şiirlerini yayımlamakta ve Türkiye’nin ilk Lazca gazetesi Ağani Murutsxi ve Lazca Edebiyat dergisi Uncire’nin emekçilerindendir.
Cihan Şan: İsmail hocam merhaba söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Şimdi üstat hiç vakit kaybetmeden konuya giriş yapmak istiyorum. Yakın tarihimiz için tuttuğun notların yayınladı. Kitabı keyif ve ilgiyle okudum. Okuyucuya -evet ya bu da var bu da olmuştu… dedirten bir durum var kitapta. Sorum şu, daha çok anlamaya çalıştığım şu! Bu zor bir şey değil mi? Türkiye gibi gündemi/siyasi atmosferi sürekli yüksek bir ülkenin kaydını tutmak…
Ne dersin?..
İsmail Güney Yılmaz: Öncelikle teveccühünüz, ilginiz için ben teşekkür ederim. Bugünlerimiz, 2021’de yayımlandı, kısa bir süre sonra aynı yayınevinden yani 40 Kitap’tan genişletilmiş ikinci baskısını yaptık. Türkiye gibi aynı zaman diliminde birçok mühim gündem başlığıyla meşgul olan, durmadan yeni sıcak meselelerle sınanan ve çok boyutlu, derinlikli siyasal sorunlara sahip bir ülkede bir yakın siyasi tarih ve günümüz değerlendirmesini toparlamak elbette meşakkatli bir iş. El mahkum, eseriniz iddianızın ancak bir kısmını karşılayabilecektir. Bu kitap benim yüzlerce yazım içinden olabildiğince tekrara düşmemek ve bir iç bütünlük oluşturabilmek adına on küsur yazımdan derlendi. Yani burada 2007’den beri tutulmuş kayıtların bir çıktısı var. Tabii ki kitaba özgü kimi ekleme ve düzenlemeler de yapıldı. Bunu derlemeye çalışırken tarihsel arka plandan, ta Selçukludan, Osmanlıdan beri alıp bugüne getirip bir sunum yapmaya çabaladım. Sadece bugünden ibaret değil, bugüne nereden, nasıl ve niçin gelindi, bugün ne oluyor, şimdi nereye gidiyoruz, buna dair fikirlerimi, perspektifimi okura kalıcı biçimde, matbu yolla sunmak istedim. Her şeyden önce bunun kendi iç tutarlılığı olan mütevazı bir iş olduğunu belirtmek gerekiyor, bu sebeple, nelerin öne çıkarılması gerektiği sorusunun cevabı dışında pek zorlandığım söylenemez.
Cihan Şan: Kitabın girişinde yine benim dikkatimi çeken ve okuyucuya karşı gayet samimi bulduğum “ Laz kimlik hareketi içinde yer alan bir sosyalist” olarak kendini peşin peşin okuyucuya tanıtıyorsun. Okuyucu ve yazar arasındaki sis perdesini direkt kaldırmak olarak algıladım ben bunu çünkü, konu/kitap siyasi/politik bir çalışma/roman ya da öykü değil. Böylesi bir samimiyet gerekli her zaman değil mi?
Ne söylemek istersin?
İsmail Güney Yılmaz: Varlığımdan az çok haberdar olanlar benim bir Laz olduğumu ve Laz kimliği, dili için ürettiğimi az çok biliyorlar. Kimlik meseleleri günümüzde belirleyici bir politik itki. Hatta siyasal alanın tamamını esir almış durumda. Ben Lazlığın benliğimdeki yerini vurgulayarak, ama Lazlık meselesi dışındaki geniş çaplı verimimi okuyucuya sunarak, günümüzde moda olan tek boyutlu çalışma aklına karşı geniş, enternasyonal ve sınıf eksenli bir uğraşım olduğunun altını çizmek istedim. Böylesi bir çizgi mümkün, dahası zorunludur.
Cihan Şan: Kitapta çok güzel bir detay başlık notu var o da şu biraz sokak muhalefeti oluşsa “ 90’lı yıllara mı dönüyoruz?” yaygarası kopuyor… Sen durumu şöyle bir not düşmüşsün “90’lar Türkiye’nin rutinidir/ şimdi halk güçleri egemenlere karşı daha donanımsız hepsi bu…”
Sorum şu 90’lı yıllar ne kadar anlaşıldı? Ya da 90’lı yıllar bir travmatik özellik mi taşıyor?
