Genç ve dinamik bir tiyatro sanatçısı olarak kariyerine emin adımlarla devam eden Oktay Berk Gürsoy, sahne ve beyaz perdede farklı deneyimlerle zenginleşmeyi hedefliyor. Sanatın sadece tiyatroda değil, dizi, sinema ve reklam gibi farklı alanlarda da yer bulmasını isteyen Gürsoy, “Oyunculuğun her alanını tatmak istiyorum. Tiyatro, her zaman hayatımda özel bir yere sahip olacak. Ancak aynı zamanda dizi, sinema ve reklam alanlarında da kendimi geliştirmek ve izleyiciye farklı yönlerden dokunmak istiyorum,” diyor.
Oktay Berk Gürsoy, sanatın özünde özgürlüğün yattığını belirtiyor. Ona göre sanat, eleştirel bir güce sahip olmalı ve izleyicinin gerçekliği sorgulamasını sağlamalı. Sanatta özgürlük olmadan, sanatçının yaratıcı sürecinin sınırlanacağını vurgulayan Gürsoy, “Özgürce yaratmadığınızda, belli bir kalıbın içine sıkışır ve adeta bir robotmuş gibi başkalarının istediği şekillerde hareket etmeye başlarsınız. Bu durumda seyirciye gerçek anlamda inandığınız bir şeyi aktarmak zorlaşır,” ifadeleriyle özetliyor oyunculuğunu.
Sanat dünyasında her daim öğrenmeye ve gelişmeye açık olduğunu belirten genç oyuncu, izleyiciyle doğrudan iletişim kurmanın ve onlara duygu aktarabilmenin önemine inanıyor. Özellikle tiyatro sahnesinde, anlık reaksiyonlarla şekillenen ve her seferinde yeniden doğan bir performans sunmanın büyük bir heyecan olduğunu dile getiriyor. “Tiyatro, hayatıma sürekli bir canlılık katıyor. Her oyun, her karakter, kendime dair yeni bir şeyler keşfetmemi sağlıyor,” diyen Gürsoy, tiyatronun yanı sıra dizi ve sinemada da kendini ifade etmek ve farklı kitlelere ulaşmak istiyor.
Gürsoy’a göre, sanatta özgürlük ve eleştirel bakış açısı olmadan yapılan işler, sanatsal değer kaybına uğrayabilir. Bu yüzden, her yeni projeye başlarken özgürlüğün getirdiği yaratıcı gücü kucaklıyor. Bu bağlamda, kendini sürekli geliştiren genç tiyatrocunun sanat dünyasında daha birçok yeniliğe imza atacağına hiç şüphe yok.
Genç sanatçılarımıza usta ellerin dokunmasını istiyor ve sanat camiasında başarılar diliyoruz.
Berk Gürsoy Kimdir, Tiyatroya olan ilginiz nasıl başladı, Sizi bu alana yönlendiren özel bir an ya da kişi var mı?
30 Ekim 1997 yılında Ankara’da dünyaya geldim. İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Drama Ve Oyunculuk Bölümü mezunuyum. Tiyatroya olan ilgim 8. sınıftayken başladı. Küçük yaşlardan itibaren zaman zaman ailemle zaman zaman da kendim olmak üzere birçok tiyatro oyununa gittim. Gittiğim her oyunda gelen seyircilerin oyun sonu yapmış oldukları alkış sesi beni hep etkilemiştir. O anın gerçekten büyülü olduğuna inanıyorum. Bu da beni çok etkilemişti ve bu işin iç yüzünü her detayı ile öğrenme isteği doğdu içimde. Tabii ki tiyatro mesleğini yapmak için belirli aşamalardan geçmem gerekiyordu. Olması gerekenden daha fazla okumam ve daha fazla izlemem gerekiyordu bunun farkındaydım. Çalışmalarımı da bu doğrultuda yaptım. Daha sonrasında ilerleyen zamanlarda liseye geçtiğimde Tunalı Hilmi Caddesi’nde bulunan Ritüel Sanat Merkezine