Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan
Irak anayasasına göre Irak Federal bir devlettir. Kürdistan’ın güneyi ise Irak Federal Devleti’ne bağlı federe bir devlettir. Resmiyete durum budur, ama uygulamada öyle değil. Çünkü güneyli siyasi partiler hiçbir zaman bunu ifade etmediler. İşin doğrusu korkularından ifade edememektedirler. Çünkü hem İran hem Türkiye kendilerini tehdit etmiştir. “Federe Kürdistan Devleti” ibaresini kullanmayacaksınız” denmiştir. Bu nedenle güneyli partiler Federe Kürdistan Devleti yerine “Kürdistan Bölge Hükümeti” ibaresini kullanıyorlar.
Bunu nasıl yorumlamak gerekir?
Bunun tek bir nedeni var. Güneyli siyasi partiler, özelikle Irak-PDK ve YNK, Kürdistani bir siyaseten çok uzaktır. Kendi başlarına karar alma gücünü yitirmişlerdir. Nedenine gelince Kürdistan’ın güneyi İran ve Türkiye’nin arka bahçesine dönüşmüştür. Bu nedenle onların siyasetini İran ve Türkiye belirlemektedir. İran ve Türkiye’nin istemediği bir adımı güneyli partiler kendi başlarına atamamaktadırlar. Bu partiler İran ve Türkiye’yi dinledikleri için devletleşme adımlarını atamamaktadır. Bu nedenle 30 seneyi aşkın iktidar olmalarına rağmen devleti devlet yapan tek bir adım atmadılar.
Bir anayasa dahi ortaya koyamadılar. Uygulamadaki yasalar Saddam döneminden kalmadır. İsteyen eşini, annesini, kız kardeşini ve hatta aileye yakın bir kadını öldürebilmekte ve hiçbir soruşturmaya da tabi kılınmamaktadır. Mevcut yönetimin icraatlarına karşı gelenler “vatana ihanetten” yargılanmaktadır. Türk ordusunun karakollarına saldıran köylüleri bu yasayla yargıladılar.
Milli bir ordu kurmadılar. Şu an güneyde partilere ve aşiretlere bağlı 15’in üstünde askeri oluşum bulunmaktadır. Dünyada örneği olmayan generaller var. İddiaya göre 10 binin üzerinde general maaşı alan adam var. Yanı sıra sayısız kişi subay maaşı almaktadır. Hiçbirisinin bir askeri okulda aldığı bir eğitim yok. Çoğunun okuma-yazması bile yok.
Milli bir istihbarat örgütü yok. Her partinin ve hatta her aşiretin bir istihbarat örgütü var. Bunların birbiriyle bir ilişkisi yok, ama sömürgeci istihbarat güçleriyle birlikte çalışıyorlar.
Şeffaf bir ekonomi yok. 30 seneyi aşkın bir statü sahibi olunmasına karşın bugüne kadar bir kere bile olsa bir bütçe sunmadılar. Milyarlarca dolar ülkeye girmesine rağmen nereye gittiğini Irak-PDK ve YNK yetkilileri dışında bilen yok. Tek bir anlatımla ekonomi Irak-PDK ve YNK’nin denetiminde ve istedikleri gibi kullanıyorlar. Kullanıyorlar ama ülke için değil. Yurtdışındaki bankalarda kendi hesaplarına yatırıyorlar.
Soran ve Behdinan’da farklı siyasi, askeri, istihbarat, ekonomi, eğitim, sağlık vs. uygulamalar var. Ortak milli bir politika yok. Var olan mafyalaşmış iki ailenin -Barzani ve Talabani- hanedanlıkları var. Bu her iki aile hâkim oldukları alanda istedikleri gibi davranıyorlar. Kürt milli mücadelesi önünde engel teşkil ediyorlar.
Kürdistan’ın güneyi siyasi olarak bölündüğü gibi coğrafya olaraktan bölünmüş durumdadır. Soran ve Behdinan arasına Dergele sınırı konulmuştur. Bir bölgede YNK, bir bölgede Irak-PDK hakimdir. Geçişler bile izinlidir. Sanki iki ülke arasında geçiş yapılıyor gibi işlem yapılmaktadır.
YNK’nın Behdinan bölgesinde, Irak-PDK’nın Soran bölgesinde bir etkisi bulunmamaktadır. Neçirvan Barzani Kürt Federe Devlet Başkanı, Mesrur Barzani Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı, ama Süleymaniye ve Halepçe başta olmak üzere Soran bölgesinde bir belediye memuru kadar sözü geçmez. Ha keza Qubat Talabani Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakan yardımcısı, ama Hewler ve Duhok başta olmak üzere Behdinan bölgesinde bir posta memuru kadar etkisi yoktur. Görüldüğü gibi sözde bir hükümet var. Bu hükümet Kürdistan’ın güneyinin halkını temsil etmemektedir. Sadece Barzanilerin çıkarlarına uygun hareket eden bir icra organı rollünü oynuyor.
Irak-PDK ve YNK hiçbir konuda anlaşmamaktadır. Ama sömürgecilerle çok iyi anlaşmaktadırlar. Bu nedenle milli bir politika oluşturamamaktalar. Milli bir politika olmayınca milli birlikte oluşmamaktadır. Bu da Kürtlerin devletleşmesini engellemektedir.
