Yaklaşık bir buçuk aydır bu sayfada sizlerle buluşamıyordum. Yazma, kendimi ifade tarzı olarak çok sevdiğim bir eylem olmasına rağmen. Hayat, bazen önceliklerin yerini altüst edebiliyor. Özellikle sağlıkla ilgili yaşadığınız bir sorunda eliniz kolunuz bağlanmış hissediyorsunuz bir süre. Zihniniz karışıyor, duygularınız bloke oluyor bir anda. Ne hissedeceğinizi, çözüme nasıl kavuşacağınızı bilemediğiniz gibi uğraşmanız gereken diğer pek çok şey de işin içine girince tam bir kilitlenme hali yaşamanız kaçınılmaz oluyor.
Kilidi açabilmek adına eylemlerimi sadeleştirmeyi ve sadece bir noktaya, sağlığıma, odaklanmayı seçtim ben de. Sadece kendi sağlığıma olsa iyi. Seksen yaşındaki annemin araya sıkışan üç göz ameliyatı ve talihsiz bir şekilde dolandırılmasıyla bir anda dibe vuran psikolojisinin fiziksel sağlığına yansımalarıyla beraber.
Dolandırılma hikâyesi şu an değinemeyeceğim başlı başına bir konu. Asıl anlatmak istediğimden uzaklaşmayayım. Beni bu kadar etkileyen mesele neydi, onu anlatayım.
Bundan iki yıl önce aniden başlayan bel tutulmaları ve dizimden ön bacağıma inen, dinlenmeyle geçmeyen ağrılar nedeniyle doktora başvurdum. Röntgen çekimi sonrası fıtık teşhisi kondu ve ağrı kesicilerle eve yollandım. Fıtık, otuz yıl ayakta ders anlatan bir öğretmen için meslek hastalığı sayılır. Bu beni şaşırtmadı. Hayatım boyunca spor yaptığım, zayıf olduğum ve en önemlisi kendimi koruduğum için bunun dinlenmeyle geçeceğine inandım. Bunu doğrularcasına bel ağrım bir süre sonra geçti, bacak ağrımsa günden güne arttı.
Bunun üzerine tekrar doktora gittim. Hareketlerimin çok kısıtlandığını hatta zaman zaman yürümekte zorluk çektiğimi söyledim. “Bir şeyin yok, kaslarını zorlamışsın.” dedi doktor. “Acaba kemiklerimle mi ilgili, erime falan olmasın. Arkadaşlarımda çıktı hep.” dedim. “O arkadaşlarla görüşme, sen sporcusun.” diye espri(!) bile yaptı. Ağrı kesici yazıp gönderdi.
Üçüncü doktora gittiğimde 100 m yürüyemez durumdaydım. Üçüncüsü muayene etti, röntgen istedi. Sonuçta “Bizlik değilsiniz, biz ameliyat olacak hastalara bakıyoruz, fizik tedaviye gidin.” dedi.
Fizik tedaviye gittim. Doktorum profesördü. Ne kadar genç profesör olmuş diye düşündüm. Meğer asistanıymış. MR istedi. Sonuç çıktığında gerçek profesör vardı karşımda ama MR sonucunu değerlendirmedi. Rapor çıkınca gel, dedi. MR’ı değerlendirmeyen profesöre güvenim kalmadığından başka birinden randevu aldım. Bu arada geçen zamanda yürüyemez, gece ağrıdan uyuyamaz olmuştum ama yapacak bir şey yoktu. Yeni doktorum daha ilgiliydi. Ne varsa çekilecek- ultrason, MR, röntgen EMG- hepsini istedi. Tabii tek seferde değil. Ben ağrı kesici verip gönderildikten kısa bir süre sonra yuvaya döndükçe.
Bu arada kendi inisiyatifimle 15 seans fizik tedavi gördüm. Fizik tedaviye ağlayarak gittiğim oldu çünkü bacağım adeta yerden kalkmıyordu ve ağrı atakları geçiriyordum.
Böyle böyle 15 kez doktora gittim. Fizik tedavi doktorum en sonunda yine ortopediye görünün, deyince öneri üzerine gittiğim 16. doktor geçmiş taramalara bakıp durumun ortada olduğunu ama yeniden kalça röntgeni istediğini söyledi. On beş dakika sonra görüntü ekrana düşüp de “Siz tedavi sürecini çoktan geçirmişsiniz. Size total kalça protezi gerek. Diğer yöntemler sizde sonuç vermez.” deyince donakaldım. “Doktorum, şimdiye dek sorunum teşhis edilmedi ki tedavi sürecini geçireyim.” dedim şaşkınlıkla. “İlaç tedavisi işe yaramaz, PRP ya da kök hücre tedavisi denenebilir ama çözüm olmaz. Kesin çözüm: kalça protezi.” dedi.
Buyurun buradan yakın. İki yıl boyunca doktorlara taşın, çözüm ara, sonra da “Tedavi sürecini geçirmişsin.” densin.
Eğer “önce sağlık” sözünün hakkını vererek yaşayan biriyseniz “zorlamışsın, geçerden kesin çözüm kalça protezi” fikrine ışık hızındaki geçişi anlamanız imkânsızlaşıyor. Sağlıkla ilgili bir sorun yaşayabileceğinizi ne siz düşünebiliyorsunuz ne çevreniz düşünebiliyor.
Tabii şok olsam da karalar bağlayacak değildim. 16 kez doktora giden neden 17. kez gitmesin, deyip soluğu bir başka ortopedistte aldım. O da “Sizin beliniz, kalçanızdan vahim durumda.” demesin mi? Allah’ım neydi günahım diye arabeske bağlayacak kıvamda hissettiğim andı o an.
Neye inanacağımı bilmeden sürüklendiğim bir boşluk duygusu, derin bir üzüntü sardı her yanımı. Haykırarak ağlasam yeriydi ama ağlamak ne fayda? Bana çözüm gerekti. “Ameliyat için gençsin, yapılmasını önermem şimdilik. Kök hücre tedavisi çözüm olabilir, olmazsa ameliyatı düşünmeli.” dedi doktor. Samimiyetine inandığımdan mı artık bir sonuca ulaşmak istediğimden mi bilemiyorum bunu kabul ettim.
Kök hücre tedavisi, her yıl yenilenmesi gereken maliyetli bir tedavi. SGK desteği yok. Yani sadece iyileşmeyi değil, bu iyileşmeyi nasıl finanse edeceğimi de düşünmeye başlamam gerekiyor şimdi.
Kök hücre tedavisinden umduğum yararı görebilecek miyim henüz bilmiyorum. Arada yine yürüyemediğimde ya da uykumdan bacağıma yayılan şiddetli ağrıyla uyandığımda kendimi karanlıkta hissetmiyor değilim.
Böyle anlarda, “En başında ağrı kesici dışında bir tedavi uygulansaydı bu noktaya gelir miydim?” soruma doktorun verdiği “Hayır!” yanıtı yankılanıyor kulağımda. Sağlığın bu kadar ucuz olmasına bir kez de kendim için kahroluyorum o karanlıkta.