giderek orada çalışmalarımı hızlandırdım. Çeşitli çocuk oyunlarına ve yetişkin oyunlarına çıktım. Bu oyunlar vesilesiyle birçok turneye çıkma fırsatı da buldum. Lise bittikten sonra üniversitede konservatuar okumak istedim ve 3 yıl boyunca şehir şehir gezerek pes etmeden konservatuar bölümlerinin yetenek sınavına katıldım. Bu süreç benim için çok zorluydu. Bütün lise arkadaşlarım mezun olurken üniversitelerinden, ben hala yetenek sınavları için şehir şehir dolaşıyordum ve üniversiteye giremediğim için içimde geç kalınmışlık hissiyatı doğuyordu tabii bu da bende baskı oluşturuyordu. Liseden mezun olduktan sonra iki sene boyunca hiçbir okulun konservatuar bölümünü kazanamadım, fakat üçüncü senemde yeniden sınavları denediğimde iki okul birden kazandım. Pes etmemin meyvesini yiyordum ve çabamı karşılığını aldığımı o zaman çok iyi anlamıştım. Sınavlara hazırlanışımın üçüncü yılında çok ilginç bir olay başıma geldi. O dönem bir sürü sınava girmiş ve hepsinde de başarısız olmuştum. Hayalim tiyatroydu fakat acaba bu mesleğe uygun değil miyim diye düşünmekten o dönem kendimi alıkoyamıyordum. Kendime bir tiyatro oyunu bileti aldım ve oyun yerine gittim. Koltuğuma oturduğumda sahneye baktım ve içimden “ Allah’ım lütfen bana bir işaret yolla ki bu mesleğe uygun olup olmadığımı anlayayım eğer herhangi bir işaret yollamazsan hayallerimden vaz geçeceğim artık” gibi bir cümle kurarak dua ettim. Artık içimdeki o inancın yeniden canlanması için bir mucizeye ihtiyacım olduğuna inanıyordum ve o gün izlediğim oyunda da o mucize gerçekleşti. Oyun sırasında başrol oyuncusu elindeki gülü seyircilere doğru fırlattı ve o gül benim kucağıma düştü. Bir anda herkes bana bakar olmuştu. Yüzümün kızardığını hatırlıyorum ve aynı zamanda tüylerim diken diken olmuştu. Oyundan çıktım ve o sene İstanbul’a giderek İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi Drama Ve Oyunculuk Bölümünü ve aynı zamanda Yeditepe Üniversitesi’nin konservatuar bölümünü kazandım. Ailem bana bu konuda her zaman destek olmuştur ve hala da olmaya devam ediyorlar. Onların haklarını asla ödeyemem. Benim bu meslekte daha iyi bir konumda olma hayalim gerçekleştiğinde bunun en büyük göstergesi ailem olacaktır, buna inanıyorum ve onları beni seven herkesi gururlandırmak istiyorum bu mesleği lâyığıyla yaparak. Konservatuar hayatımda dolu dolu geçti, bir çok aynı hayale sahip kişilerle aynı sahneyi paylaşmak benim için gurur vericiydi. Ekip olmanın önemini okuduğum dönemde daha iyi anlıyordum. Okuldan mezun olduktan sonra askere gittiğimde babam tek kişilik bir oyun yazdı. Oyunun ismi “Kapılar” idi. Babamın altı tane polisiye romanı var ve benim için bir tiyatro oyunu yazması beni çok gururlandırdı ve mutlu etti. Bu oyunda “Otto Meyer” karakterine hayat verdim. bu oyun vesilesiyle de aynı zamanda şu anda çalışmış bulunduğum Kobat Sanat Tiyatrosuyla yolum kesişti ve şu anda bu kurumda tiyatro anlamında oyunculuk yapmaya çalışıyorum.
Oynadığınız rollerden sizi en çok etkileyen hangisiydi?
