Kendi dışımıza bakarken şaşırdığımızda hemen ne garip! diyerek gördüklerimizi kategorize ederiz. Bu gariplikleri genellikle kendi dışımızda görmek de bir garipliktir! Kendimizde, çevremizde nice gariplikler yaşanır da onlar nedense kör tarafımıza gelir! Biraz da kendimize, çevremize bakalım bugün.
***
Yıllar önce bizde de teorisi yapıldı ve Çin, Vietnam ve Küba’da hayata geçti. Türkiye’de de epey zaman önce savunanlar oldu, ama lafta kaldı. Bu kırlardan kentleri kuşatmayı İbrahim Kaypakkaya, Mao’dan alıp kendi tarzı içinde uygulamaya çalıştı.
Yıllar geçti ve bu bir kenara bırakılmışken, kırlardan kentleri kuşatma işinin bir kenara bırakılmasına halkın bir kesiminin gönlü razı gelmemiş ki bizim solun bir zamanlar savunup da bir türlü hayata geçiremediği bu kuşatma teorisi sağın en gerici kanadının öncülüğünde kırlardan gelinip kentler kuşatıldı ve son on yıllardır da bu muhasara sürüyor.
Şimdi, zamanında bu teoriyi savunmuş olan solun adamları kalkıp da yok, biz böyle bir şeyi kast etmemiştik, diyemezler sanırım! Derlerse de kırlardan gelenler diyebilirler ki; ne o, bizim yaptığımızı beğenmiyor musunuz? Laf ebeliği yapacağınıza siz becerseydiniz! Hadi bakalım, kim ne diyebilir şimdi? Mevla gibi, halk da güzel eyler neylerse değil mi!
Kırlardan gelip kentleri kuşatan bu kitleler sadece yatak dengi sırtlarında gelmediler kentlere. Onlar, kentlere kültürel çeyizleriyle geldiler. Yemekleriyle, adetleriyle, inançlarıyla, eğlence, müzik kültürleriyle; Ferdi Tayfurlarıyla, Müslüm Gürsesleriyle, İbrahim Tatlısesleriyle, Kibariyeleriyle… geldiler. Bu şekilde kuşanmış olarak gelenler elbette ki uzun kalacaklardı ve öyle oldu.
Solun elinden alıp kendi meşreplerince kentleri kuşatma işine solun hayıflanıp hayıflanmadığını bilemiyorum, ama sosyolojide de o futbol kuralının bir benzeri vardır sanırım: Atamayana atarlar!
***
Bizim mahallede bir de işçi sınıfına, halka dışarıdan bilinç taşıma meselesi vardı. Taa liseli yıllarımızdan beri yapılmış olan seminerlerde ve ilgili klasiklerde bu bahis çok mühimdi.
Ülkede her nedense bu bilinç taşıma da tersten oldu! Bilinç taşıma araçları sorunluydu belki… Solcuların bilinç taşıyacağı kitleler kendi eğitim, kültür, bilinç düzeyleri ve tercihleriyle destekledikleri malum partiyi iktidara taşıyarak ve halen de orada tutarak, bu bilinç taşıma işinde de solcuları çırak çıkardılar! Demek ki sadece teknoloji hırsızlığı yokmuş!
***
Bilinç taşıma meselesinde insan hatırlıyor tabii… 1980 darbesinden önce yüz binler vardı sokaklarda, meydanlarda… Ne oldu onlara? Kaçı vefat etti, kaçı göç etti ülkeden? İsimlerini, yüzlerini değiştirmedi ya bu yüz binler. Yüz binler buharlaştı mı? Hadi bırak solculuğu, tehlikelerde bunu taşımak zorlaştı, kıran kırsın dümenini. Ee, vicdanlara ne oldu? Yirmi küsur yıldır olanlardan rahatsız olmak için solcu olmak gerekmiyor ki. Vicdanlara ne oldu? Zalimler vicdansız da vicdanlarını pışpışlayarak uykuya yatıranlar ne oluyor?
Kaytaranlara halk arasında araziye uydu denilir, biliriz. Kırk yıl kaytarma nasıl bir şeydir? Yüz yıl uyuyan prenses masalı var nasılsa bu toplumda değil mi?
Bu bilinç taşıma meselesinde, arazi olanları bir kenara bırakalım… 1980 darbesi öncesi 49 parça sol örgütün başında şefler/teorisyenler vardı. O zamanlar o örgütlerin kitleleri kendi teorisyenlerinin isimlerini zikrederken adeta salavat getirirlerdi! Öyle yüce şahsiyet olmasalardı, öyle ya, birbirine benzer onlarca örgütü yaptıkları derin tahlillerle, ürettikleri aşırma ama acenta damgası vurulmuş teorileriyle geceden sabaha birbirlerine rakip/düşman hale getirme marifetini nasıl gösterirlerdi.
Evet, olan oldu da yine de soralım: bu yüz binlerce kitle ve bu 49 parça örgütün teorisyenleri neredeler? Mevsimlik işçi miydi bunlar? Sık sık kapatıyoruz! kampanyaları yapan halıcı esnafları mıydılar? Kitle, tehlikeyi görünce dağılır da tepedeki teorisyenler için ’80 darbesiyle ülke teorik dersler bakımından mümbit bir yer haline gelmişti oysa ki… Hele son yirmi yıldır görmediğimiz, duymadığımız, şaşırmadığımız olayları, normal bir toplumun yüz yılda yaşamayacağı badireleri yaşayan şamar oğlanı bir toplum haline getirildik… Bu teorisyenlerin teorileri nerede?
Kim bilir belki de 1980 darbesi bizim bu teorisyen takımına hekimlerin TUS’ı gibi geldi ve sınavı geçip uzman olamadılar ve kaldılar mı solun başına devrimin pratisyenleri olarak ve bazıları yazıyordur hâlâ kim bilir devrim reçetelerini! Kırk yılın sonunda ise ülke ve toplum, bırak uzmanların teşhis koyup tedavi etmesini, öyle berbat hastalıklara yakalandı ki tedavi ve kurtuluş için tüm branşların ortaklaşacağı bir konsültasyon ekibine ihtiyaç var.
Solun hekimleri pratisyen de kitleler, kadrolar çok mu farklı? Bu ülkede Brezilya dizisi sendromu var dersek kimse bozulmasın. Sebebi şu: 1974 Affı’ndan 1980 darbesine dek yaklaşık toplamda dört yıl hareketli bir dönem yaşadı sol kitlenin çoğunluğu. Ne verimli bir dört yılmış ki kırk yıldır anlat anlat bitmedi! Bu politik masalcılık sürer de, dinleyenler bıktı, anlatanların da yaşları gereği dertleri arttı…
Zira ortadaki mevta kimsenin tek başına kaldırabileceği bir halde değil. %34 oyla geldiler, azmettiler ve kendilerini iktidara taşıyan kitleyi devlet imkânlarıyla ve becerileriyle coşkusal veba*ya bulayıp borularını öttürüyorlar. Bu vebadan kitleselleşmeden kurtulmak mümkün görünmüyor. Bu bilinç taşıma meselesinde son noktayı Rosa Luxemburg’la koyalım: Kitlelerin kendi deneyimleriyle öğrendiği gerçekler, en yanılmaz merkez komitelerinin öğrettiklerinden daha güçlüdür.
*Wilhelm Reich