31 Mart yerel seçimlerinin ortaya koyduğu tablonun işaret ettiği imkanlar zemininde, bu konuda sözü olan aydınlardan, sosyalist siyasetçilerden akademisyenlerden, toplumsal mücadele dinamikleri içinden birey veya kurum temsilcilerinden, demokrasi güçlerinin en geniş birliğinin yaratılması, bu alandaki mevcut tıkanıklıkları aşılması için düşüncelerini ve önerilerini yazmalarını talep etti. Gelen yazıların okunup tartışılması sonrasında, muhtemelen Kasım ayı sonunda bir büyük toplantı düzenlemeyi önüne hedef olarak koydu.
Aşağıda Demokrasi İçin Birliği platformunun ‘Çağrı’sı var
Bu sayfada, çağrının altında, tartışmaya katılan yazıları yayınlıyoruz. Dikkatle okunması ve olabildiği kadar yaygın paylaşılması temennimizdir.
Yeni Bir Türkiye Alternatifi
RIZA TÜRMEN – AİHM Eski Yargıcı, DiB Kurucusu
Yerel seçimler Türkiye’de siyasetin parametresini radikal bir biçimde değiştirdi. 22 yıldır iktidarını sürdüren AKP ilk kez ikinci parti durumuna düştü. Ana muhalefet partisi CHP birinci parti oldu. TBMM’nin mevcut oluşumu halkın iradesini yansıtmıyor. Parlamentonun halkın iradesini yansıtmaması durumunda demokrasilerde yapılması gereken erken bir seçime giderek halkın desteğine sahip yeni bir parlamentonun kurulmasıdır. Nasıl ki Fransa’da Macron bunu yaptı.
Yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı olduğu, genel seçimlerde halkın devleti yönetme yetkisini AKP-MHP ittifakına verdiği argümanı doğru değildir. Seçimin konusu ne olursa olsun seçim sandığı halk iradesinin somutlaştığı yerdir. Demokrasi iddiası olan her iktidar bu iradeye saygı göstermelidir. AB Parlamentosu seçimleri de Fransa’da iktidarı ve parlamentoyu etkilememişti.
1978’de Ecevit hükümeti kurulduktan sonra yapılan senato seçimleri ve ara seçimler, parlamento aritmetiğinde önemli bir değişiklik yapmasa bile CHP’nin muhalefete karşı zemin kaybettiğini gösterdiğinden Ecevit hükümeti istifa etmişti.
Türkiye’de erken seçim kararı almak için 360 milletvekiline gereksinim var. Muhalefetin bu sayıya ulaşma olanağı yok. O zaman Ecevit’in yaptığı gibi Cumhurbaşkanı’nın istifası ve seçimlerin yenilenmesi, demokratik bir davranış olurdu. Ancak tek adam partisi olduğu için kurumsallaşmamış, varlığını iktidarda kalmaya bağlamış AKP’nin kendi rızasıyla iktidarı bırakması beklenemez. Bu durum karşısında toplumsal muhalefetin ve muhalefetteki siyasal partilerin sürekli olarak Türkiye’nin, halkın desteğine sahip olmayan bir azınlık iktidarı tarafından yönetildiğini vurgulamaları, iktidarın meşruiyetini sorgulamaları gerekir. Muhalefetin bu söylemi yaygınlaştırması, iktidarı frenleyecek, toplumdan rıza almasını güçleştirecek, muhalefetin elini güçlendirecektir.
Yerel seçim sonrası siyasetteki bir başka parametre değişikliği, Türkiye’de iktidarın ikili bir yapıya dönüşmüş olması. Yerel seçimlerle makro düzeydeki merkezi iktidar yanında mikro düzeyde yerel iktidar doğdu. Birbirleriyle rakip olan bu iki iktidar arasında çatışma çıkmaması olanaksız. Zaten merkezi iktidar SGK primleri gibi mali araçlarla yerel iktidarı boğma çabasında. Öte yandan yerel yönetimler, yeni bir Türkiye’nin inşasının gerçekleşeceği yer. Merkezi iktidar eski, otoriter, dinsel referanslı AKP Türkiyesi’ni, seçim sonrasındaki yerel yönetimler ise yeni Türkiye’yi, değişimi temsil ediyor. O nedenle yeni bir toplumun, yeni bir Türkiye’nin, yeni bir demokrasinin inşası yerelden başlamalı merkeze doğru genişlemeli.