Konservatuar öncesi konservatuvarda ve mezun olduktan sonra da çalıştığım kurumlar vesilesiyle daha önce de bahsettiğim gibi bir çok oyuna çıkma şansı yakaladım. Bir çok çocuk oyununda yer aldım ve çocukların gözünde bir gülümseme gördüğüm zaman bu oyunlardan aldığım keyif daha da artıyordu. Çeşitli yetişkin oyunlarında da yer aldığım zaman her bir oyundan ve her bir karakterden kendime bir şeyler katıyordum ve bana tecrübe oluyordu. bu bağlamda incelediğimde benim için her rol değerli ve önemlidir. Asla rol seçen bir yapım olmamıştır verilen görevi elimden geldiğince lâyığıyla yapmaya çalışırım. Bu yüzden rolleri arasında bir karşılaştırma yapmayı istemem fakat benim için manevi anlamda bir rol vardır ki rol benim için hep özel kalacaktır. Sizlere de bahsetmiş olduğum “Kapılar” oyunundaki “Otto Meyer” karakteri benim için manevi anlamda da önem teşkil eden bir roldür diyebilirim. Bu oyunu hem babamın yazmış olması hem de aynı zamanda ilk uzun tek kişilik oyun tecrübem olmasından dolayı bu rolü farklı bir yere koyabilirim. Babamla birbirimize baktığımızda ki o başarmışlık hissiyatı beni gerçekten çok etkiledi. Bir çok duyguyu aynı anda yaşama fırsatı bulmuştum ve bu anlamda unutmamın asla mümkün olmayacağı bir roldür Otto Meyer…
Bir rolü çalışırken nasıl bir hazırlık süreciyle kendinizi karaktere nasıl adapte edersiniz?
Ben tiyatronun bir disiplin işi olduğuna inanıyorum. Tabii ki her meslek grubuna baktığımızda belirli bir disiplini gerektirir fakat tiyatro açısından değerlendirdiğimde disiplinin önemini vurgulamasam olmaz. Bana herhangi bir rol geldiği zaman ilk öncelikle gelen rolün bulunduğu metni güzelce okurum. O döneme ait film belgesel veya dizi varsa dönemi anlamak adına bunları izlerim. Araştırmacı kimliğimi ön plana çıkarmaya çalışırım. Oyunun yazıldığı dönem hakkında bilgi edinmeye çalışır ve oynayacağım karaktere bu bilginin nasıl etki ettiğini anlamaya çalışırım. Karakterin psikolojik, fiziksel, sosyolojik özelliklerini saptamaya çalışırım. Çünkü bunları saptadığım zaman karakterin yürüyüşü nasıl olur, olaylara bakış açısı nasıl gelişir bunları net bir şekilde görebilirim. Karakterin oyun içindeki konumunu özellikle anlamaya çalışırım. Bu karakter neyi savunuyor? Amacı ne? İnandığı değerler ne? Bunları bilmem bir oyuncu kişisi olarak oldukça önemli. Çünkü o karakterin yaptıklarına inanabilmeliyim ki ben de oynarken inanayım ancak ve ancak böylelikle seyirciyi de oynadığım rolle inandırabilirim. Aynı zamanda bir başka dikkat ettiğim konu daha var. Karakterin duygusunu verirken kendi sivil benliğimden sıyrılıp o karakterin duygu durumunu tam anlamıyla anlamaya çalışırım. Kendimi duygu olarak illa bir duyguyu verme üzerine kurmam. Oynarken duygunun kendiliğinden gelmesi gerektiğine inanırım. Çünkü benim açımdan ancak böyle doğal ve samimi bir karakter ortaya çıkarabiliriz. Tabii ki her oyuncunun karakterleri hazırlanma yaklaşımı farklıdır ve buna saygı duyulmalıdır. Kısacası bir role yaklaşım çeşitli yollarla farklılık gösterebilir fakat hepsinin özünde belirli bir disiplin olması şarttır diye düşünüyorum.
Tiyatroda sizi en çok zorlayan şey ne oldu? Bu zorluğun üstesinden nasıl geldiniz?
