Esentepe Emekli Subay Evleri kimilerinin deyişi ile Alyans Evleri’nin kadınları ve erkekleri benim gözümden;
1964 yılında Esentepe’de doğdum ben, Emekli Subay evleri denilen evlerden 46. blokta doğmuşum ve bir yıl sonra 1965 yılında 48. Blok’a taşınmışız.
Benden büyük ağabeyim var adı Mehmet 1957 yılında doğmuş, ben doğduğum da ağabeyim okula başlamış, Yıldız İlkokuluna, Serencebey yokuşundaki okul. Şimdi Sabancı İlkokulu oldu.
Şükran Soyuyüce İlkokul öğretmeni Memo’nun. Öğretmenlerinin hası, annem ona hep Prenses Süreyya derdi. Herkes okul değiştirdi, ama o ağabeyimi hiç bırakmadı; ağabeyim de yıllarca onu, attığı tebrik kartları ile. Şükran Hoca Memo’nun adam olacağını görmüştü. Gerçekten de adam olduğunu bildi. En büyük üzüntüm, keşke beni de o okutsaydı. Hiç yerine konamayacak bir eksikliğimdir, ruhu şad olsun. Kızı da değerli bir akademisyen, ağabeyimin en eski arkadaşı İznur hiç bozulmayan ailelerden.
Emekli Subay evlerinde 1960 yılında yapılan ihtilal sonrası emekliye ayrılmış daha doğrusu zorlanmış bir çok ordu görevlisi var. Bir çoğu paşalığını almış gerçek paşalar var, ancak albay sıfatı ile emekli edilmişler. Kendilerine oturmaları için evler yapıldığını söylemişler, ancak herkesin peşinat ödeme imkanı yok. Bu sebeple bazı subaylar ve eşleri alyanslarını satmışlar. Bundan dolayı Alyans Evleri denir. Ama biz hep Esentepe dedik, deriz ve diyeceğiz. Orduya yapılan haksızlıklar ve ihtilallerin ülkeyi hiç ileri götürmediğini, ama onlar ihtilal yapmadığı zamanda ne kadar acılar yaşandığını da yıllar sonra büyürken öğrendik ben ve benim jenerasyonum.
1960 yılında ihtilali yapan Havacı Subay Haydar Tunçkanat, halam ve annemlerin çok yakın komşuları ve ailece görüşüyorlar. Haydar Tunçkanat eşine bile bahsetmediği için ihtilalden halam komşusunun ihtilal yapacağını bilmiyor, annemler de öyle. Derken ansızın ihtilal oluyor. İhtilal yapan çok sevdiğiniz bir komşu, neler hissedildiğini anlatmak zor; yıllarca hepsi gurur mu duyacaklar yoksa şaşıracaklar mı, bizimkiler de karışık hisler yaşamışlar.
Derken annemler Esentepe’ye taşınmışlar, babam asker değil sivil, ama annemin kankası Suha Türkyılmaz teyze namı diğer ciciannemin eşi Hava Kuvvetleri’nden yine emekliliğe zorlanmış Erkek Sabahattin lakaplı Albay Sabahattin Türkyılmaz amca. Onunda lakabı bende Amba; birine Uva diğerine Amba. Hiç kırık konuşmasam da ben herkese isim takarım adetim bu elli sekiz yıldır böyle. Suha teyze ve Sabahattin amca 48. Bloktalar. Hop annem kankası ile aynı apartmanda, yine aynı blokta. Annem ve Suha teyzenin elinde büyüdükleri komşuları da Neriman – Rıza Bozkurt var, kızları Neylan abla ve eşi Ali ağabey Antalya’nın en tanınmış doktorlarındandır, en az üç daire tanıdık.
Kader bu ki Sabahattin amcanın Hava Kuvvetleri’nden dönem arkadaşı ihtilali yapan Haydar Tunçkanat amcamız aile dostumuz. Diğer dönem arkadaşı Memioğlu Kaptan da çok çok yıllar sonra THY benim kaptanlarımdan olacaktı.
Sabahattin amca emekli olunca Amerikalılarla birlikte Gayrettepe’de çalışıyor. İngilizce, kitaplar ve Amerikalılar ilk onunla birlikte girdi hayatıma. Bir de bizimle yaşayan anneannem ve kendisine özel aldığı büyük Coca Cola ile… Anneannem hep tuzlu fıstık ve Cola alırdı bakkaldan ben de onunla beraber. Hala Cola olursa fıstık isterim, fıstık olursa Cola.
