Yeni günün neler getireceğinden haberdar değildim. Gece boyunca yürüdüğüm bu ıssız dağda dumanı tüten o evi görünce, yönümü değiştirip yorgun adımlarla yoluma devam ettim. Tepeden eve doğru kıvrılan küçük taşlı patikaya girdim. Evin kapısına geldiğimde, dünyanın sınırına yaklaştığımı hissediyordum. Aramadığım dağ, ova, şehir, kasaba, köy kalmamıştı. Her yola girmiş, her olasılığı denemiştim. Bu zorlu süreçten geriye kalan, gittikçe azalan umut ve her dilin anlattığı farklı bir geçmişti. Onlar, sürekli konuşuyordu, benim yaptığım ise, susmak, dinlemek ve aramaktı.
“Umut karanlıkta saklanan ışıktır,” diyen o deliyle konuşmasaydım, belki de çoktan vazgeçerdim. Bu yolculuk sırasında öğrendiğim bir şey varsa, o da delirmiş bu dünyada, sadece delilerin mantıklı öngörüleriydi. Bütün muradım, karanlıkta saklanan o ışığı bulmaktı. Her gün sıfırdan başlıyordum. Bunun nasıl bir duygu olduğunu bilemezsiniz…
Bu evde de yoksa, acaba hiç var olmadı mı?..
Doğduğumda körmüşüm. Babamın annesi öyle söyledi. Sonradan görmeye başlamışım. Bana anlatılanların hepsi kocaman bir yalandan mı ibaretti?..
Hissettiklerim, gök gürültüsü gibi korkutuyor beni. Onu bulmak için zamanın yetmeyeceğini düşündüğüm anlar çok oldu ama vazgeçmedim. İşte bu nedenledir ki, sürekli yollardaydım. Yollardan ve denemekten yorulsam da aramayı sürdürüyorum.
Bütün ergenliğim, gençliğim, onu aramakla geçti. Adını, sesini, kokusunu, yürüyüşünü bilmiyorum. Hiç sütünü emdim mi, onu da bilmiyorum? Saçı, gözleri ne renk?.. Babamın annesi; bir fahişe olduğunu, cehennem alevi gibi kızıl saçlarından ve ateş saçan gözlerinden söz ediyor. Hanım Sultan; zengin bir adamla kaçtığını, sonra da adamı zehirlediğini, Hasan Amca; ince hastalıktan öldüğünü, komşu kadın İpek; kilerde çıkan yangında kül olduğunu, yangını da bilerek çıkardığını: “O hep ölmek istiyordu,” diyor. Bekçi: “Yemin olsun ki o, bir devlet düşmanıydı, saçlarını kazıdılar, şu kodeste çırılçıplak dolaştırdılar, öldürüleceği gece, sırra kadem bastı, nasıl kaçtı, nereye gitti, kim yardım etti, bilinmiyor?.. Belki de öldürüp nehre attılar.”
Babam; ondan cehennem diye söz ediyor. Anlatılan bu kadar karmaşık ve çelişkili bilgilerin tamamının safsata olduğuna düşünüyorum. Herkes kendi uydurduğu masalı satıyor bana. Bunu neden yaptıklarını bir türlü anlayamıyorum. Onunla karşılaştığım gün; babamın cehennemini, kendi cennetimi bulacağımı, ben dahil herkes biliyor. Babam: “Cennete ve cehenneme inanmıyorsun, neyi bulacaksın?..” diye alay ediyor. O alay etse de yanımda bütün silahlardan daha güçlü bir şey taşıyorum; hiç dinmeyen ve her geçen gün biraz daha büyüyüp serpilen, öfkemi.
Arayışım sürerken, hayatı çok yakından gördüm, hatta yüreğinin tam ortasından geçtim. Bütün dağları, dağların iniş ve çıkışlarını, yönlerini, sırtımı dağa dayamanın anlamını, tepeleri, çakıl taşlarını, dereleri, ağaçları, bilmediğim kokuları, hayvanları, sesleri, şehirleri, garları, peronları, aşkı… Savaşın sakat bıraktıklarını, yürek parçalayan feryatları ve ağıtları dinledim.
Çoğu zaman, körmüşüm gibi gözlerimi yumuyor, öylece yürüyordum. İlk başlarda zor oluyordu, ama sonra alıştım. Bazen bir parkta, bazen de bir deniz kıyısında bulurdum kendimi. Hiç kimseyi tanımadığım bu yerlerde uzun saatler boyu beklerdim. Neyi beklediğimi bilmiyordum ama sabırla bekliyordum. Kentlerde herkes evine döndüğünde, ben sokaklarda dolaşırdım. Birinden, ötekine, ötekinden, berikine vururdum kendimi.
Her gün benim için yeni bir gündü, ama bugün daha önce hiç hissetmediğim bir umut rüzgârı esiyordu sanki; öteki günlerden ayrı mıydı, bir bilmecesi var mıydı, bilmiyorum? Sıradan bir gün gibi durmuyordu. Bildiğim tek şey; benim gündüzümle, gökyüzünün gündüzü bugün farklıydı. Bendeki umudu saran gölge, henüz aydınlanmasa da kaybolanı bulmak, birçok şüpheden ve çok az kesinlikten oluşsa da cesaretimi tamamen yok etmemişti.
Evin gıcırdayarak açılan tahta kapısını geriye itip, omzundaki tüfeği bana doğrultan kadını görünce, önce irkildim, sonra kollarımı yukarı kaldırdım; gözlerinden ateş fışkırıyordu.
“Uzaklaş buradan. Bir adım daha atarsan mıhlarım.”
Ne tuhaf bir durum. Bugüne değin ölmekten hep korkardım. Şimdi hiçbir şey hissetmiyorum. Bütün korkularım geçmişte ve yollarda kalmış gibi. Ne kadar rahatım. Hatta, ölümün nasıl bir duygu olduğunu merak etmeye bile başladım. Bir adım atıp, merakıma yenilsem mi acaba?..
Beni bekleyen sonun ne olacağını bilmiyorum. Ölüm mü, geriye dönüş mü, yoksa?.. Hayatın en güzel yanı da bu olmalı. Bilmemek…
Hiçbir ayrıntının kaçıp kurtulamadığı gözlerini gözlerime çevirdiğinde, nefesim kesildi. Dizlerimin üzerine çöktüm. Bedenimin bütün dikkati kaybolmuştu. Gözlerimi kapattım. Hiçbir şey göremiyordum. Doğduğum ana dönmüştüm. Gökyüzü yerinde ve yine mavi miydi? Bakmaya cesaret edemiyorum.