Sahne üstünde oynadıkça oyuncu kişisi olarak farkında olmadan tecrübe kazanıyorsunuz ve siz fark etmeseniz de sahne üstünde pratiğinizi arttırdıkça ayakları yere daha sağlam basan oyuncu olabilirsiniz. Ben de oyunlarda rol aldıkça kendimi mesleki anlamda daha rahat ve özgüvenli hissediyorum. Sahne üzerinde elbette ki ne kadar çok tecrübeye sahip olursak olalım bazı aksaklıklar yaşanabilir. Bunlar son derece doğaldır. Örneğin sahne üstünde ezber unutabiliriz. Bu her oyuncunun başına gelebilir. Benim de başıma çok gelmiştir, fakat bunu belli etmemek ve panik yapmamak gerekir. Siz sahnedeyken olacakları bilen tek kişisinizdir. Seyirciler, keyifli bir oyun izlemek amacıyla salona gelirler ve oyuncu kişisinin hata olarak gördüğü şeyi seyirci bilmemektedir. Çünkü oyuncu bütün prova sürecini bilir. Sonraki hamlenin sahne üstünde ne olacağını oyuncu kişisi bilir. Kısacası ezber unutmak teknik zorluk olarak belirtilebilir. Bununla birlikte ışık gerekli yerde verilmeyebilir veya aynı şekilde ses de öyle. Bunların hepsi sahne üstünde karşılaşabileceğimiz zorluklardandır. Önemli olan bu tür durumlarda soğukkanlı kalabilmektir diye düşünüyorum. Tabii ki tiyatro adına zorlayan şeyler sınıfına konservatuar öncesi hazırlık dönemini ekleyebilirim. Gerçekten mental açıdan güçlü kalabilmek gerekiyor. Başarısız olunan bir sınavda yılmamak gerekir ve bir sonraki sınava konsantre olmak gerekir. Hepimiz insanız. Sahne dışında da bir hayatımız var ve bu hayatta da zorluklarla karşılaşmak olası bir durumdur. Oyun günü dışarı ki hayatımızda yaşadığımız sıkıntıların yüküyle de sahneye çıkma durumumuz olabilir. Ama oyun süresince bunu oyuna yansıtmamak önemlidir. Bu açıdan bakıldığında zaman zaman dışarıdaki hayatımızda yaşadığımız ve bizi aşağıya çeken olumsuz durumlara karşı sahneye çıkmak bazen zorluk olarak da karşımıza çıkabilir. Ben tiyatronun aynı zamanda iyileştirici bir gücü olduğuna da inanıyorum. Kısacası mental olarak güçlü kalıp yeteneğinize ve bilginize güvenerek hareket ederseniz tiyatro adına yaşadığınız zorlukları atlatabilirsiniz.
Bir gün sahne dışında bir oyun yazarı ya da yönetmen olarak tiyatroya katkı sağlamak ister misiniz?
Ben hayatta yeni şeyleri denemeye her zaman hevesliyimdir. Kendi sektörüm olan oyunculuk alanında da bütün yeniliklere açığım. Oyunculuğun her alanını tatmak istiyorum ve bu alanlarda tecrübe kazanmak istiyorum. Aklımda sahneye koymak istediğim bir çok oyun var. Tabii ki bir oyun yazıp aynı zamanda o oyunu yöneterek sahneye taşımak kariyerim açısından oldukça önemli bir rolde oynayacaktır. Her ne kadar çok oyuncu kimliğimle ön plana çıkmak istesem de oyun yazarlığı ve yönetmen alanında da tecrübe kazanmak isterim. çünkü inanıyorum ki farklı şeyler denedikçe farklı tecrübeler kazanacağım ve böylelikle bu meslekte kendimi daha da geliştireceğim. Bir tiyatro oyununa yönetmen gözünden bakabilme yetisini kazanmak ancak yönetmenlik deneyimiyle gerçekleşebilir. Aynı zamanda bir oyuna yazar tarafından bakabilme yetisini kazanmak içinde oyun yazma konusunda da istekli olunması kanaatindeyim. Konservatuar yıllarımda oyun yazma ödevlerimiz oluyordu ve oyun yazarken oyunun temel çatışmasını karakterlerin inşasını kurarken zorlandığım zamanlar da olmuştu fakat oyunu yazıp bitirdiğimde ve okuduğumda aldığım keyif paha biçilemezdi. Çünkü elimde tamamıyla bana ait bir oyun vardı. Dürüst olmam gerekirse kariyerimin bu aşamasında ilk etapta oyunculuğun her alanını tadarak oyuncu kimliğimle ön plana çıkmak istiyorum. Her şeyin adım adım olacağına inanıyorum ve bir gün bir oyun yazmam veya yönetmenlik yapmam gerekirse bunu elbette ki seve seve yaparım. Benim için önemli olan tiyatroya her alanda katkı verebilmek ve başarılı bir sanatçı olmak.
Bir oyuncu olarak tiyatro sahnesinde hayalini kurduğun, hayat vermek istediğin bir karakter ya da bir oyun var mı?