Annem ve Suha teyze iki çok güzel kadınlar. İkisi de beraber büyümüşler Fener’de, ikisi de ayrıca dikiş eğitimleri almışlar. Dikiş konusunda ellerine su dökülmezdi, ama diğer komşularda öyle.
Gündüz Beşiktaş çarşısına ineriz annemler alışveriş yaparlar. Beşiktaş pazarında Feridun amca, Orhan amca hep taze balık verirler. Babam ve Sabahattin amcanın ilişkileri çok iyi, esnaf kibar annemleri biri balık konusunda kandırır mı, hayır. Şekerciler var beni gören kavanozu açıyor. Ondandır hayatımda şeker var benim. Ponçik aldığım Beşiktaş Fırını, Yumurcak Sineması, Tuhafiyeci Jojo amca. Her gün bana taşlı bir yüzük, bir de kırmızı rugan çanta, hiç bitmeyen ritüellerim. Babamdan aldığım para ile bin minibüse çık Esentepe’ye, ponçik yemişim, Jojodan kırmız rugan çanta ayakkabıma uygun, parmakta yüzük… Pazarda beni çok sevip yanaklarımı sıkıştırdıkları için biraz itmek isterdim herkesi, ama yapmazdım. Beğenilmenin ne kadar önemli olduğunu ancak atmış yaşıma yakın öğrendim ben.
Pazarları Beşiktaş’a babamla inerdim. Annem özenle diker giydirir, uzun dalgalı saçlarım tarar, kurdelemi takar ve babam fotoğrafımı çektirirdi. Hiç pantolon giydirmedi bana, bacakları kapanmasın diye. Dantelli özel şortlarım dikildi, demek kızına doyamayacağını hissetmişti ki bol fotoğrafımı çektirdi. O uzun paçalı külotlar ile kolejdeki pilili etekle giyip Şifa yokuşundan inerken karda ne düştüm ne de edep yerlerim açıldı. Etek ve uzun paçalı İngiliz donları hep işime yaramıştır.
Gündüz seyretmediğimiz Türk filmi yok altı yaşımda. 1970’te annemler Suadiye’ye, halamlar da 1960’ta Yeşilyurt’a taşınana kadar böyle geçti hayatım. Annemlerle gündüz Beşiktaş çarşı ve tüm Türk filmleri, akşam Sabahattin amca ve babamlarla Amerikan filmleri, Gayrettepe’de Meltem sineması, Mecidiyeköy’deki büyük sinema, orada da Coca Cola şişesi olan bir reklam yine Cola. 1969’da Amerika uzaya gitti. Babamla Sabahattin amca takipte. Babam zaten 1950’lerden evlenene kadar Raman’da Amerikalılarla petrol aramış. Ortak nokta Amerika tabi ki. Tüm şarkılar, kızlar ağabeyimin sınıf ve okul arkadaşları, kankaların çocukları, tüm Esentepe neredeyse sınıf arkadaşı. Babalar ordudan, anneler mahallelerden yada yeni komşular. Tabi ki herkesin babası emekli subay ağabeyimin dışında, o da kepçe kulak ve sırık hali ile topçu. Çamurlu Esentepe’de top oynamayı, gazoz kapaklarını, futbolu erkelerden öğreniyorum. Bir de anneler dikişle ilgilendikleri için ben de dikiyorum, gelinlik yapıyorum giyip geziyorum blokları, ellerinde doğdum çünkü. Oben Paşa var orta blokta, o zamanların en büyük aktörlerinden Göksel Arsoy’un kayınpederi, eşleri herkes komşu teyze ve amca bana.
Yıllar sonra rahmetli Aram Gülyüz dedi ki bana benden çok Yeşilçam bilgin var. Paparazzi kısımlarda bile. Tabi dedim sor söyleyeyim. Amerikan sineması da öyle yıllarca üst üste koydum tüm bilgileri. Babam Kafkas kökenli olunca ve babası dedem de ömrünü Rusya’da Kafkas dansları ile geçirdiğinden hem genetik, hem gördüğünden babam da çok güzel horon ve Kafkas dansları yapardı. Biz de Suha teyzenin kızları Semra ve Sibel ile Kazachok oynardık, tüm müzikler de hayatımızda idi. Babamla her düğünde ve boş zamanımızda dans ederdik. Çok az dans ederim onu kaybettiğimden beri. Genelde şaşırır arkadaşlarım neden etmezsin diye, sebep lazım etmek için.
