Filistin onlarca yıl tereddütsüz sosyalistlerin, demokratların ve vicdanlı insanların ortak değeriydi. İsrail’in yalanlarına kimse aldırmazdı.
Bir süredir her ne olduysa, bu durum sanki ters dönmüş gibi.
Düşünün ki sizi bir kafese kapatacaklar, akıllarına estikçe size ölüm dahil her türlü kötülüğü, işkenceyi reva görecekler ve siz bir gün o kafesin çitlerini kırıp onlara saldırdığınızda; kendinizi Marksistlere, sosyalistlere bile zor anlatacaksınız…
Bu arada “sivillere saldırıldı” meselesi var… Uzatmaksızın söyleyelim, bunun sosyalistler açısından savunulacak veya tartışılacak bir tarafı yok. Ama bu fotoğrafı büyük resmin önüne koymak büyük bir yanılgı olur.
Bu, tam da FHKC yetkilisinin dediği gibi İsrail’in psikolojik savaş taktiğidir…Dolayısıyla da İsrail’in propagandasının sonuç alması, istediğinin olmasıdır….
Dahası, neden Filistin direnişini Hamas’la; 14 örgütün katıldığı ve tüm Filistinlilerin dahil olarak desteklediği bu operasyonu “sivillere saldırı” ile eşitliyorsunuz? Bu, israil’in Filistin’i ve eylemini “şeytanlaştırma” çabasına destek değil midir?
Hoş bu yeni değil ki…
ABD ve İngiltere Irak halklarının başına bomba yağdırdığında “Ne Sam ne Saddam” diyen arkadaşlarımız oldu…Gerçekte bunun anlamı şudur: Tüm dünyanın gözünün içine bakarak yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor ve siz “Ne ev sahibi ne hırsız” diyorsunuz.
Biraz daha açalım: bir adam bir kadına tecavüz ediyor. Siz kadının kimliğine dair kimi kanaatleriniz veya duyumlarınız sebebiyle “ne tecavüzcü ne kadın” diyorsunuz.
İşgal gerçekte tecavüzdür; bir halkın toprağına, değerlerine, kültürüne, tarihine ve bizzat kendisine tecavüzdür…Ve ona karşı mücadele haklı/meşru mücadeledir.
Şimdi, Filistin’in BM tarafından bile kabul edilen meşru müdafaa hakkı karşısında kimilerinin “Batı” demeyi tercih ettiği emperyalizm ve işbirlikçileri gibi mi konuşacağız; onların dezenformasyonunu mu ölçü alacağız; yoksa bizzat sahadan bilgi veren en tutarlı gazeteci, direnişçi ve benzerini mi?
Eğer Marksist iseniz; “ne oldu sizin Marksizminize” diye sorarlar…
Eğer okumuş,eğitimli vb iseniz; “ne oldu sizin eğitiminize” diye sorarlar…
Eğer vicdanlı iseniz; “ne oldu sizin vicdanınıza” diye sorarlar..
Che Guevara ölümsüzdür ; Hasta la Victoria Siempre
İmkânsızı isteyenler ölmez
Sonsuzluğa yol alışının 50. yılında Che, sosyal medyada yoğunlukla önemli sözleri eşliğinde anıldı. Topluca bakıldığında, “ne çok önemli sözü varmış” veya adeta “her sözü önemli” dedirten bir tablo ortaya çıkıyor. Ancak Che, yalnızca önemli sözleriyle değil, tüm pratiği ve deyim yerindeyse her şeyiyle önemliydi; yeter ki onu doğru anlamayı, tanıyıp doğru değerlendirmeyi bilelim, öğreticiliği bir an olsun eksilmez.
Peter Brook, Shakespeare için “her satırı bir atomdur. Eğer onu yarabilirsek, açığa çıkacak enerji sonsuzdur” demiş. Benzer bir yaklaşımla Che’nin her sözünün, miras kalan her deneyiminin böylesine bir enerji taşıdığını söylemek mümkün. Yaşamında Küba’ya bile sığmamış, hep sonsuzu ve imkânsızı zorlamış Che’nin o sonsuz enerjisi hala hissediliyor; bu nedenle onu “ölüm” kelimesiyle beraber anmak uygun düşmüyor.