Eskinin tükendiği, söyleyecek sözü kalmadığı bir dönemde, yeninin inşası büyük bir önem kazandı. Büyük halk kitleleri, kendilerini yoksullaştıran, değersizleştiren bu düzenin bir an önce sona ermesini, yeni bir düzeninin başlamasını beklemekte. Özgür Özel CHP’sinin “değişim” sloganı bu nedenle halk için bir umut ışığı oldu. Ancak bu değişim projesinin içeriği henüz açık değil. Yeninin inşasında yapılacak en büyük yanlış toplumsal tabanı olmayan bir siyasal güce, bir siyasal partiye işin bırakılmasıdır. Yeni bir Türkiye’nin inşası projesinin başarılı olması için önce yeni bir demokrasinin aşağıdan yukarıya kurulması, aşağıdakiler için ve aşağıdakilerle birlikte hazırlanması, kağıt üzerinde kalmaması, uygulamaya dönük olması en temel koşullardır.
Bu nedenle bu tür bir proje ancak halkın içinden gelen sivil toplum örgütlerinin katılmasıyla başarılı sonuç verebilir.
Bu noktada Türkiye’deki sol harekete (sol derken geniş anlamda bütün muhalif demokratik güçleri kastediyorum) önemli bir görev düşmekte. Sol cephe özgürlüğe, eşitliğe dayanan yeni bir devlet ve toplum modeliyle ortaya çıkmalıdır. Amaç iktidara gelerek mevcut iktidarın içini boşalttığı kurumları devralmak değildir. Amaç, devleti ve toplumu yeniden tanımlamak, devletin işleyişini değiştirerek halktan yana, halkın yönetime katıldığı, halkın egemen olduğu bir devlete dönüştürmek olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirecek yeni kurumlar kurulmalı, mevcut kurumlar değiştirilmelidir.
Solun böyle bir alternatif toplum ve devlet projesiyle ortaya çıkması için sol platformların ve partilerin ideolojik farklılıklarını saklı tutarak demokrasi ve sosyalizmin asgari müşterekleri üzerinde birleşmelerine ihtiyaç var. Sol cephenin bu girişimi Türkiye’deki sola yeni bir enerji, yeni bir canlanma getirecek, sol hareketi güçlendirecek, belki de yeni bir sol birliğe yol açacaktır.
Bugün siyasal iktidarın baskıcı, otoriter tek adam rejimine karşı hak talebinde bulunan gruplara baktığımızda şunu görüyoruz:
Bir yanda birbirinden kopuk, kendi sorunlarıyla sınırlı, sorunun bütününü gözden kaçıran periferik itirazlar, çoban ateşleri. Bu çoban ateşleri örgütlenmedikleri sürece etkili olamıyorlar. Birleşik bir sol cephe bu çoban ateşlerinin örgütlenmesi bakımından da önemli bir rol oynayabilir.
Öbür yandan giderek yoksullaşan, toplumun kenarına itilen, ezilen pasif bir kitle. Bu duruma düşmelerine devletin politikalarının neden olduğunu unutarak kurtuluşu hala devlette gören çaresiz, umutsuz insanlar. Bu pasif kitleyi talepleri olan, siyasetin öznesi, değişim motoru bir “halk”a dönüştürmek için yerelde katılımcı bir demokrasi uygulamasına geçmek gerekir. Ancak halk kolektif olarak yeni bir toplum inşasının mimarı olabilir. Ancak o zaman gerçek bir demokrasiden söz edilebilir.
Bunu gerçekleştirecek olan muhaliflerin elindeki yerel yönetimler, özellikle CHP’nin elindeki büyük kent belediyeleridir. O nedenle bu konuyu CHP ile birlikte ele almak gerekecektir. Demokrasi yukardan aşağı inşa edilemez. Aşağıdan yukarı inşası için bir kültürel dönüşüme ihtiyaç var. Birleşik bir sol bu kültürel dönüşümün gerçekleşmesinde etkili olabilir. Ancak her şeyden önce yerel yönetimler aracılığıyla bu dönüşümün kanalları açık tutulması gerekir.
