Çarşamba, Kasım 12, 2025
Son Haber
  • Yazarlar
  • Manşetler
  • Son Haber Tv
  • Künye
No Result
View All Result
  • Yazarlar
  • Manşetler
  • Son Haber Tv
  • Künye
No Result
View All Result
Son Haber
No Result
View All Result
Home Manşet Haberler

Efendi Taklidi Yapan Köleler

Altan Açıkdilli by Altan Açıkdilli
05/08/2025
in Manşet Haberler, Yazarlar
A A
1
Efendi Taklidi Yapan Köleler
0
SHARES
689
VIEWS
Share on FacebookShare on TwitterShare on Whatsapp Send Mail

Ne diyor Spinoza Etika kitabında? “Kibirli insan, asalakların ve dalkavukların varlığından hoşlanır, asil ruhların varlığındansa nefret eder.” İki sayfa sonrasında ise şöyle sürdürür, “Kötü yandaş edinmek, zavallılar için bir tesellidir.” Aslında bu iki önerme de kendini efendi sanan bir kölenin, acizliğinin ve çaresizliğinin başka bir dille anlatımıdır sadece.

Yukardaki önermeler bir dizi soruyu da peşinden getiriyor aslında.

Bir insan, neden kendini eleştiren dostlar yerine, kötü yandaşları tercih eder?

Bir insan, kötü yandaş olmayı kendi onurunda, nasıl kabullenebilir?

Dalkavukluk, bir yaşam formu için neden geçerli bir akçedir?

Bir insan, neden dalkavukları tercih eder ve “asil” ruhlardan nefret eder?

Bu iki tipteki yaşam formunu, insan olarak, daha doğrusu insanın kendini gerçekleştirme yolculuğunda, bir doğru kişilik olarak düşünebilir miyiz?

Ya da daha doğru bir soru soralım, insanı insanlıktan çıkaran bu yönelimlerin, altında yatan sebepler nedir?

Dalkavukluğun ve yancılığın (yandaşlığın) erimiş bir kişilik özelliği, Kibirliliğin ise narsist bir tutum olduğunu söyleyebiliriz hiç şüphesiz. Ancak bu kibirliliği, narsist kişiliği ve erimiş kişiliği oluşturan maddi temelleri ortaya koymadan, eksik bir şeyler söylemiş oluruz sadece. Hem psikolojik olarak hem de sosyolojik olarak, ne denli sağlam ispatlar koyarsak koyalım, Marxizm’in, diyalektik ve tarihsel materyalizmi olmadan, yani çözümlemede bilimin gerçek yöntemine baş vurmadan, her tespit eksik kalacaktır.

Aşağıdaki yazıda bunu tartışmaya çalışacağız.

İnsan yapmış olduğu eylemlerle anlamlıdır. Onu diğer canlılardan ayıran en önemli şeylerden başlıcası, bilinçli eylemidir. İnsanın sahip(!) olduğu metalarla kendini tanımlaması ise eyleminin hiçliği üzerinden, kendini anlamlandırma, şeyleştirme çabasından başka bir şey değildir.

Kapitalist toplumdaki üretim biçiminin sonucu olan yabancılaştırmanın tanımı da bundan başka bir şey değildir aslında. Ne kadar metaya sahipse o kadar kıymetli, değerli olacağını düşünür. Böylece kendini de metalaştırır. Bu kendini metalaştırmanın çeşitli biçimleri vardır. Bu kimi zaman kariyer, kimi zaman bedensel özellikler, kimi zaman da sahip olduğu araba, giydiği bir tişört, kimi zaman da başka bir şey olabilir. Ama sonucu aynıdır. Kişi kendisini, sahip olduğu metalara dönüştürerek, kendini metalaştırır, özüne yabancılaşır.

Karl Marx’ın felsefesinde yabancılaşma (Alienation) önemli bir yer tutar. Feuerbach eleştirisinde, Yabancılaşmış emeği; “emeğin ürününü türün bir faaliyeti olmaktan çıkarıp, salt biyolojik ihtiyaçlarının egemenliğinde olan bir faaliyete dönüştürmesinden” bahseder. Böylece insan, emeğinin üzerindeki denetimini kaybederek kendine de yabancılaşır. Marx’a göre artık, “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.” Bu bilinç maddi koşulların doğru bir analizi ile doğru bir yaşamsallığa yol açtığında sorun yoktur şüphesiz. Ancak bu maddi koşullarla oluşan bilinç, kendini metalaştırmadan arındıramıyorsa, o zaman ortaya çıkan bu durum da insanın kendine yabancılaşmasından başka bir şey değildir.