Che aşktır
Aşk, kişinin öncelikle kendine sözüdür. Aklı ve yüreği, sözü ve eylemi arasında bir tutarlılığı şart koşar. Bırakalım aşk düzeyinde bağlanılan değerleri ve özneyi, kişinin birebir kendisine karşı da bir sorumluluktur aşk. Bunu bu tutarlılıkta, kapitalizmin koşulladığı kişiliğin ve sevgisizliğin antitezi olarak Che’de görmek mümkün.
Che’yle yaptığı röportajda Gazeteci Lisa Howard, “Bir devrimcinin sahip olduğu en önemli özellik nedir?” diye sorar. Che yanıtlar: “Aşk.” Bu yanıt çok şaşırtmış olmalı ki tekrar etmekten kendini alamaz genç kadın. “Aşk?” Che, devam eder: “İnsanlık aşkı, doğruluk ve adalet aşkı. Bunları taşımıyorsa benliğinde, gerçek bir devrimci değildir o.”
Che’nin bu sözlerini “Bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisiniz. Bir şeyi sevmek için ona delice inanmalısınız.” sözleriyle bir arada düşündüğümüzde, yaptığı çalışmaların odağına sevgiyi koyduğunu görürüz. Devrimcilik sadece bilerek değil, severek ve isteyerek taşınması
gereken bir kimliktir. Ancak böyle olduğunda, her koşulda, ne pahasına olursa olsun gereği yerine getirilir. Che’nin “Sosyalizm ve İnsan”da kullandığı “Fedakârlığımız bilinçlidir; yarattığımız özgürlüğün bedelidir.” ifadesi bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Che, aynı eserde “Okuyucuya acayip gelse de, gerçek devrimciyi harekete getirenin büyük bir aşk olduğunu söyleyebilirim. Bu nitelikten yoksun büyük bir devrimci düşünülemez.” der ve devamında bundan ne anlaşılması gerektiğinin altını çizer.
“Bir önderin karşılaştığı en karmaşık durumlardan biri, tutkularıyla soğukkanlılığını birleştirmek zorunda oluşu ve kılı kıpırdamaksızın en zor kararları alabilmesidir. Öncü devrimcilerimiz, bu halk sevgisini yüceltmeli ve bu en kutsal davayı tek ve bölünmez hale getirmelidirler. Onlar, günlük duyguların ufak kırpıntılarıyla sıradan insanların sevgilerinin düzeyine inemezler.”
Eserin bir başka bölümünde sözünü ettiği içsel zenginlik, taşınan sorumluluğu da mutluluğu da aynı oranda artırır.
“Sorun bir kişinin kaç kilo et yiyebileceği, yılda kaç kez plaja gidebileceği ya da aldığı ücretle dışarıdan ne kadar süs eşyası getirtebileceği değildir. Gerçekte gerekli olan, bireyin kendini daha mükemmel hissetmesi, daha büyük bir iç zenginliğine sahip olması ve daha büyük bir sorumluluk taşımasıdır.”
Mülkiyet ilişkileriyle sakatlanmamış bir aşkta insan; nasıl tüm imkânlarıyla vericiliğin sınırlarını zorluyorsa ve bundan aldığı mutluluğu, tek ve yeterli karşılık sayıyorsa, devrimciliği de bütün bir yaşama yayılmış bir aşk olarak kavramalı, ruhsal doyum bu alandaki görevlerin yerine getirilmesinde aranmalıdır.
Che’nin “manevi canlandırıcılar” dediği olgu budur. Özellikle olağanüstü anlarda değil de yaşamın sıradan anlarında doyum ve mutluluğun yaşanabilmesi önemlidir. Hatta bu, insanı uyuşturan sisteme karşı da bir alternatiftir.
“Daha önce söylediğim gibi, büyük felâket anlarında manevi canlandırıcıları etkili hale getirmek kolaydır; fakat onların etkisini sürdürmesi için yeni değer yargılarının yer aldığı bir bilincin gelişmesine de ihtiyaç vardır.” (Che, Sosyalizm ve İnsan)
Che devrimdir
Günümüzde, devrimin yerini günü kurtarma atraksiyonlarının alması, sınıfsal çelişmelerin sınıfsal uzlaşmalarla ikame edilmesi, sınıf ilişki ve çelişkileri dolayısıyla da üretim ilişkileri değişmeden devrimden söz edilmesi, kendinde devrim yapmadan dünyanın değiştirilebileceğine inanılması, Che’nin tepeden tırnağa devrim kokan duruşundan ne çok şey
öğrenmek gerektiğini akla getiriyor.
