Ahmet Hulusi Kırım
Dünyanın gittikçe daha fazla bölgesi emperyalist savaşın ilgi alanı haline geliyor. Bazı coğrafyaların talihi ise öteden beri “kara” harflerle yazılmış durumda, tıpkı Afrika gibi… Yüzyıllar boyu Avrupalı sömürgecilerin elinden çekmediği kalmayan, köleleştirilen, sömürülen, aşağılanan Afrika halklarının çilesi kapitalizmin bu en “modern” çağında da son bulmuş değil. Afrika halkları, sömürge olmaktan kurtulmanın kapitalist sömürüden ve emperyalizmden kurtulmaya yetmediğini yaşayarak öğreniyorlar. Afrika’nın ezilen ve sömürülen emekçileri bir yandan yerli egemenlerin diğer yandan da kıtadan elini hiç çekmeyen emperyalist güçlerin kıskacı altında inliyorlar. Yaşlı kıta, milenyum çağıyla birlikte başta ABD ve ÇİN olmak üzere emperyalist güçler arasındaki kapışmanın alanına dönüşmüş durumda.
Son yıllarda uluslararası düzlemde yükselen bir güç olarak, Batılı emperyalistlerin kıtadan ayrılmasını fırsat bilen Çin de, Afrika’nın büyük bölümüne yerleşerek varlığını güçlendirdi. Afrika ülkelerinde en önemli ortaklardan, sömürgecilerden biri haline geldi.
Çin-Afrika ilişkilerinin geçmişi her ne kadar beş yüz yılı aşkın olsa da ilişkiler esas olarak Mao Zedong zamanında başladı. 1955’de toplanan ve 29 Asya-Afrika ülkesinin katıldığı Bandung konferansında, Başkan Mao’nun “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” 5 ilkesi konferans belgelerine geçirildi. Konferans sayesinde kıtaya ilk kez bilinçli bir şekilde ve belirli hedefler doğrultusunda açılım yapıldı. Pekin’in Afrikalı ülkelere kendisini kanıtlaması, sömürgeci bir geçmişi olmaması nedeniyle zor olmadı. 1960’dan itibaren Mao’nun kıtaya ideolojik yaklaşımı (Kültür Devrimini yayma) bir ara ilişkileri gerse de Mao sonrası dönemde yerini pragmatizme bırakınca 21.yüzyılda ilişkiler tepe noktasına vardı.
Petrol, altın, kobalt, uranyum gibi birçok hammadde açısından oldukça zengin olmak, özellikle 21.yüzyılın başından itibaren Afrika için sorunların kaynağı haline geldi ve kıtayı ABD, Japonya, Hindistan ve Çin dahil birçok ülkenin küresel güç rekabetinin merkezine oturttu.
Çin, “ kazan-kazan ” ilkesiyle (karşılıklılık) Afrika’ya yönelik kapsamlı bir strateji uyguluyor. 20.yüzyılın Klasik sömürgecileri gibi davranmıyor. Ekonomi ve ticari nitelikleri baskın olsa da bu politikanın siyasi ve kültürel boyutları da var. Afrika’da yerleşik olan Amerikan, İngiliz ve Fransız emperyal varlıklarının Afrika kültürü ve eğitimi üzerindeki yıkıcı etkileri devam ederken bu kültürel savaşa, Çinlilerin Batılı güçlerin izlediği stratejilerin bir benzeri olan “Konfüçyüs Enstitüsü” aracılığıyla katılması, Afrika için yeni bir emperyal dönemin başlangıcı oldu.
Afrika’nın Çin için önemine dair birkaç önemli neden sayılabilir.
- Çin ekonomisinin enerji ve hammadde ihtiyacı.
- Çin’in, jeopolitik mücadele alanını Afrika’ya da taşımak istemesi. Afrika, enerji nakil hatlarının güvenliği, deniz ticaretinin yolunda ilerleyebilmesi için stratejik öneme sahip.
- Afrika’nın ucuz işgücü.
Çin’in petrol tedarikinde kaynaklarını çeşitlendirme ve Ortadoğu-Arap bölgesine bağımlılığını azaltma politikası çerçevesinde Afrika petrolü, Çin dış politikasının en önemli hedeflerinden biri. Çünkü Çin, 1990 yılından itibaren petrol ithal eden bir ülkeye dönüştü ve büyüyen ekonomisine paralel olarak petrol ihtiyacı her geçen gün daha da artıyor.