Ben derinliği olan karakterleri çok çok seviyorum. Düşündüren ve aynı zamanda birçok duyguyu kolaylıkla seyirciye aktarabileceğim bir rol geldiği zaman onu renklendirmek benim açımdan keyifli ve kolay oluyor. Kendi iç çatışması yoğun olan ve oyun içi şaşırtıcı durumların oluşmasını sağlayan roller beni oldukça heyecanlandırıyor. Hayalini kurduğum spesifik olarak nitelendirebileceğim bir rol yok diyebilirim. Çünkü zamanında her rol benim için bir hayaldi zaten ve sahneye çıkarak bu hayalimi de gerçekleştirmiş bulunuyorum. bu açıdan baktığımda her rol benim hayalimdi ve ileride oynayacağı rollerde hayalini kurduğum roller. Bu durumu böyle nitelendiriyorum. Oyun olarak baktığımda elime bir oyun geldiği zaman oyuna ön yargıyla asla yaklaşmam. Her oyun her yazılmış eser benim için kıymetlidir. Çünkü ortada bir emek var ve sanatsal bir değer taşıyor. Konservatuar da son senemde tez çalışmam vardı. Vodvil türü üzerine geniş çaplı bir araştırma yaparak bir tez hazırladım ve bu tezin savunma sınavına da girdim. çok şükür başarıyla tezimi savunarak vodvil türü üzerine tezimi tamamladım ve bu şekilde mezun oldum. Tez yazarken geniş çaplı bir araştırma yapmanız gerekiyor ben de bu vesileyle vodvil türünün yazarlarını ve tüm oyunlarını birer özet halinde sayfalarca yazdım. Bu açıdan değerlendirdiğimde vodvil türü hakkında bir çok bilgi edindim ve büyük ölçüde bu türde yazılmış oyunların hayranı oldum diyebilirim. Kariyerim açısından değerlendirdiğimde bir çok yazılmış olan vodvil türünde eserler var ve bu türdeki oyunlarda imkanım elverdiğince oynamak isterim. Ama daha öncede söylediğim gibi oynadığım her rol ve elime ulaşan her oyun benim için ayrı bir tecrübe, deneyimdir ve hepsi birbirinden kıymetlidir.
Bugüne kadar seni en çok etkileyen tiyatro oyunu hangisiydi?
Tiyatro benim açımdan oynaması kadar aynı zamanda izlemesi de keyifli olan bir sanattır. Ben bu mesleği izleyerek sevdim ve hayallerim böyle başladı. Ben bir oyuna gittiğimde özellikle ilk dekorlar gözüme çarpar. Dekor için uğraşılmış ve sahneyi dolduran bir dekor gördüğüm zaman içimde büyük bir heyecan uyanıyor. Tabii ki herhangi bir dekorla oynanmayıp sadece ışık oyunlarıyla da oynanan bir çok oyun seyrettim ve onlardan da keyif aldım. Ama ekstra olarak dekor da iyi olursa bu beni hem izlerken daha iyi motive ediyor hem de oynarken. İyi bir dekor içinde oynadığım zaman bir oyuncu kişisi olarak var olan atmosfere inanmam daha kolaylaşıyor. Bu açıdan değerlendirdiğimde izlediğim tiyatro oyunlarında seyirci gözüyle baktığımda da aynı bakış açısına sahip olduğumu anladım. Dediğim gibi birçok oynadığım ve izlediğim oyun beni etkilemiştir. Ama bir örnek vermem gerekecek olursa Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nda izlemiş olduğum “Muhteşem Diva” adlı oyununun yeri bende ayrıdır. Daha önce de bahsettiğim gibi konservatuvarı hazırlanırken sıkıntımı en yüksek olduğu zamanlarda bir mucize beklerken bu oyundaki başrol oyuncusunun gülü seyircileri atması ve o gülün kucağıma düşmesi daha sonrasında herkesin bana bakması içimde büyük bir güç oluşturmuştu. Benim için bu oyun aynı zamanda mucizeyi temsil etmeye başladı ve ben o güçle iki okul birden kazandım. O gülü de evimde çerçeveli bir halde yıllardır saklıyorum ve hayatımın sonuna kadar da saklamaya devam edeceğim. Kariyerimde hangi noktaya gelirsem geleyim o gül çerçeveli bir şekilde yanımda duracak. Çünkü her şey onla başladı…. Bu yüzden “Muhteşem Diva” oyunu benim için çok kıymetlidir. Aynı zamanda İstanbul’da izlediğim Haluk Bilginer’in de oynadığı “Pencere” oyunu hem dekor hem oyunculuk olsun unutamadığım oyunlar arasında yerini aldı diyebilirim. Babamın benim için yazmış olduğu tek kişilik oyun olan “Kapılar” isimli oyunda benim için manevi değeri yüksek bir oyundur. Bu oyunun yazım aşamasında babamla zaman zaman kafa yorduğumuz için ve bir emek sarf ettiğimiz için, aynı zamanda ortak bir hayali gerçekleştirmemize vesile olduğu için bu oyun hayatımda unutamayacağım bir oyun olarak yer edindi.