İsmail Güney Yılmaz: “90 yıldır ‘90’lardayız” diyorum. Türkiye’nin tarihsel mirası ve kuruluş dinamikleri halka karşı bir iç savaş rejimini ve anti-demokratik yönelimi besliyor. 1908 devriminden bugüne kâh oligarşi içi savaşın şiddeti kâh yer yer halk mücadelesi baskısıyla demokrasi nutuklarıyla gelen tüm iktidarlar diktatörlüğe yönelmişlerdir. Bu anlamda bir tekerrürdür tarihimiz. Bugünün ‘90’larının farkıysa kitapta belirttiğim gibi halk muhalefetinin yokluğudur. Egemenler için bir dikensiz gül bahçesi 12 Eylül, Özal, sonrasında ’97-2002 süreci ve bugünü belirleyici olarak 2015 sonrasıyla oluşturuldu. Erdoğan/ AKP ya da 15 Temmuz sonrası kısmî ulusalcı elit destekli AKP-MHP koalisyonunun 12 Eylül’den dahi daha başarılı olduğunu görüyoruz bu anlamda. Tek tük ve kendiliğinden işçi direnişleri dışında, siyasal/ ekonomik olanaklar uygun olmasına karşın bir halk reaksiyonu yok. Son yerel seçimler bir tepki verisi olarak elbette alınabilir, ama unutulmamalıdır ki eninde sonunda kazanan yine AKP’nin şekillendirdiği, onunla benzeşen muhalefettir. Devrimcilik bir fiiliyat olarak son derece sönümlenmiş, Kürt hareketi dahi sokak gücünü yitirmiştir. Bunun sebebi öncü yokluğu ve bu sadece devrimcilerin becerememesinden kaynaklanmıyor. ‘90’ların ortasından beri devrimci akımı sindirmek için çok kuvvetli bir basınç var.
AKP iktidarını önceleyen süreç olarak bu minvalde ‘90’lar elbette bir travmadır. Kürt savaşının o dönemki şiddeti, katliamlar, yargısız infazlar, işkenceler, 28 Şubat, burjuvazi cephesinde ‘70’leri andıran bir ekonomi-politik istikrarsızlık ve depremle, ekonomik krizle kapanış. Hepsi bu travmanın altyapısı. Ama bugün bir de işin nostalji yönü var. Hem politik hem kültürel. Kültürel olanı, yani eski şarkılara, dizilere vesaire olan meftunluğu gelecekten umudu kalmamış insanların altın çağlarına, yani çocukluklarına ve gençliklerine özlemleriyle açıklayabiliyoruz. Siyasal olarak ‘90’lara övgü de AKP’den illallah etmekten ya da AKP’den başka bir şey görmemiş olmaktan kaynaklanıyor. AKP’nin olmadığı herhangi bir zaman iyidir algısı. Hâliyle böylece ‘90’lar da idealize ediliyor. Hatta bugün 2000’lerin başı yahut AKP’nin erken dönemi bile methedilmekte. Bunun sola da yansıması oldu. 2015’ten hemen öncesinin, yani az çok siyasal bir gövde olunabilen son dönemin nostaljisi biçiminde bir akis.
Cihan Şan: Kitabın içimdeki bazı başlıklar üzerinden ilerleyelim istiyorum. “İç savaş dinamikleri.” Notu… Muhtemel
Bir iç savaş çıkma ihtimali var mı? Ya da çakırsa
Aktörler kimler olur?