Karl Marx 1844 El Yazmalarında, ‘’Yabancılaşma, benim geçim araçlarımın bir başkasına ilişkin (ait) olmasında, benim isteğim olan şeyin bir başkasının erişilmez mülkiyetinde olmasında olduğu kadar, her şeyin kendi kendinden başka olmasında, etkinliğimin başka şey olmasında, son olarak -ve bu kapitalizm için de doğrudur- egemenlik sürecinin eninde sonunda insanlık dışı erklik olmasında da görünür” der. İşte insanlık dışı bu erk kendini yabancılaşma ile açığa çıkartır.

Erk, elinde bulunduran için bir kibir, karşısındakini ezme ve yancılar üretme gibi pek çok durum oluşturur. Bu sadece maddi varlıklar için de geçerli değildir üstelik. Erkin hem konusu hem de kapsamı geniş bir çeşitlilik taşır. İnsanlık dışı erkin kaynağı bu yabancılaşmadır.

İşte bu yabancılaşmış olan insan, kendisinde sahip olduğu her şeyi metalaştırır. Tüm ilişkileri ve hatta toplumsal eylemleri bile bir meta karakteri taşır. Artık onun için, insanlık adına giriştiği eylemlerinde dahi kendi şahsında bir hayranlık, bir beğeni oluşturmuyorsa bir kıymeti yoktur. O kendisi için bir varlıktır sadece. İnsana ait olan varlığın, bir toplumsal yönü olduğunun, onun için hiçbir önemi yoktur.

Oysa biliriz ki bir toplu iğnenin üretimi için bile, binlerce çeşitli üretim sürecini gereklidir. Bu üretim süreçlerinin (kapitalistler ‘sermaye’ dese de) asıl unsuru emektir. Ve bir toplu iğnenin üzerinde bulunan on binlerce işçinin emeği, mülk edinilen tarafından kendini var etmenin bir biçimi olarak, iktisadi ve sosyal olarak tüm ilişkilerde kullanılmaya başlanır ve bu tüm toplumun ortak ilişkisi haline gelir, değer halini alır. Bu değer(sizleşme) sonuç olarak, toplumdaki ilişkileri de metalaştır. Bu en basit arkadaşlık ilişkisinden, en karmaşık aşk ilişkisine kadar, herhangi bir cemiyet ilişkisinden, küçük sosyal guruba kadar, kendi yabancılaşmasını içinde taşır. Kendi yabancılaşmış insanını yaratır.

Konuyu burada biraz sadeleştirmek için bir soru soralım. Peki insan, bu kadar metaya ve onun üzerinden kurmuş olduğu ilişkilere bağımlı iken, özgür olabilir mi? Bir insan, toplumsal statüsü ne olursa olsun, meta üretimine (dikkat ürün değil) bağımlı iken özgür olabilir mi? Peki özgür olmayan bir insan, kendini ne adla anlamlandırırsa anlamlandırsın, “efendi” olabilir mi?

Engels, Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin kökeni Kitabında bu konuya ilişkin, Robinson ve Cuma arasındaki ilişkiyi analiz ederken, zengin örnekler verir. Robinson Efendi, Cuma ise kölesidir. Robinson’un elinde, silahından başka bir şeyi yoktur Cuma’ya karşı. Ve Cuma, bu sebeple Robinson’un tüm ihtiyaçlarını karşılamak için emek harcar. Aslında efendi Robinson olmasına rağmen, Cuma’nın emeğine mahkumdur. Yani Cuma yalnız kalsa bile hayatını sürdürebilecektir. Oysa Robinson, Cuma olmazsa açlıktan ölecektir. Buradaki bağımlılık ilişkisinde Efendi, Robinson gibi görünse de aslında köle olandır. Çünkü Cuma’ya ve Cuma’nın emeğine bağımlıdır. Elindeki silahı bile, aslında Cuma’ya karşı kullanamaz. Çünkü Cuma’yı vurduğunda kendisi de yok olacaktır. Ama Cuma için durum böyle değildir. Robinson’un elindeki silah, bir gün Cuma’nı eline geçtiğinde ya da Cuma, Robinson’dan kurtulduğunda her şey değişecektir.

