DENİZ…
“O” bir fidandı… Ve 6 Mayıs 1972 tarihinde Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte saat 1.00-3.00 arasında Ankara’da cezaevinde idam edildi.
Yani, bu geceyi sabaha bağlayan saatlerde…
İlkokul ikinci sınıftaydım. Öğretmenimiz çok ağlıyordu. Meğer o Deniz ağabeyin annesi, bizim öğretmenimizin arkadaşının oğluymuş… Anlattı bize… Öğretmenimiz ağladı. Biz de çok ağladık. Lise ikinci sınıfta olan ağabeyime benziyordu. Ağabeyim de böyle uzun ve inceydi. Hep Deniz ve Yusuf ve Hüseyin ağabeylerden bahsediyorlardı. Çok kötü bir şey olmuştu, dinledik durduk…
Sonra yıllar geçti… Okuduk, dinledik ve sonraları bu fidan ve arkadaşlarının idamlarını durdurmayan, “bana sağcılar adam öldürdü dedirtemezsiniz” diyen, “yollar yürümekle aşınmaz” diyen, Morrison lakaplı, fötr şapkalı Süleyman Demirel isimli devlet adamı yüzünden İTÜ, bir buçuk yıl kapalı kalacaktı. Öyle kötü günlerdi ki… Lise eğitimimizdeydik. Sömestr tatili olaylar yüzünden uzadı ve benim canım babam ne kızının güzel karnesini ne okulu kazandığı derecesi ile ve her şeyi ile gurur duyduğu oğlunun İTÜ mezuniyetini gördü… Oysa kalp krizi geçirmiş hali ile sürpriz yapıp bütün kapalı çarşıda oğluna altın arı rozeti almaya gitmiş, anneme bile söylemeden, yaşıtı İTÜ’lü Süleyman’ın kendisine en büyük zararı vereceğini bilmeden…
Böylece öğrendik kim kimdir, kimler kimlerledir… Ve yıllar sonra 90’larda bir fidan sevdim. Aynı Deniz gibi uzun ve sakallı ve de ağabeyim gibi uzun ve sakallı ve Deniz görüşlü ve düzgün ve dürüst ve mert… O da Hacettepe’den… Bizler gibi Karadenizli… Bizler gibi birini sevdim.
Hem onu sevdim hem uçuşu… Onun beni bekleyeceğini keyifle hissederek bir sürpriz yapmak istedim. Biliyordum Deniz’i sever… Suadiye’de oturuyoruz. Bağdat caddesi üzerinde / Şaşkınbakkal’da çerçeveci buldum. Bir de güzel Deniz pozu buldum. Ama asla kolay değil, çok zor… O zaman anladım ki -yahu dalga geçmiyorum- sakalı var falan değil, insan severim ama, bizimkini de seviyorum, aldım çerçevelettirdim. Dedim ki ‘öyle bir sar ki, yarın sabah İstanbul Zürih uçuşum var, sonra Ataköy’e gidecek benimle’… Bir güzel paket yapıldı çerçeve, kondu büyük bavula, gitti ekip olarak benimle Suadiye- Yeşilköy – Zürih- İstanbul’a… Döndük uçuştan, gümrükte dedim ki ‘İster misin, git gel uçuştan bu ne ablam desinler’? Hayatında kurabiye çıkmayan bavulumdan ‘bu da ne böyle!’ desin gümrükçüler… ‘Aman’ dedim, ‘hediye bu, ne yapayım?’ derim. Aramadılar. Geçtik gümrükten. Zaten yasak değildi ama tuhaf olmasın isterdim. Her şey güzel oldu. Sonra Ataköy’e uğradım, sevdiğime… Çıkardım resmi. Beğendi elbet! Pek belli etmezdi beğendiğini, sevdiğini… Beğendi gibi geldi.
Her yıl dönümünde Deniz’i ve onu hatırlarım ve 94 yılından beri de hep o uçuşu anarım. Ruhunuz şad olsun üç fidanlar ve arkadaşları… Ömrüne bereket eski fidan sevdiğim…
O gün bu gece sabah karşı;
Kimimiz gül ağaçlarına dileklerimizi astık,
Kimisi de üç fidanı dar ağacına.
Çok ağladı Suadiye Turhan ve Mediha Tansel, ilkokulumdaki öğretmenim Ferdiye Yüksel… “Bugün asılan Deniz, arkadaşımın oğlu” dedi.
O gün anladık ki Denizler kurumaz kalpler kurur, çürür insanlık… Sol yanımız ağrır bizim. Sol elimizi kullanırız biz doğuştan.
O gün bugündür ip atlamadım, lastik de oynamadım… Oysa en sevdiğim iki oyundu.
Boğazında kaldı yiyip yuttukları kararı veren hakimin ama cok geç kaldı.
Üç fidan birazcık darağacında ama kalbimizde hep kaldılar.
Hiç okumaktan bıkmadığım bir gerçeği tekrar hatırlatarak…
Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş, annesinin Deniz’in idamını öğrendiğinde duyduğu büyük acıyı şöyle anlatmıştı:
“5 Mayıs Cuma günü yine okula gitmişti annem… Sabahçıydı. Sıkıyönetim vardı. İzin almak kolay değildi. Okulda müdürü, “Siz gidin hocam” demiş, izin vermişler.
5’ini 6’sına bağlayan gece evde baş başaydık. Oturduk radyonun başına, bekledik sabaha kadar…
Belki TRT vermez diye bir yandan Moskova Radyosu’nun Türkçe yayınını dinliyordum. Yok. Haber yok.
Uzanmıştık, arada dalıyorduk. Sonradan söyledi annem, infazın yapıldığı saatlerde, gece 2 civarında sıçrayarak uyanmış. ‘Bir an içimden bir şeyler koptu’ diye anlattı.
Sabah oldu. 7 ajansında ilk haber olarak verdi:
‘Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan bu sabaha karşı idam edildiler.’
Annem arka odadaydı.
‘Anne bak, haberlerde bir şey diyor’ dedim. Duydu, feryadı kopardı. Yere attı kendini, bağırmaya başladı.
‘Gitti oğlum, Deniz’im’ diye ağlıyordu.
Korkunç bir üzüntüydü. Teselli etmeye çalıştım, ama ben de ağlıyordum.
Ağlaştık ana oğul…
Sonra akrabalar yetişti. Acıyı paylaştı.
O zamanlar cumartesileri yarım gün olurdu. Annem o haldeyken Nural Yengemi okula yolladı, o gün gelemeyeceğini bildirdi.
Akşam babamla Bora abim otobüsle geldiler. Kalabalık dağılınca aile baş başa kaldık.
Bir müddet konuşmadık, sadece ağladık.
Sonra gece, sakinleşince anlattılar.
Annem, ‘Gördün mü çocuğumu’ diye sordu.
“Gördüm, sarıldım” dedi babam…
“Nasıldı?”
“Boynunda bir morarmışlık vardı. İp izi… ”
Günlerce ağladı annem, günlerce ağladı.”
Meltem Uzuner
Ne fidanlar gitti memleket uğruna 😪
İçim sızlıya sızlaya okudum. O günleri yaşadım yeniden.