İsmail Güney Yılmaz: Bir iç savaş ihtimali görmüyorum lakin böyle bir ihtimalde taraflar/ ittifaklar büyük ölçüde bellidir. Sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni şeklinde tekil kamplaşmaların belirlediği bir savaş değil de bunları kapsayan daha üst görünümde bir iç savaş projeksiyonu tahmin edilebilir. Türkiye’nin soğuk iç savaşının sıcak hâli Suriye’de, Rojava’da bir ölçüde deneyimlendi. Bugün ya da yakın vadede böyle bir ihtimal yok, zaten taraflardan biri çok zayıf. Öyle iç savaş olmaz. Günümüzde adı çokça zikredilen kutuplaşma ise son derece yumuşak bir çelişmeden ibarettir. Gerek iktidarın baskısı ve kudretiyle, gerekse de muvazaalı muhalefetin siyasetiyle Türkiye’de tarihin en benzeş toplumu oluştu aslında.
Cihan Şan: Bir diğer not: “isyan aritmetiğindeki eşittir (=) devrimcidir.” bu Haziran ayaklanması için düşülmüş bir not… Orada Haziran ayaklanmasında senin en çok dikkatini çeken şey neydi? Not düşmekten kaçındığın bir gözlemin oldu mu?
İsmail Güney Yılmaz: Oradaki formülasyonda olaya katılan tüm bileşenlerin sosyalist, Atatürkçü ya da Kürt, o momentte devrimci olduğunu söylüyorum. Bir kitle imali olan devrimler böyle olur zaten. Not düşmekten kaçındığım herhangi bir gözlemim olmadı. Olumlu ve olumsuz tüm değerlendirmelerimi o yazıda yazdım. Gezi’yle ilgili bugün en çok değinilmesi gereken şey bu sıra dışı ve olağanüstü eyleyişten geriye hiçbir iz kalmamasıdır. Çok büyük bir yenilgi var.
Cihan Şan: Karşı tarafın durumu içinde hazin bir başlık var, ama kitapta “katafalktaki nafile namaz” yönetici sınıf da krizde değil mi?
İsmail Güney Yılmaz: O yazı, İslamcılık için erken ve genel eğilimin tersine tespitler yapan bir yazı. AKP, zaten ithal olan Selefi kesim hariç Türk İslamcılığını tamamen massetti. Devleti uzun erimde ve birkaç hamlede ustalıkla dönüştürürken, -sık sık gözden kaçırılsa da- kendisi de dönüştü. Yeni resmî ideoloji ve devlet sıfırdan yaratılmadı, eskinin kısmen dönüşmüş bir uzantısı oldu. İşleri bitince liberallerin kapı dışarı edilmesi, o kapıdan milliyetçilerin alınması bundandır. AKP’nin bilinen anlamıyla şeriatı getirecek bir iradesi de kudreti de yoktur. Bana kalırsa böyle bir amaçları da zaten yok. O anlamda İslamcı değiller, daha çok muhafazakâr diye değerlendirilebilirler. Toplumu ve devleti de bu muhafazakâr programa göre dönüştürüyorlar. Saadet’ten doğan ve belli bir gövdeye sahip tek muhalif İslami grup olan Yeniden Refah’ın da AKP’nin yamacından ayrılmaya cesareti ve gücü yok. Siyasal İslâm’ın iflasından kastım bu topyekûn düzeniçileşmedir. Bu iflasın sadece politik değil kültürel, entelektüel, ahlaki sonuçları da var.
Cihan Şan: Kitapta yine geçmişe dair atılmış önemli bir not daha var başlığı ise “çözüm süreci ve Kötü bir barış denemesi” bu denemeden taraflar ders çıkardı mı?
Ne dersin?
İsmail Güney Yılmaz: Çözüm süreci karmaşık, uzun ve gitgelli bir süreç. Tam çözüldü denilirken, Erdoğan’ın masayı devirmesiyle Kürt savaşının en sert aşamasına ulaşıldı. Bunda legal ve illegal Kürt hareketinin de kimi hamleleri etkili oldu. Kitapta sürecin iyi bir kronolojisiyle birlikte varılacak yerin erken öngörüleri mevcut. Zira ortada hiçbir devletinkine benzemeyen sabit bir devlet aklı, ezberi ile siyaseten tam olarak hangi yoldan yürüyeceğine karar verememiş gibi görünen devasa bir silahlı hareket var. Ders alındı mı? Dersten ne anladığımıza göre değişir. Şimdilik görünen iki taraf da daha çok sınır ötesinde cereyan edecek büyük savaşa hazırlanıyor.