Türkiye’de solun alternatif bir Türkiye projesi hazırlamasının ilk adımı olarak belirli konularda çalışma grupları kurabiliriz. Şu çalışma gruplarının kurulması akla geliyor (öncelik sırası olmadan):
- Özgürlük Çalışma Grubu: TCK, Terörle Mücadele Yasası, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası gibi yasalardaki baskıcı yasa maddelerini ayıklamak
- Hukuk Devleti Çalışma Grubu: Yargı bağımsızlığını sağlayacak, yargı kararlarının uygulanmasını güvence altına almak
- Kadın Hakları ve Çocuk Hakları Çalışma Grubu
- LGBTİ+ Çalışma Grubu
- Doğanın Korunması ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu
- Katılımcı Demokrasi ve Devletin Yapılandırılması Çalışma Grubu
- Eşit yurttaşlık: Aleviler ve başka inanç grupları
- Kürt Sorununun Barışçı Çözümü Çalışma Grubu
- Ekonomi Çalışma Grubu
Başka çalışma grupları da eklenebilir. Çalışma Grupları, sol platformlara ve bu konularda çalışan STK’lar, meslek odalarının katılımına açık olmalı. Çalışma gruplarının hazırladıkları raporlar, herkesin katıldığı büyük bir toplantıda birleştirilmeli. Nihai rapor basın ve siyasal partilerle paylaşılmalı.
DİB olarak geçmişte buna benzer çalışmalar yaptık. Ancak bu çalışma hem amaç, hem de katılımcılar bakımından farklı olacak. Amaç bu kez bir değişimin, yeni bir toplumun temel taşlarını koymak. Katılımcılar ise sadece ilgili STK’lar değil, aynı zamanda sol, sosyalist, komünist platformlar olmalı. Buradan yeni bir sol hareketin inşası çıkmalı.
Çalışma bir konferansla sona ermemeli, kalıcı bir sürece dönüşmeli. Bunun bir yolu katılan grupların temsilcilerinden oluşan bir Eşgüdüm Komitesi kurmak olabilir. Ya da her konu için ayrı bir eşgüdüm komitesi kurulur. Bu komite ya da Komiteler düzenli toplanarak hazırlanan programın uygulanmasını gözden geçirir, uygulama için atılması gereken adımlara karar verir. Bu amaçla ilgili makamlarla temasa geçer.
Türkiye’nin radikal bir dönüşüme ihtiyacı var. Bu dönüşüm sadece siyasal partilere bırakılamaz. Sivil toplumun ve özellikle solun yol kavşağında baş aktör olması, “nasıl bir demokrasi?”, “nasıl bir Türkiye?” sorularının doğru yanıtlanması bakımından önem taşımakta.
Sorunlar ve Toplumsal Muhalefetin Birliği
Zeliha Altuntas – Aydın Deniz | DK Alevi Bileşeni Temsilcileri
Gelin Canlar Bir Olalım!
Demokrasi için Birlik’in “Zamanı Geldi” çağrısı ile ittifak ve birlik sorunları üzerine başlatmış oldukları tartışmayı değerli buluyoruz. Demokrasi İçin Birlik Platformunun bileşeni olan Alevi toplumundan bizler de “Gelin Canlar Bir Olalım!” diyerek bu tartışmaya, demokrasi ve özgürlük arayışlarına katkı sunmak istiyoruz.
Milliyetçilik
Toplumlar belli zaman ve mekânlarda çeşitli örgütlenme modelleri oluşturmuşlardır. Milliyetçilik ulus devletlerin oluşması ile bir ideoloji olarak var olsa da her çağa, siyasal rejimlere ve sosyo-ekonomik yapıya göre şekillenmiştir ve bugün küresel ölçekte sağ rüzgarın daha şiddetle estiği, faşizmin kurumsallaştığı, ulus devletlerin tüm dünyada baskın siyasi birimler olarak “bizlerin” karşısında “ötekileri” yaratarak halkları düşmanlaştırdığını görmekteyiz.
Seçime dayalı neofaşizan rejimlerin özgün hallerini küresel ölçekte tüm dünyada yükseldiğini dehşetle izlemekteyiz. Bizim coğrafya özelinde de aşırı sağ, dinsel ögeler üzerinden de temellendirilerek demokrasi ve hukuk devleti olmaktan tamamıyla uzaklaşarak çete-mafya birlikteliği- otoriter bir yönetim zihniyetiyle insan haklarına, sivil toplum değerlerine uygun olmayan popülist söylemlerle ethno-dinsel-kültürel-hetero temelli milliyetçilik duygusunu devletin tüm ideolojik aygıtlarını da kullanarak empoze etmektedir.
