Ahmet Hulusi Kırım
Putin, son 15 ayda Çin’i üçüncü kez ziyaret etti. Ukrayna’daki savaş devam ederken Batı’nın yaptırımlarıyla karşı karşıya kalan Moskova, Çin’e giderek daha fazla bel bağlamış durumda. Aradan 1 ay geçmeden Putin bu kez Kuzey Kore ve Vietnam’ı ziyaret etti. Putin, Kuzey Kore ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması, Vietnam ile de ticari anlaşmalar imzaladı. Kuzey Kore ve Vietnam ziyaretleri iki nedenle Çin’in pek hoşuna gitmedi. Birincisi Çin’in bölgeyi kendi hakimiyet alanında görmesi, ikinci neden de Pasifik’te ABD-Güney Kore-Japonya eksenine karşı Rusya’nın kurmak istediği Çin-Rusya-Kuzey Kore ekseninin dengesiz lider Kim yüzünden topyekûn bir savaşa neden olabileceği endişesidir.
Bilindiği üzere, iki emperyalist güç, Çin ve Rusya iki taraflı ilişkilerinde pek çok sorun olmasına karşın 1996 senesinde “stratejik ortaklık antlaşması” imzalamışlardı. Mayıs ayındaki ziyarette bu antlaşmayı bir kez daha teyit ettiler. Ancak buna rağmen, iki devlet arasında iki taraflı ilişkilerde sınır ihtilafı dahil hala çok sayıda sorun bulunuyor.
Taraflar arasındaki ilişkinin boyutunun, yani yapılan anlaşmanın kısa vadeli ve sınırlı bir alanda stratejik işbirliği antlaşması mı yoksa daha uzun vadeli kapsamlı hedefler peşinde koşan stratejik ortaklık antlaşması mı olduğu günümüzde tartışmalı.
Çin, Rusya’nın kendisine kur yapma çabalarına rağmen Rus emperyalizmini Başkan Mao’dan beri başlıca tehlike olarak görüyor. Bu yalnızca, geçmişte Ruslar ile 7 ay süren sınır çatışmalarından dolayı değil, onun ötesinde, Rusların Afganistan’ı işgal etmiş olması ve daha da kaygı verici olan ise Sovyet destekli Vietnam’ın güneye doğru askeri yayılmacılığı yüzündendir. Keza Putin’in, hem bölgede Rus nüfuzunu yeniden yerleştirmek hem de Çin’in ezeli düşmanı Hindistan’a doğru açılma stratejisi, iki devlet arasında başlatılmış olan stratejik yakınlaşmanın devamına gölge düşürüyor.
Çin, mevcut konjonktürde Moskova ile kavga etmek istemiyor. Çin emperyalizminin modern stratejisi, askeri istilaya değil aşamalı ekonomik, demografik istilaya dayanıyor. Bu politikasını da somut olarak bakir alan Sibirya’da uyguluyor. Çin hükümeti, vatandaşlarının zengin yeraltı kaynaklarına sahip Sibirya’ya göçünü teşvik ediyor. Zaten Çinli politikacılar da geçmişte Sibirya, Mançurya üzerinde hak iddia ettiklerini defalarca açıkladılar.
Kalabalık nüfusunu besleyebilmek için her sene yüzde 8 oranında istikrarlı büyümesi gereken Çin’in gelişmesi, kaynak ve gıda sıkıntısı çektiği için çok sınırlı. Ekonomik gelişmesinin yanı sıra enerji teminindeki güvenliği bakımından yeni ve güvenilir petrol kaynaklarına erişim Pekin için temel amaç haline gelmiştir. Stratejik kırılganlığını azaltmak maksadıyla petrol ikmal kaynaklarını coğrafi anlamda çeşitlendirmek istiyor. Ekonomik gelişimini devam ettirebilmesi için emperyalizmin doğası gereği yeni yaşam alanlarına ihtiyacı var. Bu genişleme batı, güney yönünde olamayacağı için kuzeye; zengin hammadde, hidrokarbon ve yer altı kaynaklarına sahip Sibirya’ya doğru olacaktır.
Rus emperyalizmi de Çin’i güneyde en tehlikeli jeopolitik komşusu olarak görmekte. Rus jeopolitiğine göre iki nedenden ötürü Çin Rusya için tehlikelidir: Kendiliğinden Atlantikçiliğin jeopolitik bir üssü olması, yüksek nüfus yoğunluğu sebebiyle “sahipsiz alanlar” araması. Her iki durumda da Çin, Rusya’yı tehdit eden konumdadır. Leneland’ın güneyindeki toprakları elinde tutması nedeniyle, bulunduğu konum çok tehlikelidir. Tüm bu mülahazalar Çin’i güneyde ve doğuda Rusya’nın potansiyel düşmanı yapmaktadır.
Rusya ile Çin arasında kurulacak bir stratejik ortaklık girişimi Soğuk Savaş sonrası dünyanın tartıştığı başlıca stratejik konulardan biri oldu. Soğuk savaşta ideolojik ve stratejik nedenlerle ilişkileri bozulan Rusya ve Çin, tek kutuplu bir uluslararası sistemin ortaya çıkmasıyla birbirlerine yakınlaşma ihtiyacı duydular. Böyle bir yakınlaşma uluslararası sistemdeki tek kutupluluğa karşı denge sağlama anlamına geldiği için kuşkusuz stratejik bir anlam taşımaktaydı. Bu iki devlet nüfuz alanları oluşturma, nükleer silahların yayılmasına karşı ortak hareket etme ve 11 Eylül sonrası terör konularında stratejik işbirliği içerisine girdiler. 2001’de, iki devletin öncülüğünde örgüt haline getirilen Şanghay İşbirliği Örgütü, ABD’ye karşı bölgedeki stratejik üstünlüğü elde tutmayı amaçlıyordu. Bölgenin enerji potansiyelinin ABD’ye kaptırılmaması önemli bir stratejik hedefti. Tüm bunlara karşın iki küresel gücün stratejik ortaklığa gitmesi mümkün değildir. Çünkü bu durum yukarıda da işaret ettiğimiz gibi küresel güç olmanın beraber getirdiği hedeflerle ilgilidir. Öncelikle her iki tarafın beklentilerinde uyumsuzluk bulunmaktadır. Rusya’nın böyle bir stratejik işbirliğindeki temel hedefi ABD’yi küresel güç mücadelesinde dengelemek iken Çin’in baş sırada böyle bir hedefi bulunmamaktadır. Bunların yanında kabul etmek gerekir ki, Orta Asya her iki taraf için bir çekişme sahasıdır. Her ne kadar Çin, Orta Asya’daki Rus üstünlüğünü kabul etmiş görünse de, Çin’in Orta Asya’daki ekonomik gücünü artırmasının stratejik ilişkiler için bir risk oluşturması kaçınılmazdır. Özellikle Çin’in bölgedeki nüfuzunun daha da artması durumunda, Rusya böyle bir ilişkideki zayıf taraf olmaya yanaşmayacaktır. Öte yandan Rusya’nın Kore sorunundaki nüfuzunu artırmak istemesi de stratejik ilişkilere zarar verecektir. Bütün bunlar stratejik ortaklık bir yana, taraflar arasında uzun süreli bir stratejik ilişkinin uyum içerisinde devam etmesini ve derinleşmesini bile güçleştirmektedir. Küresel ve bölgesel anlamda hedefleri olan bu iki devletin, geçmişte olduğu gibi gelecekte de birbirlerine rakip olmaları son derece doğaldır.