Cihan Şan: Biraz da insanı/insanlarımızı değerlendirelim istiyorum. Beni üzerinde düşündüren bir başlık… “Apolitizm Politiktir” ve onun analizi…
Durum tam olarak bu değil mi? Apolitik olanda aslında Politiktir?.. Ayrıca bu bir çeşit kuşatma?..
İsmail Güney Yılmaz: Yeni ve makul bir politik biçim olarak depolitizasyon yukarıdan aşağıya örgütlendi. Kuşatmanın tamamlandığı ise bugüne bakınca anlaşılıyor. Hatta şimdilerde gündemde olan seküler gençlik de bu politikasızlaştırmanın bir ürünü. Solun olmadığı ve her şeyi devlet aklının belirlediği ortamda yeni “radikal muhalefet” de mevcut devletten bile daha gerici bir akılla arz-ı endam etti. Fakat bu öyle bir “radikal muhalefet” ki her an, en ufak bir hamlede devlete, AKP’ye asker yazılır. Yukarıda da belirttim şu anki toplum toplamı tarihteki en benzeş bileşen. Gericilik, ırkçılık, Kürt düşmanlığı yükseliyor. Umutsuzluk ve örgütsüzlük yozlaşmayı getiriyor.
Cihan Şan: Evet ilgili okuyucu kitabın içeriği ve konu başlıklarının zenginliğini görecektir diye düşünüyorum çünkü her bir not ve başlık neredeyse bir kitap konusu. Söyleşinin sonuna doğru kitabın sonunda bulunan şema dikkatimi çekti. Daha doğrusu yeni başlayanlar için kim kimdir? Sol örgütlerin kökenleri/akrabalık yakınlık ilişkileri -kim kimden ayrılmış ve hangi gelenekten geliyor vs…
Çok fazla ve çeşitli fraksiyon örgütlenmesi ve bölünmesi var değil mi? Birazda şaşırtıcı gerçekten… Dünya devrimler tarihinde böylesi bir başka örnek ülke var mı?
Ne söylemek istersin?
İsmail Güney Yılmaz: Sol bütün dünyada parçalı hâlde, ama böyle bir fraksiyon zenginliği çok az ülkede var. Bu Türkiye solunun hem özgünlüğü hem de zaafı. Bir de bu kadar güçsüz olunan bir dönemde bile hâlâ bu kadar ayrı örgütün olması gülünç bulunuyor. Gerçi hep sola sallanır, ama Türk sağı da ayrı örgütlenmeler manasında inanılmaz parçalıdır aslında. Yüz kadar gerekli gereksiz parti var. Yine de farz-ı misal TİP ayrılığı mecburiyetken, TKH neden TKP’den ayrıldı diyorduk mesela. Ama biz bunu derken TKH de bölündü. Ya da Devrimci Sol ayrılığının haklılığı tarihçe ispatlandı, ama neden bu kadar çok silahlı mücadele savunan THKP-C ardılı ortaya çıktının cevabı yok. AEP’çilerin bu denli parçalanmışlığı gerekli miydi? TKP/ML’de ilk bölünme kaçınılmazdı, ama peki ya sonrakiler?
Hâliyle ayrılıkların politik motivasyonlardan başka bazı sebeplerden de beslendiği açık.
Cihan Şan: Söyleşiyi bitirirken son sözler olarak gazete okuyucularımıza ve genç arkadaşlara tecrübe aktarımı açısından ne söylemek istersiniz…?
İsmail Güney Yılmaz: Zor ve el yordamıyla yol alınması güç bir süreçten geçiyoruz. Enseyi karartmak için gerekçe çok ama özcü, böyle gelmiş böyle giderci bir karamsarlığa kapılmasınlar. Tarih ve halk mücadeleleri birçok zenginlik ve sürprizi bağrında taşır. Yeni ve devrimci olan birgün çıkagelir. Bence en önemli şey göğsümüzdeki devrimci ahlaki cevahiri soldurmamaktır. Onu korursak o bizi her dönemece karşı donatacaktır.
Cihan Şan: Söyleşi için çok teşekkür ederim.
İsmail Güney Yılmaz: Ben teşekkür ederim. Selamlar.