Çin 2013 yılında, 2045’de tamamlanması öngörülen ve Güney Çin denizini, Basra, Umman Körfezleri, Güney Avrupa ve Latin Amerika limanlarını bir araya getirmeyi hedefleyen “Deniz İpek Yol Kuşak” projesini geliştirdi. Deniz İpek Yolu Çin’in önemli Afrika projelerinden biri. Bu proje kapsamında Çin’in ekonomik ve ticari ayağının nerdeyse tüm dünyaya yayılması hedeflenirken aslında bu amacın altında enerji kaynaklarını ve ticari ayağını koruyacak, askeri anlamda özgürlük ortamı yaratacak olan denizlere hakimiyet stratejisi de yatmaktadır. Bu proje gereği Çin devleti veya özel şirketleri şimdiden bölgede 46 limanın sahibi veya uzun dönem işleticisi.
2013 yılında Çin tarafından, Afrika’da önce kentsel gelişim ile ilgili önemli adımlar atıldı. Çin Afrika’da, ”altyapı için kaynak sözleşmeleri“ ile, partnerinden aldığı kaynak imtiyazları karşılığında (enerji kaynakları ve madenler) demiryolları, hastaneler, üniversiteler, stadyumlar, limanlar ve karayolları inşa ediyor. Büyük çiftlikler kiralayıp tarım ziraatı yapıyor. Buralarda kendi işçilerini çalıştırıyor. Yoksulluk ile boğuşan ve kaynak sıkıntısı çeken Afrikalı yöneticiler ağır şartlar taşıyan bu sözleşmeleri kabul ediyorlar.674 Çin devlet işletmesi Afrika’da madencilik, kerestecilik ve haberleşme gibi sektörlerde faaliyetteler. 10.000’den fazla Çinli şirket 2005’den beri Afrika’da 2 trilyon dolar yatırım yaptı. Yatırım karşılığı açtığı kredi ise 150 milyar doların üzerinde. Afrika’nın çeşitli ülkelerinde 1 milyon üzerinde Çinli İşçi çalışmakta. Çin tarafından yapılan yatırım projelerinde ve yerel devletlerle imzalanan alt yapı projelerinde sadece Zambia’da 80 binden fazla Çinli mahkumun çalıştırıldığı iddia edilmekte. Çin’in Afrika ile her geçen gün büyüyen ticaret hacmi ve birçok sektördeki ciddi yatırımlarının varlığı ilişkilerin ekonomik ayağını oluşturuyor. 1970’lerde Afrika pazarının en büyük Asyalı tedarikçisi Japonya ve Güney Kore iken,10 yıl sonra Çin ürünleri alternatif oldu.1997’de 5,7 milyar dolar olan ticaret hacmi 2015 yılında 300 milyar dolara yaklaştı.
Çin, yaklaşık 10 yıldır Afrika kıtasındaki en büyük yatırımcı sıfatına haiz. Çin ve Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi bir önceki yıla göre %35,3’lük bir artışla 254,3 milyar dolara ulaşmıştır. Çin, ihtilaf halinde Çin mahkemelerinin yetkili olacağını da kapsayan R41 sözleşmeleriyle Afrikalı devletlerin kaynakları üzerinde imtiyaz sahibi olurken diğer yandan Afrika pazarında ucuz Çin ürünlerinin ihracatını da artırıyor.
Çin, Afrikalı devletlere en çok borç veren ülkedir. 2000 yılından itibaren Çin hükümeti ve bankaları Afrika ülkelerine 148 milyar dolardan fazla kredi verdi. Tüm Afrikalı devletlerin borçlarında Pekin hükümeti %20’lik paya sahiptir. Çin, borçlandırarak, Batılı emperyalistlerden daha vahşi şekilde sömürme politikasıyla, vadesi gelen ancak ödeme yapamayan ülkelerdeki stratejik limanlara, madenlere ve havayolu şirketlerine el koyuyor. Örneğin Cibuti ve Zambiya pratiğinde görüldüğü üzere borçlar karşılığında bazı yerel varlıklara Çinliler tarafından el konuldu.
Afrika kıtasında devam eden emperyalist kapışmanın Afrikalı halklara neye mal olduğu herkesin malumudur. Emperyalist rekabet Afrika’daki siyasi istikrarsızlığı daha da pekiştirmektedir. Ülkelerin çoğu zengin kaynaklara sahip olmalarına karşın, mevcut otoriter rejimler elde ettikleri gelirleri silahlanmaya ve iktidarlarını korumaya harcıyorlar. Afrika’nın ekonomik-siyasal-toplumsal sorunları adeta birbirini besleyen sarmal haline gelmiştir ve emperyalist kapışmanın gittikçe kızıştığı günümüzde bu tablonun değişmesi mümkün değildir. Bu kısır döngüyü kıracak olan tek şey bağımsız sınıf partisi öncülüğünde Afrikalı işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olacaktır.








Güzel bir analiz… Buna ek olarak şunu diyebilirim; sanayileşen Çin’in tarım ile sanayi genel işbölümü kategorisinde kalan ülkelere ihtiyacı var. Çünkü Çin klasik emperyalist bir gelişme içinde “uluslararası” işbirliğine ve iç pazarlara ihtiyacı var.