Bizim, kendini efendi sanan gerçek köleler için de durum bundan daha farklı değildir. Onlar sahip oldukları şeylerin kölesidirler aslında. Mesela Robinson, elindeki tüfeğin kölesidir; mesela arabası ile beğeni toplayan kişi, o arabanın kölesidir; mesela tişörtünün markası ile kendini ifade eden kişi, o markanın kölesidir; mesela bilgisini, konuşma ve yazma becerisini, insanları kendine hayran bırakmak için metalaştırarak kullanan birisi, bunların kölesidir; mesela sevgilisini, güzelliğini veya aklını buna sahip olduğunu göstererek, başkalarını hayran bırakma aracı olarak kullanan kişi, o sevdiğini sandığı kişinin kölesidir. Cuma, Robinson olmadan hayatını sürdürebiliyorken, Robinson ise yaşamını sürdürebilmek için başka Cumalar aramaya yeltenecektir. Elinde neyi varsa silah olarak onu kullanacaktır. Bazen güzellik, bazen yakışıklılık, bazen para, bazen bir araba, bazen statü, bazen de olanak vb. olabilir bu silah denilen şey. Ama ortadaki gerçek, kendini efendi zanneden Robinson’un köle olduğudur. O değişmediği sürece tüm ilişkilerinde köle olarak kalacaktır. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Yine de aynı konudaki bir örnekle tartışmamızı biraz açalım.

Örneğimiz aşk üzerine olsun. Mesela bir kadın veya erkeği ele alalım bu ilişkide. Taraflardan biri üretken olsun. Yani yaşanacak yeri sağlayan, ekonomiyi organize eden, günlük yaşamın her alanına emeğini koyup o ilişki için gerekli yaşamsal ihtiyaçları, hatta günlük basit ihtiyaçları karşılayan biri olsun yani. (Bizim toplumumuzda kadınlar genellikle kadınlardır, böylesi bir çabanın, emeğin içindeki çoğu zaman) Bu durumda bu ilişkide, ilişkinin bir efendisi olduğundan da bahsedebiliriz.

Efendi ve Köle tanımına paralel olarak, emeği sömüren bir kişi vardır bu ilişkide ve o ilişkinin özneleri kabul etmese de bu emek süreçleri, “gönüllü” olarak yerine getirilse de bu mevcut ilişki, muhtaçlık bakımından bir efendi köle ilişkisidir. Belki kimilerimiz, aşk ve sevgi üzerinden geliştireceği önermelerle ve gönüllülük ilişkisini temel alarak, karşı da çıkabilir bu saptamaya. Peki aşkın içinde karşısındaki için karşılıksız bir şey yapmak varsa ve bir taraf karşısındaki için bir şey yapmıyor, emek harcamıyorsa, burada bir aşktan söz edilebilir mi? Burada olsa olsa, metalaşmış bir ilişkinin aşk ile kamufle edilmeye çalışılan bir biçiminden bahsedebiliriz en iyimser bakışla.

Peki bu emeği verene karşı, diğer taraf ne koyuyor ortaya (ikisi için)? Mesela kadınsa güzellik olabilir, belki gençlik veya anne şefkati veya erkekse, toplumsal bir kalkan, bilgi, güvenlik, statü vs. (dikkat tersi de olabilir. Yani kadın; statü, güvenlik, kalkan erkekse; yakışıklılık, baba şefkati, gençlik vb. koyabilir) Aslında tüm bu ortaya konanların her biri, meta olarak konulmuş oluyor. Ve her meta ilişkisinde, yine zorunlu olarak bir efendi köle ilişkisi ortaya çıkıyor. Bir ilişkiyi efendi ve köle ilişkisinden ayıracak tek şey ise eşitlik olarak duruyor. Yani, emek sürecinde bir eşitlik yoksa, ilişkinin kendisinde de bir eşitlik yoktur. Her ilişki günlük yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için becerileri oranında, sürece emeğini katmak zorundadır. Bu ise ilginç bir şekilde, eylemin ortaklaştırılmasından gelen gücü ile ilişkiyi de özgürleştirecek ve ortaya belki de ilk defa o zaman aşk diye bir şey çıkacaktır.