Gramsci’nin belirttiği gibi “Eskinin öldüğü ama yeninin henüz doğmadığı canavarlar zamanındayız! ”
Küresel güç merkezlerinin emperyalist paylaşım savaşları, kitlesel göç dalgaları, artan sefalet ve eşitsizlikler, faşizm, yükselen ırkçılık, iklim krizi ile çoklu krizler çağındayız. Yenilgiler alan sınıf hareketinin kimlik siyaseti ile yollarını kesiştiremediği bir dönemdeyiz, oysa toplumsal gücümüzü politik bir güce çevirmenin şartı kolektif bir bilinç ve eylem birliğidir ve tek yöntemi asgari müştereklerde bir cephe oluşturmaktır. Fakat bu seçimden seçime bir araya gelişler şeklinde değil, ortak bir akıl ile, kurucu özne olarak sınıfsal, etnik, inançsal, cinsel kimlik, cinsel yönelimlerinden dolayı ötekileştirilen ve nefes almakta zorlanan halk kesimleri için sol kolektif bir irade ile tek adam rejimine karşı başkaldırma zamanı şimdi değilse ne zaman?
Alevi Örgütlenmesi
Bugün, Aleviler tüm baskı ve yok sayılma politikalarına karşı Cumhuriyetin 100. yılında hâlâ kimlik mücadelesi veriyorlar. Bir varoluş mücadelesi…
“Biz olmayı başarıyor isek bunun sebebi, yalnızca başkalarının bizi başkalaştırmak için giriştikleri faaliyetleri kökten ve kalben reddedişimizdir” (Franz Fanon)
Küreselleşme ile birlikte, seksen sonrası Türkiye’de önemli bir siyasal ve toplumsal dönüşüm yaşandı. Türkiye iç siyaseti açısından değerlendirmek gerekirse Türk-İslam sentezinin bir resmi ideoloji olarak dikte edilmesine karşın Alevi Örgütlenmesi doğmuştur. 1990 yılından itibaren de Alevilere yönelik şiddet, baskı ve katliamların artması sonucu Alevilik Örgütlenmesi ivme kazandı. Sivas Madımak otelinde tam 33 Can’ın diri diri yakılması ve bu katliama tüm devlet erkinin de seyirci kalması Alevilerin birlikte örgütlenmesi gerçeğini yaşama geçirdi. Alevi örgütlenmesi politik bir varoluş ihtiyacından doğmuştur. Ve temsil ettikleri Alevi toplumu adına siyaset yaparak eşit yurttaşlık hakkını savunmak ve bu alanda mücadele etmek için sivil toplum örgütü olarak siyaset arenasında yer almışlardır. Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine, tarih boyunca Aleviler devletin asimilasyon-eritme politikalarına maruz kalmıştır. Ulus devlet inşasında yapılan toplumsal sözleşme İslam-Türk-Erkek-Hetero kodları anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. AKP hükümeti de bu tarihsel sürekliliği en katı şekliyle uygulamaya devam etmiş ve etmektedir.
Alevilerin sorunları Türkiye Devleti’nin demokratik ve laik olmamasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, ne Cemevlerimize verilecek statü, ne de dedelerimize verilecek maaş çözüm olacaktır. Nihayetinde sorun TC’nin din-devlet ilişkilerinde konumlandığı yerdedir. Çözüm de bu nedenledir ki, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasıdır. Zira seküler devlet yönetimlerinde devletin resmi bir dini yoktur. Ve haklı olarak Aleviler, bizim kaynaklarımızla, bizden alınan vergilerle bir dini temsilen bulunan- siyasi otoriteyi temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçeyi kabul etmiyor. Ne Diyanet İşleri Başkanlığı’na ne de Aleviler için, Alevilerin tüm itirazlarına rağmen AKP-MHP işbirliği ile açılan ve bu zihniyetin temsilcileri ile kadrolaşan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na.
Alevilik, Türkiye’nin katmerleşmiş başlıca kimlik sorunlarından biridir. Ve çözüm diğer kimlik sorunlarının çözümü gibi ülkenin demokratikleşmesine bağlıdır. İlk olarak devletin yapması gereken Alevileri tanımlamaktan, kategorize etmekten, sınıflara ayırmaktan ve sınırlamadan vazgeçmelidir. Ali’li veya Ali’siz Alevilik tanımlaması devletin ne görevi ne de yetki alanıdır. Devlet tüm inançlara eşit durarak zaten görevinin çoğunu yerine getirmiş olacaktır. Aleviliğin devletleştirilmesi devletin kültürel, inançsal, ırkçılık politikalarının bir ürünüdür. Ve bir inanç-kültür soykırımıdır.