Esentepe’de, diğer komşu amcalar emekli olduğundan hemen hepsi evde idi. O sebeple herkes en çok bizde toplanırdı. Ben küçüğüm, anneannem bizimle, tüm teyzeler de eşi öğlen eve gelen olursa gider sonra tekrar gelirdi. Gelsin kahveler, kahve falları, onlardan öğrendim rüya yorumlarını ve kahve falında görüleni yorumlamayı. Kahveyi babamla içtim, ama pişirmeyi çok önce öğrendim. Kimi cezveye kahve koyar gelirdi, kimi fincana, kimisi öylesine, ama güler yüzle. O zaman para derdimiz yok, yetiyor herkesin parası. Alem bir babam var bir bakıyorsun otobüs almış gelmiş gezdiriyor mahalleliyi. Olmadı Ali Sami Yen’de kucağında ağabeyim, çöktü stat kucağında ağabeyim. Annem delirecek gibi olmuş, ben daha minik hayallerimleyim, haberim yok dünyadan, cep telefonu yok. Neyse çıkıp geldiler sağ salim, hiç bitmez bizde Galatasaray sevdası.
Dolu dolu altı yıl geçirmişim genel yaşam ile ilgili onu sonra anladım. Okul yok bende, Yeşilçam var, Hollywood var, gelinlik var, İngilizce ve Amerikalılar var. Babamın arkadaşları Almanya’dan film makinaları getirdiler. Duvarda Batman seyrediyoruz, her şey hayal bende.
Araba merakı var bir de. Ağabeyim çok daha küçükken troleybüs sistemi kurmuş, ben tankerlere denk geldim. Aklım fikrim, araba, minibüs şoförlerinde. Öyle bir oturuyorlar ki Sarıyer’e giderken, Hacı Osman Bayırı’ndan yıllar sonra arkadaşlarım bu oturuş her erkekte olmaz kız şoför gibisin deyince “atla birader eski şoförüz”, diyorum hep. Babamın kucağında tabi ki araba çalışmazken otururdum. Direksiyonun yanındaki vitesi de bilirim, dolmuşların bozuk para kesesini de. Ağabeyimden öğrendim bütün Amerikan arabalarını. Bizde Simca var, direksiyonunu kahverengi parlak. Gez dolaş elimde rüzgar gülü, bütün Boğaz benim. O yüzdendir dondurma al bana deseniz Maraş’a giderim araba ile üşenmem. Belki de hepsi yeniden o günlere döner miyim diye, o mutlu anlara.
Ne insanlardı onlar, hepsine rahmet olsun.
Gündüz teyzeler bizde, bazen biz onlarda. Hepsi subay eşleri tüm Anadolu’yu dolaşmışlar. Kimi zamanlar sülük partileri olurdu. Sülük nedir, vücuda nasıl yapıştırılır öğrendim onlardan, nasıl şişer ölür hep gördüm. Kiraz yemeden yapacaksın derlerdi. Her yıl babamın da en sevdiği meyve kiraz çıkınca anarım onları. Babamın ruhu için kiraz alırım ikram ederim, anneannem içim dondurma ve tuzlu fıstık hep yerleşmiş beyin notlarım. Kiraz çıktı mı ah sülük mevsimi geçti demektir. Bardak çekmeyi öğrendim onlardan, önce tentürdiyot sonra bardak ve Vikcs doğal tedavi. Yemekleri de çok güzeldi, gül böreği onlardan öğrendim. Sütlü Zeynep günleri vardı, Zekeriya sofrası. Beşiktaş’ta Tuz Baba, gidince uğra dilek dile, Sütlü Zeynep’te de sütlü çay yapıp dilekler dilerlerdi. Anneannem zaten hep sütlü çay içerdi ona farklı gelmezdi.
