Ahmet Kaya!
“… Ben öldükten sonra değil, ölmeden anlaşılmak istiyorum...”
Bu sözlerin sahibi Ahmet Kaya’dan başkası değildi.
Yaşamları boyunca değerleri anlaşılmayan insanlar, öldüklerinden sonra anlaşılırmış.
Bir de, değerli olsun olmasın yitip giden insanların ardından, genellikle methiyeler dizilir.
Değerleri anlaşılmayan çok önemli insanlar geldi geçti bu dünyadan. Evrensel olanlar kaldı; fikirleri ile şarkıları ile buluşlarıyla yaşıyorlar aramızda, hâlâ.
Friedrich Nietzsche, “beni 21.yy. da anlayacaklar” demiş. Fikirleriyle yaşıyor hâlâ.
Kitapları yakılan Stefan Zweig, umutsuzluğa kapılarak intihar etmiş. Amok Koşucusu ve diğer eserleri ile aramızda, yaşıyor hâlâ. Buna, Van Gogh’u, Ortadoğu coğrafyasında Pir Sultan’ı, Hacı Bektaşi Veli’yi… ve daha bir çoklarını eklemek olası. Yakın tarihimizde toplumcu mücadele öncülerinden Mahirler, Denizler, İbrahimler… Mücadele dolu yıllarında anlaşılmamışlardı. “Anarşizm”, “anarşik”lik ile suçlanmışlardı. Açtıkları çığır, ’78 kuşak devrimcilerince’ anlaşılmış, izleri sürülmüş dikenli, sarp yollarında yürüyerek varlıkları meşrulaştırılmıştır.
Ahmet Kaya da ’78 li devrimciydi’. Bu ülke insanının yetiştirdiği toplumcu-gerçekçi sanatçıydı. Sevgili Yusuf Hayaloğlu, değerli Gülten Kaya, Necdet Çelik, Atila İlhan ve -adını anmadan geçemeyeceğim- Zekeriya Özger gibi şairlerden besleniyordu Ahmet Kaya. Her şarkısı sevenlerinin dillerinde dolaşıyor, yüreklerinde ateşler yakıyordu.
Ahmet Kaya, Magazin Gazetecileri Derneği Ödül töreninde elini kaldırmış ödülü gösterirken, ağzından büyük bir gururla şu sözler dökülmüştü:
“Bu ödülü İnsan Hakları Derneği ve Cumartesi Anneleri’ ne armağan ediyorum…. Ayrıca Kürtçe bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum…”
Aslında bilmiyordu. Konuşma yaptığı salonda böyle “cesur” bir yayıncı yoktu. Vardı da her yapımcı Ahmet Kaya kadar cesur değildi. Bu sözlerinin ardından Ahmet Kaya’nın üzerine küfürler, çatallar, kaşıklar yağdı.
Ahmet Kaya için vakit ham ve erkendi. Yaptığı müzik, kültür ve edebiyatı çığrı açsa da linç edilmek istendi o gece. Ne kadar çok istese de yaşarken anlaşılmayı -onun da karşılaştığı- daha önceki değerli insanların sonundan farklı olmadı. Madalyonun öbür yüzündeyse, yaptığı bir çok albüm, dinleyici/izleyici rekorları kırmış ve ödüle doymamıştı Ahmet Kaya.
Çeşitli sınıf ve katmanların bulunduğu kozmopolit toplumlarda bir şarkının herkes tarafından beğenilmesi zaten beklenmez. Kaldı ki Ahmet Kaya’yı sağcısından devrimcisine, Kürdünden Türküne herkes sever, dinlerdi. O gece sanatçı bozması bir grubu saymazsak aslında Ahmet Kaya dinleyenleri tarafından bir anlamda anlaşılmıştı. Anlaşılmayan ve Ahmet Kaya’nın bahsettiği “ölmeden anlaşılmak” sözü, fikirleriydi. Neydi bu fikirler? Ahmet Kaya Kürt’tü ve doğal olarak Kürtçe konuşmak ve şarkı söylemek istiyordu. Bundan tabii ne olabilirdi? Üstelik o “bölücü” de değildi. Sık sık Kürt ve Türk halkının kardeşliğinden, ayrılmaz bütünlüğünden bahseden, Kürt asıllı, sosyalist gerçekçi bir sanatçıydı. Ahmet Kaya için binlerce sözcük yazmak isterdim. Ama Ahmet Kaya söz değil şarkıdır. Ama Ahmet Kaya şiirdir. Ve şiir de Ahmet Kaya için sözün bittiği yerdir.