Bu arada belirtelim, beceri denen şey de zaten, başka bir manipülasyonun parçasıdır. Çünkü beceri gelişebilen bir şeydir. “Ben yumurta bile kıramam” diyen kişi, yumurta kırma becerisini geliştirmek yerine, bu ihtiyacını başkasını ya da sevdiğini söylediği kişiyi, köleleştirerek gidermeye çalışmaktadır. Hiçbirimiz kendimizi kandırmayalım. Yapmamız gereken bir şeyi yapmıyorsak, burada sömürü vardır. Hele bu yapmamayı “beceremiyorum” gibi bir mazeretle yapmıyorsak, burada maalesef bir nefes alıp, bu, “sömürüye kılıf uydurmaktır” tabiri ile yetinmek zorunda kalacağım.

Tersinden de bir farklı durum yaşanacaktır. İhtiyacı olan kişi, diğerini kendi ihtiyaçlarının bir nesnesi haline getirecektir. Bu iki taraf için de geçerli olacağından, ortada insan yerine nesneler kalacaktır. Oysa aşk veya sevgi insanla ilgili bir durumdur. Nesnelerin, nesneleşmiş şeylerin bir aşkı olduğundan veya sevgisi olduğundan bahsedemeyiz.  Bu örneği sadece aşk ve sevgi ile sınırlandırmak da doğru değildir. Maalesef pek çok arkadaşlık, dostluk ve hatta üzülerek söylemeliyiz ki bazı kötü örneklerde yoldaşlıkta da bu tip nesneleştirme ve metalaştırma söz konusudur. Hele ki yoldaş olmalarına rağmen evli olan bazı çiftlerimizde, bu iş bölümünden kaynaklı yabancılaşmanın getirdiği sömürüyü gözlemleyebiliriz ki bu çoğunlukla da kadın emeğinin sömürülmesi biçiminde karşımıza çıkar.

Yeri gelmişken belirtelim. Bu yazıya “insanı öne çıkartmak, insan merkezci olmak eleştirisi de getirenler olacaktır. Hatta “ben insan olmaktan utanıyorum” şeklinde küçük burjuva sızlanmaları şimdiden duyar gibiyim. Oysa unutmamalı! Hiçbir canlı türü, hiçbir canlı formu, kendisi olmaktan utanmaz. Burada utanılacak şey kendi olmak değil, aksine kendi olamamaktır. Mesela kafese kapatılmış bir aslan, artık kendisi değildir, ilişkileri ve yaşam biçimi bir aslana uygun değildir. Aynı şey bir ceylan için, kurt için ve diğer canlı türleri için de geçerlidir. Hatta bitkiler için dahi geçerlidir bu durum. Gerçekliğinden uzaklaştırılmış hiçbir canlı, kendisi değildir. Tıpkı kapitalizmde, yabancılaştırılarak kendi gerçekliğinden koparılan “insan” gibi. Kapitalist insandan utanmak, son derece doğru bir düşüncedir. Ama bunu insanlığın kendisi sanmak ise büyük bir düşünsel hatadır. İnsan ne zaman kendi gerçekliğinin bir sonucu olacak, ne zaman kendini doğanın ve tüm yaşam alanlarının egemeni, erki değil, bir parçası olarak görecek, işte o zaman utanacak da bir şeyi kalmayacak. İşte o zaman, Metalaşmış ilişkilerle donatılmış yabancı insanın yerine, gerçek insan ortaya çıkacak.

Karl Marx’ta yabancılaşma iki türlüdür. Birincisi; insan, doğanın dışında kendisine bir başka doğa kurgulayarak doğaya yabancılaşmıştır. (Bu belli oranda kabul edilebilir görünse de Karl Marx komünizm hedefinde, sadece emek ile sermaye arasındaki çelişkinin sonlandırılmasını değil, ‘kır ile kent ve kafa ile kol emeği arasındaki çelişkinin” de çözülmesini koyar, konuyu dağıtmamak için parantezi kapatıyorum) Görüleceği üzere ilk yabancılaşma doğaya karşıdır. İkincisi ise Kapitalist üretimin meta karakterine bağlı olarak, insanın kendisine, kendi doğasına, kendi varlığına ya da kendi emeğine yabancılaşmasıdır.