Bilinçli bir şekilde Aleviler gerek siyaset arenasından gerek kamusal alandan uzak tutulmak istenseler de Aleviler eşit yurttaşlık talepleri kapsamında örgütlü yapıları ile siyaset arenasında siyasetin özneleridir. Her ne kadar siyaset denince akla sadece siyasi partilerin kendi aralarındaki iktidar olma mücadelesi kodlansa da… Oysa katılımcı demokrasilerde siyasetin öznesi halktır. Sivil toplum örgütlerinin de siyasete yön vererek gerek iktidar gerek muhalefet partilerini denetlemek gibi sorumlulukları vardır. Bugün Aleviler de zorunlu din derslerine, Çedes Protokolü’ne yönelik düzenlemiş oldukları mitingler, imza kampanyaları ile diğer demokrasi güçleri ile birlikte siyasete yön verme bilinci ile hareket etmektedir. Demokrasi İçin Birlik Platformu‘nda aktif olarak diğer tüm muhalif güçlerle birlikte bu totaliter rejime karşı direnme gücünü örmeye katkı sunmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Anmalarında siyasi partilere yönelik eleştirileri başka bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak:
Aleviliği sadece inanç kalıbı içerisinde tutmak isteyenlere yönelik: hem eşit yurttaşlık mücadelesi vereceksin, hem de “Alevilik sadece inançtır, siyasete karıştırmayalım” söyleminde bulunacaksın, kendi içinde bir paradoks. Aleviler bugün başta zorunlu din dersleri olmak üzere, eğitim sistemi ve sosyo-ekonomik sorunlar karşısında mücadele vermek durumunda. Aleviler, doğa ve kadın merkezli bir inanç olduğunu ifade edecek ve iklim krizine, kadın cinayetlerine, hayvan haklarına yönelik tek cümle kurmayacak… Alevilik siyasetin ta kendisi, zira var olma mücadelesi vermekte. Bu bağlamda Hacı Bektaş Veli Anmalarında Dem Parti, CHP ve TİP genel başkanlarının, Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerini destekleyecek şekildeki beyanları Alevi örgütlenmesinin, siyaseti şekillendirmesi mahiyetinde bu söylemler değerlidir. Gelinen süreçte tüm demokratik güçler ile birlikte bu hükümetten kurtulmanın yollarını belirlemede öncü bir rol üstlenmekten ve demokrasi için el açmaktan ziyade demokrasinin yeşermesi için belirleyici rol almalıdır. Zira biz Alevilerin, bir kuruma bağlanmak, bağlı olmak gibi bir talebimiz olamaz. Bizim talebimiz bu inancın özneleri olarak bağımsız, özgür eşit yurttaşlıktır.
Ralph Ellison’un, “Görünmez Adam” adlı romanında: “Ben görünmezim anlıyor musun, sırf insanlar beni görmeyi reddettikleri için” der. Aleviler de, bu coğrafyada tarih yazılmaya başladığı günden beri ikamet etseler de Alevi kimliği ile devlet tarafından görünmek istenmediler. Görünmek istenmemeleri Alevilerin yok hükmünde olmalarını meşru kılmaz, aksine görmemek de direnenleri kör, sağır ve vicdansız kılar. Zira Aleviler, Alevi kimlikleri ile bu coğrafyanın yurttaşlarıdır. Ve eşit yurttaşlık hakkı mücadelesinden asla bir adım geri atmayacağız, bu bağlamda demokrasinin tüm araçlarını yasal hak olarak kullanacağız.
“Bir ülkede kadın ve çocuklar şiddet görüyor, öldürülüyorsa o ülkenin geleceği de öldürülüyor demektir!” (S.Quluzade)
Laiklik, eğitim
Laiklik biz Alevilerin, Alevi kadınlarının kırmızı çizgisidir. Keza dinselleştirilmiş eğitim sistemi de. Laik, bilimsel, kamusal eğitimin yerine ÇEDES ve Diyanet işleri başkanlığı bünyesinde cemaat ve tarikatlarla yapılan protokoller ile imamlar okullara girdi. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında din eksenli toplumsal cinsiyet eşitsizliği beslenecek şekilde erkeğin, gücün üstünlüğü üzerine temellenen Erk-ek hegemonyası üzerinden şiddet-baskı yeniden ve yeniden üretilerek dolaşıma sunuluyor.