Gerçekte devrim yalnızca bedel, yalnızca çirkinliklerle/kötülüklerle mücadele değildir; aynı zamanda metasız-mülkiyetsiz gelecek düşünün bugünden gerçekleşmesidir; bu bir yanıyla da Che’nin “peşinden gidecek cesaretiniz varsa bütün hayalleriniz gerçek olabilir” sözünün doğrulanmasıdır.
Kapitalizmin çirkinliği, insani nitelikleri yitirmeye sebep yabancılaştırıcı nitelikleri, devrimin ve dolayısıyla da alternatifin önemini artırır. Gerçekte devrimcilerin bunca kötülüğe son vermek üzere tasarladıkları, düşsel bir dünyadır. Lenin’in “yeterince mücadele ettik kazandık ama şimdi, o yıktığımızın yerine ne koyacağımız sorusu ile karşı karşıyayız.” sözü bunu anlatır.
Che sosyalizmdir
Bugün bunca tecrübeden, bunca doğrulayıcı pratikten sonra Castro’nun ve Che’nin dolaysıyla da Küba’nın sosyalistliğini sorgulayanlar oluyor. Ama Küba’da, hemen her devrimcinin alternatif topluma dair sorduğu “nasıl yapmalı” yanıtının karşılığı olan örgütlenmeler varlığını koruyor. Örneğin 14 yaşından büyük tüm Kübalıların cinsiyet, ırk, din ayırımı yapılmaksızın üye olabilecekleri bir kolektif olan CDR’ler (Devrimi Savunma Komiteleri) sokak, mahalle, belediye, il ve ülke ölçeğinde örgütlü bulunuyor ve bugün yaklaşık sekiz milyon üyesiyle, 133.000 hücrede toplanıyor.
Adı “savunma” da olsa bu komitelerin yaptığı sadece savunma değildi. Hatta kapitalizmi geriletmenin ve sönmesini sağlamanın yolu da buydu. Örneğin devrimin ilk yıllarında örgütlenen okuma-yazma seferberliğinde de bu komitelerin önemli bir rolü oldu.
CDR’lerin kuruluşunu, kitlelerin ruhunda gerçek bir devrimin başlaması olarak değerlendiren Fidel Castro, bu tarihi, aynı zamanda toplumsal dönüşümün sağlanmaya başladığı siyasi devrimin başlangıcı olarak saptıyor. Bu tür yapıların en önemli işlevlerinden biri de potansiyel olanakları açığa çıkarmasıdır.
Küba, Che ve Castro’nun bir özelliği de aynı/denk anlamlara gelmesidir; birinin diğerinden ayrı düşünülememesidir; destansı nitelikleri ile devrimciliğin/sosyalizmin onlarla özdeşleşmesidir.
Gerçekte devrimcilik başlı başına bir destandır; peki neden en çok bu ikilinin (Fidel ve Che’nin) destanı anımsanır? Çünkü onlar sadece dövüşmemiş, sadece itiraz etmemiş, alternatif de geliştirmiştir. Yalnız kaldığında, kuşatıldığında kendi devrimini geliştirmiş, ezbere de doğmaya da düşmemiştir; imkânsızın gerçekleştirilebileceğini göstermiştir. “Kuş ölür sen uçuşu hatırla” (Füruğ Ferruhzad) sözünden hareketle söylersek, onlar ardında hiç unutulmayacak bir “uçuş” bıraktılar. Bu bağlamda Küba, başlı başına bir aşktır, bir sevgili gibidir; hemen tüm devrimcilerin yüreğini kazanmış bir sevgili; değerlerin bedenleşmiş hali. Kucaklamak isterseniz, bir sevgili gibi kollarınıza sığacakmış gibi gelir; gerçekte bu hâlâ yaşayan, nabzı atan ve sıcaklığını koruyan Che’dir; Fidel’dir…