İşte yukarıdaki örneği de bu Marxist “yabancılaşma” eleştirisi doğrultusunda okumak gereklidir.

Yazının sonuna gelirken, yiğit devrimci ve şair Vaptsarov’un bir şiirini anımsatmak isterim. Şiirde, tartıştığı bir kadın şöyle diyor “– Oh, lütfen yeter!/ Tiksiniyorum insan denen şeyden/ Layık değil sizin övgünüze” Vatsparov da babasını baltayla doğrayıp, idama mahkum olan bir gencin hikayesini anlatıyor ona. İçerde doğru insanlarla tanışan ve dönüşen bir genç. Hayatın anlamını, kendi anlamını kavrayan ve bu anlamı yine bir ezgide bulan biri. Ve asılırken günü geldiğinde de aynı ezgiyi söylüyor adam gülümseyerek. Karşısındaki yine “Korkunç, korkunç” diyor bu işe. Vatsparov ise yanıtlıyor; “Korkunç da ne demek?!/ Ama adam türkü söylüyormuş. / Korkunç güzel değil mi bu?” diye. Şiir uzun olduğundan koyamadım buraya. Ama özü bu kadar. Şiirin adı “İnsan Üstüne Türkü” Seçme Şiirler Yön Yayınları. Okumanızı tavsiye ederim.

Yine konuyu dağıtmamak için suça ve suçu yaratan toplumsal koşullara, başka bir yazımda değineceğim. Ama burada aynı iki kişinin, ilk durumda insanlık dışı bir cani, farklı bir eğitimle ve bir ezginin içinde yüzleşmesiyle, nasıl da insani bir tepki verebileceğinin örneğini, bir şiir üzerinden göstermeye çalıştım sadece.

Sonuç Yerine

Konfüçyüs, bir gün öğrencilerine, ağzı dar bir vazo getirir ve içine bir elma atar. Ve sorar “kim bu elmayı vazodan alabilir” diye. Öğrenciler sırayla ellerini vazoya sokup elmayı almaya çalışır. Ancak içinde elma olan hiçbir el, geri çıkarken o dar boğazından geçemez vazonun. Deney başarısız olunca öğrenciler, “nasıl çıkarabileceklerini” sorarlar. Konfüçyüs ise vazoyu ters çevirip çıkarır elmayı. “Sahip olduğunuz şeylere sıkı sıkıya bağlanırsanız onun tutsağı olursunuz, onu bırakmadan özgür olamazsınız” der.

Aslında bu hikayenin, bir başka vücut bulmuş hali de bizim Sinoplu Diyojen’dir. O da kendisini sahip olduklarından arındırarak özgürleştireceğini bilecek kadar arınmıştır. Ve İskender “dile benden ne dilersen” dediğinde şöyle yanıt verecektir ona, “Gölge etme başka ihsan istemem” Belki İskender, Diyojen’le hiç karşılaşmadı, belki böyle bir soru hiç sorulmadı. Ama elinde feneri ile insanı arayan Diyojen’in arınmışlığı, yine de örneği anlamlı kılıyor.

Şüphesiz ne Konfüçyüs ne de Diyojen kadar her şeyden vaz geçmemiz gerekmiyor. Ama bizi köleleştiren, yabancılaştıran metalaşmış ilişki biçimlerinden daha doğrusu efendilik sandığımız köleliğimizden vazgeçmek, bizler için önemli görünüyor.

Tuhaf bir çağdan geçiyoruz. Kapitalizmin insanın aklını ve emeğini her yönden hapsettiği bir çağ bu. Bundan kurtulmanın nihai yolu ise insanın insanlıktan çıktığı, bu köhne düzeni yok etmekten geçiyor. Ancak her sorunu köhne düzenin yıkılmasından sonraya atarak da köhne düzen yıkılmıyor.