Toplumsal Cinsiyet eşitliği
Cinsiyetçi tahakkümü kutsayan-destekleyen ve devletin ideolojik aygıtları ile dinsel temelli ideolojiyi besleyen ve toplumsal rızalık oluşturarak şiddeti doğuran koşulları değiştirmediğimiz müddetçe eşİt yaşam hakkını siyasal, hukuksal, eğitsel, sosyo-ekonomik, kültürel bir yapı ve işleyiş içerisinde gerçekleştiremeyeceğiz. Bizim coğrafyamızda binlerce kayıp çocuktan bahsediliyor ve bunların cemaatlerin ellerinde olduğu iddiası üzerinde durulmuyorsa, Ceylan, Gülistan, Narin gibi bir çok çocuk ölümü üzerinden ’melek oldu’ vurgusu ile ikna mekanizması oluşturularak şeytanlar nerede? sorusu bastırılıyorsa bu ülkede demokrasi adına kırıntı dahi kalmamıştır.
Çözüm
Bilimsel devrimler, verilerin mevcut paradigmaya asla uymadığı durumlarda gerçekleşirler ve bu bu devrimlerin sonunda paradigmaların kendileri değişime uğrar. Kuhn‘un devrimsel bilim olarak nitelemesi tezinden hareketle hep birlikte yeni bir paradigma ihtiyacına işaret ediyoruz:
Çokluk, siyasal eylemin gerçekleştirilmesinin şartıdır. Hard ve Negri’ye göre “demokrasi herkesin herkes tarafından yönetimini gerçekleştirebilecek yegane toplumsal öznedir” Çokluk, örgütlenmediği müddetçe yalnız ve yalnız kalabalık olarak kalır, hiçliği örgütleyen bir sürü kalabalık gruplar… Bu bağlamda “Demokrasi İçin Birlik ”platformu tarafından hazırlanmış olan çağrı metni çok değerli, yeni bir tartışma mecrası oluşturma adına, zira çatışan fikirler yeni fikirlere gebe. Yerel seçimlerden sonra oluşan süreçte sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, muhalif partiler bir araya gelme konusunda yerellerden, tabandan bir ittifak birliği oluşturabilir. Bu ittifak yerellerde en geniş halk kesimi ile buluşabilmeli, halka dokunabilmeli. Halk meclisleri oluşturularak siyasete küsen ve mesafeli duran halk yığınları siyaset arenasında, özgürlük, hak ve adalet arayışında güçlü kılınmalı. Bu bağlamda özgürlük ve adalet arayışı içerisinde mücadele eden tüm muhalif kesimler dayanışmayı büyütmeli, dayanışma ağları koordine edilmeli… Mesela Madımak Anmaları yığınsal olarak sahiplenilmeli. Sadece Aleviler ve Alevi kurumları tarafından değil, Türkiye’deki tüm katliam, pogrom ve soykırımlar ile yüzleşmenin yolu da bu değil midir? Barışmak için; yüzleşmek, hesaplaşmak, sahiplenmek gerekir.
Evrensel özgürlüğün ve barışın öznesi olarak insanlığın kurtuluşu ile kendi kurtuluşumuz arasında diyalektik bağı felsefi, sosyo-ekonomik ve politik olarak dayanışma kültürü çerçevesinde çoğulculuğa evirebildiğimiz ve eyleyebildiğimiz müddetçe tarihin özneleri olabiliriz. Bizi nesneye-metaya dönüştüren bu sömürü sistemine karşı ancak kolektif bir akıl, kolektif bir bilinç ile toplumsal bir güce çevirebiliriz, dönüştürebiliriz.
Arendt’in politik düşüncesindeki yurttaş sorumluluk, kolektif sorumluluk temelli “Yurttaş Etiği” bir araya gelmenin yollarını bulmak için çözüm alternatifi ise; siyasal islam, tekçi -faşist zihniyete karşı aynı paydada mücadele ağı oluşturma bilinci ile emek, doğa, kadın hakları, demokrasi ve barış gibi kavramlar düzleminde bir birliktelik, bir aidiyetlik oluşturabiliriz. Karanlığa karşı aydınlık bir geleceğin inşası için, yeni bir başlangıç için, zira geleceğimizi belirleyecek olan “ırkçılık” veya “mezhepçilik” değil, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, hürriyet, liyakat, eşit yurttaş temelli bir ülke özlemidir.