“Kendimi çimlerin üstünde, kadın bedeninde buluyorum. Çığlık çığlığayım. İşte bu çığlıkla başlıyor asıl yaşamım. Çünkü çığlık, çizgiyi aşmaktır. Kendi sesinde yankılanıp çoğalmaktır.”
Bütün canlılar gibi insanlar da doğar, büyür, yaşar ve yaşatır sonra da ölür. Ölüm bir geri dönülmezlikse, dünyaya bir şeyler bırakmalıyız ki, gelecekte de yaşayabilelim. Çocuk yaparak yaşayacağını sananların aldandığını görüyoruz, çünkü her çocuk yaşamını kendi belirliyor ve geçmişe bakmıyor bile. …dahası cinsiyetini de kendisi belirliyor artık. Kadın – erkek diye iki cins artık üç, beş hatta + ile dillendirildiğine göre çok daha fazla. Ter ter tepinin olduğunuz yerde, insanlar kendi cinsiyetlerini hiç çekinmeden dillendiriyor ve kabul ettiriyor.
Bu toplumsal gelişim sanatta kendini daha kolay, daha çok ifade ediyor. Adlı adınca söylenmese de birçok öyküde, romanda, filmde, resimde, heykelde, müzikte ve dansta gördük, izledik, beğendik. Şimdi, o öncü insanların açtığı yolda adı “kuir öyküler” olan bir öykü kitabı da geldi: “En Eski Oda”.
Önceki üç romanının ardından öyküleriyle kendini edebiyat dünyasına kabul ettiren Necla Akdeniz’i bu cesareti nedeniyle baştan kutluyorum. On üç öykünün yer aldığı, alabildiğine güçlü betimlemelerle bezeli, okurun duygusuna doğrudan seslenen kitap, ilerisi için de umut veriyor.
Kim ne diyecek?
İnsanların tercihini neye göre kısıtlayacak, sınırlayacak, belirleyeceksiniz? Mahalle baskısı dediğimiz kimi zaman gizli saklı kimi zaman şiddete varan saldırılarla ortaya çıkan gerici/tutucu kişi ve/veya kurumlar artık zorlamıyor, zorlayamıyor. Muhakkak ki, toplumun büyük çoğunluğu hâlâ ikna olabilmiş, kabullenmiş değil, ama ses çıkarması için yeterince bilgi birikimine de sahip değil. Yani, çoğunluğun sessizliği onaylamak anlamına da gelmiyor. LGBTİ+ bireyler seslerini yükselttikçe diğerleri iyiden iyiye azalacaktır.
Necla Akdeniz, Mitolojik değerlerin ışığında, geçmişten geleceğe adı konmamış öykülerin anlamlarını ve niteliklerini, gerçekten güçlü betimlemelerle aktarıyor. Yazar, ince eleyip sık dokuyan, dahası sıkı betimlemelerle okuru sarıp sarmalarken “başkalarının olmayan düşlerini gören” biri. “Gök Kuşaksız”, “Kaotika” ve “Tereddüt Çizgisi”nde ince ince işlediği bu “dünya”yı, daha da ayrıntılı, daha da anlaşılır bir dille, herkesin kabul etmesi için yazıyor.
Doğanın içinde, doğayla birlikte…
“Yaşam denilen çürümüş soluğu” içine çekip, devletin “suçlu suçsuz ayırt etmeden politik hesaplara göre kestiği” cezalara karşı direnmenin gerekliliğini vurguluyor Akdeniz, öyle ki, okurun “içinde yaşayan erk hayvanı”nı yok etmeye çalışıyor. “İçindeki erkeği öldür” sözü erkek egemen dünyada, özellikle kadınların haklarının var olduğunu haykırıyordu. Şimdi o “içindeki erkek” sadece kadınlara değil bütün canlılara, tüm bir yaşama saldırıyor. Ya yaşamı savunacağız ya da yaşamı savunacağız, her şeyin bir ve eşit olduğu.
Hepimizin yaşadığı, bir kez daha hatta sürekli ve düzenli yaşamak istediği duygu bu: “Gözler sabitleşip kilitleniyor, nefesler sıklaşıp körükleniyor. Hesap sorarcasına birbirini süzen iki güçlü hayvanı izliyor herkes.” Ama çiçeklerin, kuşların, çayır çimenin, dağların ve bulutların, esen rüzgârın tende bıraktığı o ürpertinin duygusu belirleyince her şey değişiyor. Gözlerinin içi gülüyor insanın. “En Eski Oda”yı okuyanlar aynı duyguları yaşar mı bilemiyorum, ama yazarın, yeni ve modern adlar olursa kabul görür de geleneksel adlar uzak dursun diyenler için özellikle geleneksel adlar verdiği öykü kahramanlarında kendinizi bulacaksınız.
En Eski Oda
Necla Akdeniz
Öykü
Agora Kitaplığı, Ekim 2024, 127 s.