Tiyatroya olan ilgini canlı tutmak için hangi kaynaklardan ya da kişilerden ilham alıyorsunuz?
Bol bol oyun okuyorum ve elimden geldiğince tiyatro izlemeye çalışıyorum. Özellikle Radyo Tiyatrosu dinlemeyi çok seviyorum. Radyo Tiyatrosu dinlerken gözlerimi kapatıyorum ve söylenen şeyleri hayal ederek zihnimde canlandırmaya çalışıyorum. Bu da beni oyuncu kişisi olarak diri tutuyor. Bulabilirsem eğer dijital platformlarda gösterilen tiyatro oyunlarını da seyretmeye çalışıyorum. Okuduğum oyunları tekrar tekrar okurken sahne sahne özetini yazarak okuyorum. Oyunu bitirdiğimde böylelikle oyunlara olan hakimiyetim güçlenmiş oluyor ve bu da beni kuramsal açıdan özgüvenli bir oyuncu kişisi haline bürüyor diyebilirim. Aynı zamanda tiyatro dan sinemaya uyarlanan filmleri de izlemeyi tercih ediyorum. Kısacası araştırmacı kimliğimi diri tutmaya çalışıyorum. Zaten bir bireyin tiyatroya gerçekten ilgisi varsa bu kolay kolay Kaybolabilecek bir şey değildir. Sırf tiyatroya ilgim kaybolmasın diye bunu canlı tutmak adına bunları yapmıyorum. Zaten o ilgi ve canlılık kaybolduğunda bu mesleği severek yapamazsınız. Tüm o oyun okumalarım, araştırmacı kimliğimi ön planda tutmaya çalışmak, olabildiğince tiyatroya gitme çabam hepsi kendimi geliştirmek adına yaptığım şeyler. Zaten tiyatroya karşı var olan ilgim bu bilinçte olduğumda hep var olacaktır diye düşünüyorum.
Günümüzde tiyatronun toplum üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tiyatronun toplum üzerindeki etkisini oldukça olumlu görüyorum. Tiyatronun iyileştirici bir gücü olduğuna inanıyorum ve toplumun büyük bir kesiminin de benimle aynı görüşte olduğuna inanıyorum. Özellikle Devlet Tiyatrolarına baktığımda bilet bulmak oldukça güç. Aylar sonra oynanacak oyunun biletleri bile şimdiden tükenebiliyor. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde tiyatronun toplum üzerinde olumlu bir etkisi vardır diyebiliriz. Çoğu oyunlara baktığımızda giden seyirci aslında kendinden bir parça buluyor izlediği oyunlarda. Hayatını olumlu yönde değiştirecek fikirlere de gittiği oyunlar vesilesiyle sahip olabiliyor. Tiyatronun gerçekten böyle bir gücü var ve ben buna inanıyorum. Türkiye geneline baktığımda bilinçli bir tiyatro izleyicisinin olduğuna inanıyorum. Bu da beni bir oyuncu kişisi olarak oldukça mutlu ediyor. İnsanların gözünde bir parıltı gördüğünüzde ve oyun sonu tebrik için size özel olarak geldiklerinde yaptığınız işin ne kadar fayda sağladığını ve insan için olduğunu anlıyorsunuz. Sadece tiyatroda değil sanatın her dalı resim olsun, müzik olsun, dans olsun tüm bu dalların hepsi insandan birer parça taşıyor ve insanı yansıtıyor. Çünkü ortaya çıkarılan her eserde beşeri bir emek var ve bu da gerek duygu olsun gerek düşünce olsun eserlere yansıyarak hem toplumdan yansıyan bir parça görevi görüyor hem de topluma aynada tutabiliyor.