Her türlü işleri yemek, dikiş, temizlik, çocuk bakımı; eşlik yaparlardı Esentepe hanımları. Bayramlarda likör ve çikolata ile hazır beklerlerdi. Biz de bloklar arası gezer dururduk. Çıkarırdım annemin gömlek ve sabahlığından yaptığım gelinliğimi, yeni dikilmiş fistanlarımı giyer, dalgalı saçlarımı tarar babamın elini tutardım. Çikolata ve likör hiç çıkmadı hayatımdan, alerjim bütün Esentepe’nin başına dertti. Muz, çilek, sosis, çikolata ne belalı yiyeceklerdi. Bana yasak ama kim saklasa bulabileceğim gıdalar. Ömrümce kaç göç yedim artık yiyesim kalmadı. Tatlı teyzeler kıymalı puf böreği yaparlar, hop Meltem hastaneye, kabardı. Ne yedi, karabiberli kıyma. En sonunda Almanya’dan rahmetli Kemal Aras doktor amca geldi de kurtardık. Bütün Şişli Etfal Çocuk Bölümü alerji servisi bana çalıştı yıllarca. Babamın koşturması meşhurdur, hapşırsak doktor getirirdi. Biz de ona yedi sene baktık, ama o kötü değildi, kalpti sıkıntı. Belki hala ondandır mezarına ve anılarına bağlılığım; vefamı göstermek için.
Esentepe kapımızın zilini çalmıyor, çünkü uykum yok. Üç ay isim konamamış bana. Nüfus kağıdım var, ama isim yok ilginçtir. Annem İpek gibi beyaz ismi olsun demiş, Suha teyze beğenmiş, babam istememiş, Mehmet var, Memnune babaannemin adı, ama ilk bebeklerine koymuşlar. Fransız hastanesinde doğmuş ablamız. Üstelik Doktor Pierre Emirze doğumunu yapan annemin, Kraliçe Elizabeth’in doğumunda bulunan doktor doğurtmuş ablamı, ama sonra ölmüş. Ben evde ebeyle doğmuşum, isim de yok üstüne üstlük. Memo okuldan boğmaca taşımış. Mart bebeği ilk bahar alerji mevsimi ne arasan çeşni bende, derken Meltem… Oley bütün Esentepe mutlu bebek isimli ve çok iyi aynı harfli ağabeyi ile ve Esentepe’ye de uygun. Annem yıllar sonra ağabeyime ben koydum, ama sen adını rüzgar koymayacaksın çocuğunun dedi. Oradan oraya yer bilmiyor. Olsun kime zararım var !! Ağabeyimden başka, varsa yoksa o. Olsun affeder beni.
Kapıda hep bir kağıt parçası, Memo okuldan geliyor çalmıyor kapıyı, komşular da. Çünkü uyku yok uyuduğum zamanlar az. Hala da öyle yaşlandım da 22.00’de yat en erken 07.00 kalk yapıyorum, tabi Poyraz ve arkadaşları orkestraya başlamazlarsa.
Bütün gün komşular bir arada. Ziynet teyze var, dünyalar güzeli. Dört evladı var incecik, nefis bir ses tonu… Eğer bir kaşık bulursa bir güzel kaşıkları şıklatıyor. Nefis bir aile ki Ülkerler. Hepsi dahi, bir yarısı Prof. diğer yarısı hukukçu. Ne çok şey öğrendim onlardan. Kız kardeşleri akordeon çalıyor, müzik aleti çalamayan yok. Tevfik ağabeyin bir pul koleksiyonu var. Beş yaşıma geldiğimde pul koleksiyonunu öğrenmiş çok az kişiden biriydim. En yakışıklılarına nişanlım demiştim, Turan ağabeye erken rahmetli oldu. Oğlu İTÜ’nün değerli profesörlerinden, kardeşleri Cihangir Ülker ağabeyimin kankası. Kendimi tuvalete kilitlediğim zaman pencereden girip beni kurtardı. 4. kata dışardan girdi spiderman gibi, ama zemine çakılsa beton. Tüm aile iyi insanlar. Halit amca emekli albay saat firmasında çalışıyor. Hepimize Sierra marka saat alındı, benim ki pembe. İlkokula gittiğimde saatim vardı, saat sevgim de bundandır. Dünyanın saatlerini ev taşıdım hostesken, üç yıl olacak saat takmıyorum zaman geçmesin diye belki de.
