“Hak yok vazife var” diyordu Cumhuriyeti kuranlar. Gerçekten de hakkın olmadığı, bir liberal düzeni kurup adına da Cumhuriyet dediler. Lakin bu liberalizm öykündükleri Batı’daki gibi ulusötesi sömürgelerden elde edilen artığa el koyamayacağı için mecburen kendi halkını sömürecekti. “Vazife” sömürü olunca binlerce insanın sömürüsüyle elde edilen artık, inşa edilen burjuvaların kasalarına akacaktı.
Suat Derviş hayalden hakikate geçtiği ve İthaki yayınları tarafından kitaplaştırılan yoksul mahallelerinde yaptığı gezi sırasında 1929 büyük depresyonunun izinde bütün bir Türkiye’yi ve İstanbul’un yoksul mahallelerini kasıp kavuran eşitsizlikleri dile getirdiği röportajlar serisinden oluşan Çöken İstanbul müstesna bir kitap. Türkiye’de halk ve hak temelli bir gazeteciliğin iki öncüsünden biri olan Suat Derviş, yoldaşı Neriman Hikmet gibi bu alanda öncü, kurucu bir rol üstleniyor. Derviş Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin girdiği kapitalist yolda, devletin bütün kurumlarıyla halkı dışlayan, onu yok sayan hiçe sayan politikalarının varlığını ispat eden bir tutumu var. Bu tutum gerçekçi bir tutum olmakla birlikte Suat Derviş’in sadece halkın duygu ve düşüncelerini aktaran bir tercüman olmadığını, Türkiye’de çalışan yoksul halkın sosyal güvencelere kavuşturulması gerektiğini savunarak bir aydın rolü üstlendiği görülüyor.
Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmiyle bütünleştiği 1930’lu yılların ikinci yarısında derinleşen sömürüye koşut olarak, halkı dışlama pratikleri üzerine inşa edilen Cumhuriyetin aslında Cumhuriyet olmadığı Suat Derviş’in kaleme aldığı röportajlarda bir kez daha netleşiyor. Bu gerçeğin kavranılması, Türkiye’nin bugüne kadar devam eden “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” resmi ideoloji yalanının geçerli olmadığının, kapitalist toplumda ezilen ve sömürülenlerin olduğunun ve bunların sayılarının her geçen gün artacağını gösteriyor. Derviş’i şaşırtan halk gerçekliği, Nişantaşı gibi hali vakti yerinde olduğu zannedilen bir İstanbul semtinde bile aç çocukların olduğunu dile getiren öğretmenlerin çaresizliğinden yankılanıyor. Açlığın ve sefaletin berbat armağanı verem hastalığının ve buna bağlı ölümlerin dile getirildiği satırlarla ortaya çıkıyor… Veremin bir salgına dönüşmesiyle yoksulluğun derece derece açlığa dönüşmesinin, sağlık sorunu olarak algılatılan Verem hastalığının aslında eşitsizlik ve sömürü ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğinin şahidine dönüştürüyor yazarı.. Suat Derviş’in bu şahitliği, eserlerinde de karşılığını buluyor. Suat Derviş’in daha önce kaleme aldığım İstanbul’un Bir Gecesi ve Ankara Mahpusu gibi romanlarının kökeni ve ana fikrini merak edenler, bu meraklarının karşılığını Çöken İstanbul’da fazlasıyla buluyor. Sağlığın sosyal belirleyicileri olduğunu, sosyal belirleyicilerin eşitsizlik ve yoksulluk ve bunların sebebi olarak kapitalist sömürünün insanı insan olmaktan çıkardığını ispat eden satırlarıyla Suat Derviş, adeta toplumsal yapıyı analiz eden bir sosyolog gibi 1930’lu yılların İstanbul’unda bir yolculuğa çıkarıyor okurunu. Yolculukta Suat Derviş yoksulluktan eşyalarını satışa çıkaranlardan, kimsenin barınmak istemeyeceği rutubetli havasız sığınaklarda ömür tüketenlere, veremli evladını kaybeden annelerin dramına pek çok durakta insan ve toplum gerçeğini yeniden inşa ediyor.
Halkını yoksulluğa ve açlığa mahkum ve mecbur eden, dengeleyici hiç bir kurumu -sosyal sigorta ve işsizlik sigortası- gibi kurmaktan da imtina eden burjuva Cumhuriyetini reforma zorlayan, yine emekçi sınıfların mücadelesi olmuştur. Bugün tasfiye edilmeye çalışılan sosyal sigortalar sisteminin yararlarını yazılarıyla ortaya koyan Suat Derviş, bu aralar yine İthaki Yayınları arasından çıkan Çöken İstanbul’un devamı niteliğindeki Önce Kadınlar ve Çocuklar adlı kitapta bu kez derin yoksulluğun 1930’lardaki etkilerini kadınlar ve çocuklar üzerinden takip ediyor. Her okunduğunda halka yakın, kamu yararını gözeten bir habercilik nasıl yapılır ? Sorusuna yanıtlar veren Suat Derviş’in gazetecilik dönemi yazıları bu yüzden çok önemli. Unutulmuş bir gelenek yani halk için halka yakın habercilik yeniden kurulacaksa, ilham kaynağı ve somut örneğini arayanlar için kuvvetli bir referans kaynağı nedir diyenlere Suat Derviş’in bu iki kitabını tavsiye edebilirim.