Güneyde özelikle Irak-PDK’nin hâkim olduğu Behdinan alanında Saddam’ı aratmayacak düzeyde korkunç bir baskı sistemi var. İtiraz eden oldu mu işkenceden geçirilir, infaz ediliyor. Fırsat bulan ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Oysa ilk başlarda herkes güneyde demokrasi bekliyordu. Orta Doğu’da demokrasi adası olacağı beklentisi vardı. Ama Hewler iktidarları güneyi cehenneme çevirdiler. Yaşanmaz bir hale getirdiler. İçte bunlar olurken dışta milli olmayan bir politika izlediler. Öyle bir durum yarattı ki, kendilerini iktidara taşıyan ABD’yi değil İran ve Türkiye’yi dinler hale geldiler.
Oysa ABD, Kürtlere Federe Devlet statüsünü kazandırdı. Irak’ı Kürtler üzerinde dizayn etmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı, Başbakan yardımcılığı, Meclis Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Dış İşleri ve Maliye Bakanlıkları ve birçok kurumda müsteşarlık koltuğunu Kürtlere verdi. Kürtler bunun kıymetini bilmedi. Başındaki kurum bütçelerini hortumlamaktan başka bir iş yapmadı. Şu an hepsi devletin parasını zimmetlerine geçirmekten mahkemeliktir. Davalar şu an dondurulmuş haldedir, bunun nedeni Irak yöneticileri de onlar gibi hırsız oluşlarındandır.
Bu arada ABD ile değil, İran ve Türkiye ile iş birliği yaptılar. Mantık şuydu: “ABD uzak yerden geldi, bir gün gidecekler. Farslar ve Türklerle komşuyuz. Onlarla iyi geçinmek gerekir” mantığı ile ABD planlarını bozdular.
Mesrur Barzani’nin ABD’ye çağrılması bu gelişmelerin ve de içte uyguladığı anti-demokratik uygulamaların sonucudur. Kimilerinin iddia ettiği gibi itibar verdiklerinden dolayı ABD’ye çağrılmadı. Anti-demokratik icraatları ve bölge devletleri ile kurdukları kirli ilişkilerinden dolayı nazikçe uyarılmak için çağrılmıştır. Kendisine ev ödevi verilmiştir. Mesrur Barzani ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken görüşmesinden sonra ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklama ortadadır. Özelikle insan hakları konusundaki vurgu önemlidir. Yerine getirip getirmemesi Mesrur Barzani’ye kalmıştır. Fakat Türkiye’ye bağımlılığından ve de kurdukları anti-demokratik sistemden ötürü yerine getiremez. O zaman da babası gibi onun da üstü çizilir.
Bilindiği üzere ABD’de 30 Ocak 2024’te, Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Mesrur Barzani ve çok sayıda üst düzey sorumlu hakkında dava açıldı. Kendilerine yöneltilen suçlamalar arasında “vahşet, ayrım gözetmeyen şiddet, kundakçılık, cinayet, cinayete teşebbüs, soykırım, adam kaçırma, rehin alma, işkence, terör örgütleriyle iş birliği ve mali suçlar” yer alıyor. Ağır insan hakları ihlalidir. Yüz kızartıcı suçlardır. Kuşkusuz bu dava ABD tarafından açılmış bir dava değildir. ABD vatandaşı Kürtler tarafından açılmıştır. Sonuç ne olur bilinmez ama bu dava ile Barzaniler hakkında olumsuz bir hava yaratılacaktır. ABD’nin siyasi baskı uygulamasına vesile olacaktır. Barzanilerin kafası üstünde, Musa’nın asası gibi sallanıp duracaktır. Tıpkı ABD’de hakkında birçok dava açılan Recep Tayyip Erdoğan örneğinden olduğu gibi.
Güneyde gelişen olumsuzluklara bir de Irak Federe Mahkemesi müdahale etti. Bu müdahale durduk yerde olmadı. Irak-PDK’nin hukuksuzluğu nedeniyle YNK’nin mahkemeye sorunu taşımasıyla başladı. Mahkeme durumu inceledi, hukuksuzluğu ortaya çıkardı Irak anayasası ve yasalara uygun olmadığı sonucuna vararak mevcut duruma son verdi. Kimi birey ve çevreler bunu “Kürdistan statüsüne müdahale olarak” değerlendirdi. Ama durum bu çevrelerin iddialarının tam tersidir. Kim bu karara karşı çıktı? Bu hukuksuzluğu yapan Irak-PDK ve onun kapısında ikbal arayanların dışında kimse Federe Mahkemenin aldığı bu karara karşı çıkmadı. Peki nasıl oluyor da Federe Mahkeme’nin aldığı karar Kürdistan statüsüne müdahale oluyor?
Sonuç olarak; Irak-PDK ve YNK, Kürt millet çıkarları yerine kendi grup ve aile çıkarlarını esas almışlar. Bu da onları Kürdistan mücadelesinden koparmış sömürgecilerle çıkar ilişkisine sokmuştur. Şehit kanı ile sulanmış Kürdistan’ın güney topraklarına sömürgeci orduları sokmuş, sömürgecilerin arka bahçesi yapmışlar. Sömürgecilerin şahsında “kardeşlik, dostluk ve stratejik müttefiklik” keşfetmelerine kadar işi götürmüşler. Utanmadan bunu Kürdistan’ın çıkarına olduğunu söylemeyi marifet biliyorlar. Bağımsızlık ve diğer milli kutsallarla adeta oynuyorlar. Halkınızın kanlarıyla kurtardığı ülkemizin güneyini getirdikleri gerçeklik budur. Bu politika Kürt toplumunda derin travma ve tahribata yol açmıştır. Kim ne derse desin, bunlara ne güzellemeler yaparsa yapsın bunların yaptığının adı ihanettir.