Halit Ülker amca, bir hapşırır çok yüksek. Hepimizi güldürmek için biz de hala ağabeyim aşağıdan hapşırınca annemle çok yaşa Halit amca deriz. Halit Ülker amcanın soyadındaki her dahi Prof. aynı kandan ve aileden. Ziynet teyzenin o güzel böreklerini hiç unutmadım, aklım fikrim gül börektir; simit şeklinde tatlı kurabiye, çay saati ve bisküvi.
Kocaman bohça şeklinde renkli çikletlerimiz, tarçınlı çikletimiz, şemsiye çikolatalarımız vardı Esentepe bakkalından aldığımız. Ara sıra gelen kalaycılar vardı, bir köşe de pamuk attıran hallaç amca, yoğurtçumuz ve poğaçacımız. Bir de ben istiyorum diye babamın her akşam getirdiği uzun pasta… Pasta merakım da ondan, hala uzun pasta severim, milföy severim hep anılara yolculuktur benim yediklerim.
Birlikte sabah toplanır, öğleden sonra toplanır, gece yine yemekler yendikten sonra Esentepe Meltem sinemasına giderdik. Dönüş babamın omzunda, eğlenceli yürüyüşler. Sabah Tevfik ağabey ile pul koleksiyonu. Ne beni küçük güzel kız diye taciz etmeye niyetlenen oldu, ne kaçırmaya yeltenen. Çünkü Ayla isminde bir kız çocuk kaçırılmıştı. Bütün Esentepe bana gözü gibi bakardı. Ne dedikodu yapanlar vardı, ne komşusunu bıçaklayan. Kimi duyduysak İTÜ kazandı, hukuk kazandı. Bazı ağabeyler gözüne cop yedi, Fransa’ya yerleşti. Hepsi babaları veteriner albay olanlardı. Babalar emekli albay ressam, hepsinin ayrı bir mesleği de vardı. Hepsini ordudan emekli ettiler, üzdüler. Sonuç hala aynı, ordu mensuplarını üzdüler. Hanımlar belki kolejli yada üniversiteli değildi, ama yemekleri nefisti, börekleri nefisti, evlatları iyi yetiştirdiler. Evlatları okudu meslekleri oldu, torunları oldu, yollar ayrıldı, ama ruhlar ayrılmadı. Hala irtibattayız, son kalanlara yetişebildikçe cenazedeyiz. Ruhlarımız bir, anılarımız aynı. Çünkü birlikte büyüdük, yedik içtik. Biz Suadiye’ye geçtik onlar da arkamızdan devam ettik. Bırakmadık hiç birbirimizi. O hanımlar Esentepe –Emekli Subay evlerinin kadınları belki iş hayatında değildiler, ama muhteşem çocuklar yetiştirdiler, güldüler güldürdüler, diktiler, ektiler, biçtiler. Hiç biri şişman da değildi, ikramlarını da yaptılar. Hacca gidenlerde oldu, ama eşleri modern hayattan kopmadı. Ne sinema kaçırdılar, ne tiyatro. Ellerinde telefon tik tok peşinde olmadılar, okuyup pilates yaparak boş yaşamlarını kafelerde pastahanelerde dedikodu ile geçirmediler. Torun baktılar, birbirlerine baktılar yıllarca; altı ay ömrü var denilen kocalarını 35 yıl yaşattılar. Atasözü deyim neler bildimse onlardan öğrendim; ressam albay amcadan resimleri öğrendim, veteriner amcadan köpek sevgisini.
Bence ihtilal ülkeye bir şeyler getirmedi hep götürdü. Esentepe – Emekli Subay Evleri de bana altı yılı birlikte elli sekiz yıllık bir yaşam verdi. İyisi ile hiç kötüsü olmadan, hatırlamadan yaşayanlar çok çok az. Aramızdan olmayan çoklarının ruhları şad olsun.
Hepsi irili ufaklı bir hazinedir benim için. Belki de bundan İstanbul’u yıkıp yeniden yaptılar Esentepe’yi yıkamadılar.
Okurken hepsi bir bir canlandı gözümde ruhları Saad olsun yaşayanlar allah sağlık sıhhat versin. Kalemine sağlık çok yaşa MeltemU.
Çok güzel yorum tebrik ederim