Baskılara, zulümlere isyan edip dağlara çıkan insanların sevdalarını anlatıyordu şarkılarında.
“Dağlarda öfkeli başım
Serhat’ta hep akşam oluyor
Nasipsiz kıştan mı, yağmurdan mı yoksa aşktan mı…”
Giderim, şarkısında bizleri anlatmıştı. Bizlerin mağrur ruh hallerini…
“… Köpeklerimden, kuşumdan
Yavrumdan cayar giderim
Senden aldığım ne varsa
Yerine koyar giderim…”
Şafak Türküsü’nde Metris cezaevi önünde, idama mahkum olmuş devrimcilerin, annelerine yazdığı mektubu seslendiriyordu :
“Beni burada
Arama anne
Kapıda adımı
Adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne… “
Yorgun, üstü başı toz içinde devrimcileri anlatır ‘Nerden Bileceksiniz’ şarkısında. Taş duvarları nasılda delip geçtiğinden, demirleri söküp deldiğinden bahseder anlaşılamadığını düşünerek ve der ki :
“… Bir fidandım derildim
Fırtınaydım duruldum
Yoruldum çok yoruldum
Siz benim neler çektiğimi
Nereden bileceksiniz… “
Bu sözler, Gülten Kaya’nın kaleminden kırmızı mürekkeple dökülür satırlara.
…Ve Atilla İlhan’ın kurşun gibi sözleri Ahmet Kaya’nın dilinde aşka gelir. Bombalar arasında yaşanan içli bir aşkın yanık öyküsüdür bu.
” O mahur beste çalar.
Biz Müjganla ağlaşırdık!…”
Ah! Müjgan, kirpiğimin ucundaki göz yaşı!
Yalvarmasa da biz onu, aşkın dilenciliğini anlıyoruz ‘kum gibi ezip geçme’ dediğinden. Zira aşk karşısında Her türlü dilenciliği affetmiştir tanrılar!
“Şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız.
O, mahur meste çalar, müjganla ben ağlaşırız.
Gitti dostlar, şölen bitti, ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız…”
Ah Atilla İlhan… Ah Ahmet Kaya!
Bu koca sözleri, bu güzel sesi aramızdan alıp gittiler…
Ahmet Kaya, Atilla İlhan’ ı bizden önce keşfetmişti. Sidikli Kontes’in Pasaklı Kontes’e dönüşmesinin traji komik hikayesini anlattı bizlere.
Ahmet Kaya için daha başka ne söyleyebilirim ki? Ahmet Kaya satırlara sığar mı?
Bak ne diyor hâlâ; “Kendine iyi bak beni düşünme. Su akar yatağını bulur…”
Deşsek şarkı fışkıracak! Ve biz türkü denizinde yüzeceğiz. !
Velhasıl kelam Ahmet Kaya, aradan geçen bunca zamandan sonra Kürt ve Türk halkının büyük kesimlerince anlaşılmış ve iade-i itibarı, iktidar tarafından bile verilmişti. Ahmet Kaya’nın o geceki sözlerinden çok daha fazlasını politikacılar söylemiş, Kürtçe yayın yapan televizyonlar kurulmuştu. Ve yine o gece Ahmet Kaya’yı linç etmek isteyenler, buruşturulmuş bir mendil gibi tarihin çöplüğüne atılmıştı.
Bir şarkıyı, bir sözü, zamanında söylemek; atılması gereken bir adımı zamanında atmak; patlaması gereken bir silahı yerinde ve zamanında patlatmak gerekir. Ama zaman, devrimciler için farklı işler. Onlar, öncüdürler, geleceği görür, şarkılarını, sözlerini önceden söylerler.
Ve Ahmet Kaya’yı tarih beraat ettirdi!
“Tanrılar” yeni kurbanlar istemeye devam ediyor hala!
Bizim topraklarda anlaşılmak için Pagan kültüründe olduğu gibi diyet ödemimiz gerekiyor!
Ama artık kurban vermeyeceğiz!
23 Nisan 2022
Memet Sönmez