Tiyatro kariyeriniz boyunca hedefleriniz ve hayalleriniz nelerdir?
Daha bu yolda yapacağım çok iş var ve bunun bilincindeyim. Tiyatro anlamında olabildiğince daha fazla sahneye çıkmak istiyorum ve daha farklı roller tatmak istiyorum. Aynı zamanda ödüllü bir oyuncu olmak istiyorum. Gerçekten bu konuda hayallerim çok büyük ve kendime de güveniyorum. Daha önce de söylediğim gibi hedeflerim ve hayallerim açısından değerlendirdiğim de oyunculuğun her alanını tatmak istiyorum. Dizi sinema ve reklam alanlarında da tecrübeler kazanmak istiyorum ve bu alanlarda da ödül almak istiyorum. Herkes hayal kurabilir ama önemli olan harekete geçmektir ve ben uzun zaman önce harekete geçtim ve hedeflerim doğrultusunda da ilerliyorum. Aynı zamanda ileride kendi repertuarımı oynadığım bir sahne açma hayalim var. Güzel bir sanat yuvamın da olmasını istiyorum. Bin kilometrelik yolculuk bir adımla başlar derler ve ben o adımları yavaş yavaş atıyorum ve bir gün hayallerini başarmış bir oyuncu olacağıma inancım var.
Şu an yaptığınız yeni projeden de bahsedelim. Yeni bir oyun sahneliyorsunuz, oyun ve karakterle ilgili kısa bir bilgi verebilir misiniz?
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz oyunu Aziz Nesin’in kaleme aldığı bir oyun. 16 Kasım’da Çankaya Belediyesi Yaşar Kemal Kültür merkezinde sahnelenecek. Rejisini Murat Demirbaş’ın yaptığı oyunda Yaşar karakterine hayat veriyorum. Yaşar karakteri keyifle oynadığım bir rol. Oyunu provalar süresince defalarca okuduk ve benimsedik. Yaşar karakterinin oyun içindeki katman katman artan değişimi ve var olan sistemin naif ve safiane bir görüntü çizen Yaşar’ı nasıl değiştirdiğini açıkça görüyoruz. Gelen izleyiciler bir oyundan mesaj almak isterse zaten onu alır. Ben şahsi olarak bir rol oynarken elbette ki kendi fikirlerimi de veya oyunda verilmek istenen mesaj varsa bunu da gözeterek zaman zaman bunu seyirciye rolümle harmanlayıp aktarabiliyorum. Bu çeşitli cümlelerle veya çeşitli rejilerle sağlanabiliyor. Bana göre bir seyirci oyuna geldiğinde kendisi bir mesaj almak istiyorsa veya o gözle izliyorsa daha önce de söylediğim gibi o mesajı zaten kendi fikirleriyle birleştirip alabilir. Ben açıkçası her oyuna böyle yaklaşıyorum. Yaşar karakteri ile ilgili olarak da aslında verilmek istenen mesaj toplumdaki herkesin içinde gizli diye düşünüyorum. Bu oyunu izledikten sonra herkes içindeki kendi Yaşar’ını kolaylıkla bulabilir kanaatindeyim.
Son olarak okurlarımıza tiyatro hakkında neler söylemek istersiniz?
Tiyatro iyileştirir diyorum ve olabildiğince gerçekten keyif alınıyorsa izlenilmesi gereken bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Tiyatro tüm insanları kucaklar ve kabul eder. Tiyatromuzu ülkemizde yalnız bırakmayalım ve benimseyelim. Tiyatronun iyileştirici gücüne inanalım. Ben bu mesleği yaptığım için çok gururluyum her ne kadar zorluklar çeksem de. Ama mesleğimi sahipleniyorum. Konfüçyüs’ün “ Eğer sevdiğin işi yaparsan, hayatın boyunca bir kez bile çalışmış olmazsın.” sözü beni çok etkilemiştir ve ben de son olarak diyorum ki ben bu meslekte çalışmıyorum. Sadece ve sadece yaşıyorum bu mesleği.
Kendisine çok teşekkür ediyor başarılarının devamını diliyoruz. 16 Kasım Cumartesi günü saat 20.00’de Çankaya Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde, Oktay Berk Gürsoy’u sahnede izleyebilirsiniz.