Köhne düzeni yıkmak için insanın önce, kendinden başlayarak tüm ilişkilerini sadeleştirmesi ve meta karakterinden uzaklaştırarak, yabancılaşmaya karşı mücadele etmesinden başlıyor. Yani İnsana doğru bir adım atmaktan geçiyor.

Umarım bir gün; “ne efendi ne de Uşak olarak” yaşamayıp, özgürleşebiliriz.

Umarım bir gün; Che’nin müjdelediği yeni insana ulaşabiliriz.

Umarım bir gün; yine Nazım’ın dediği gibi, “Motorları maviliklere sürebiliriz’’

Umarım bir gün; “Topraktan ateşten ve denizden/ doğanların/ en mükemmeli doğacaktır bizden”

Umarım bir gün; ‘’ve insanlar ellerini korkmadan/ birbirlerinin ellerine bırakarak/ yıldızlara bakarak:

Yaşamak ne güzel şey! Diyecekler ”

Umarım bir gün; içimizdeki insanı ortaya çıkartarak yaşayabiliriz.

Eğer bugünden başlayabilirsek tabi…

Eğer kendimizden başlayabilirsek tabi…

Ve eğer cesaretimiz yeterse tabi…

Kişilerden, efendilerden ve kölelerden, metalaşmış, yabancılaşmış kişiliğimizden arınıp, kendimizi bulabilirsek tabi…

 

 

 

 

Tags: Altan Açıkdilli
Previous Post

Neo Liberal Yalanlar Çağı!..

Next Post

İkinci Yeni ve Değişen Dünyanın Etkisinde Turgut Uyar Şiirinin Oluşumu

Next Post
İkinci Yeni ve Değişen Dünyanın Etkisinde Turgut Uyar Şiirinin Oluşumu

İkinci Yeni ve Değişen Dünyanın Etkisinde Turgut Uyar Şiirinin Oluşumu

Comments 1

  1. Ilyas Zeki Kutlu says:
    3 ay ago

    Kutlarım Altan. Kendi ve yaşadıkları ile ilgili İçsel tartışmaları! olan herkesin kopyalayıp baş ucuna asması gereken bir analiz ve saptama.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güncel Haberler

Meteoroloji’den 14 il için sarı kod: Kuvvetli yağış, sel ve fırtına bekleniyor
Manşet Haberler

Meteoroloji’den 14 il için sarı kod: Kuvvetli yağış, sel ve fırtına bekleniyor

12/11/2025
Gündelik Hayatın Eleştirisi ve Devrimi
Manşet Haberler

Gündelik Hayatın Eleştirisi ve Devrimi

12/11/2025
İslamabad’da adliye önünde intihar saldırısı: 12 ölü, 27 yaralı
Dünya

İslamabad’da adliye önünde intihar saldırısı: 12 ölü, 27 yaralı

12/11/2025
“KASABANIN DEVRİMİ*” ya da OY BULANCAK BULANCAK
Günlerden Sızan

“KASABANIN DEVRİMİ*” ya da OY BULANCAK BULANCAK

12/11/2025
İBB iddianamesi 237 gün sonra açıklandı: İmamoğlu’na 2.430 yıla kadar hapis istemi
Manşet Haberler

İBB iddianamesi 237 gün sonra açıklandı: İmamoğlu’na 2.430 yıla kadar hapis istemi

12/11/2025

Arşivler

  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Reklam
  • İletişim
  • Söyleşi / Podcast
  • Kitap Önerileri
  • Öykü
  • Manşetler
  • Dosyalar
  • Arşiv

© 2024 Sonhaber / Bağımsız, doğru , gerçek habercilik

No Result
View All Result
  • ANA SAYFA
  • İSVİÇRE
  • TÜRKİYE
  • DÜNYA
    • AVRUPA
    • ORTADOĞU
    • ASYA
    • AMERİKA
    • AFRİKA
  • YAZARLAR
  • POLİTİKA
  • EKONOMİ
  • SÖYLEŞİ
  • YAŞAM
    • EĞİTİM
    • SAĞLIK
    • KADIN
    • LGBT
    • EMEK DÜNYASI
    • Podcast / Röportaj
  • SANAT
  • BİLİM
  • EKOLOJİ
  • FORUM
  • Languages

© 2024 Sonhaber / Bağımsız, doğru , gerçek habercilik