Tersine kurulmuş saatler gibiyim,
Her daim seni arıyor yüreğim.
Yaşanmış bir olay bu kadar güzel anlatılır, bu kadar yürek yakar, bu kadar gerçeği yansıtan bir öykü olarak yazılır ve hikâye edilir.
Bunca kitap okudum, çok da beğendiklerim oldu, çok da etkilendim günlerce içimden atamadım, ama Polat Özlüoğlu’nun Günlerden Kırmızı kitabı beni aldı götürdü bütün geçmişime, bütün okuduklarıma, bütün yaşanmışlıklara, yaşadıklarıma… Hatta yaşayacaklarıma. Okuduklarım gün boyunca aklımdan, gece rüyamdan çıkmadı. Her bölümü insanı ayrı yerlere, düşüncelere hatta ayrı dünyalara alıp götürüyor. Bu ne yürek, bu ne kalem, bu nasıl anlatım… Anlatmaya kelimeler bulamıyorum. Hikâyelerin her biri yaşanmış hatta bugün yaşadığımız gerçekler; hepsi 12 öykü, 115 sayfa, ama tam bir dünya.
Başlayalım faili meçhullerden,
Dudu ebe doğurtmuş onu, tek gözü kör nenesi, kör bir makasla uzunca kesmiş göbeğini, anasından koparmış ama anası çocuğun yüzüne bile bakmamış. Dedesi göbekten kopan bir parçayı bahçedeki ağacın dibini kazıp en derin yerine gömmüş ki abisi gibi evden alınıp götürülmesin. Abisinin adını küçültüp vermişler, Bedret koymuşlar adını. Ana kucağından uzak, her şeyi tersten görüp babasına “abab”, nenesine de “enen” diyerek büyümüş, nasıl büyümüşse… Büyümüş işte, ana kucağından uzak, geçmişin acı yükünü üzerinde taşıyarak…
Büyümüş büyümesine de büyüdükçe gördükleri onu düşüncelere evirmiş, sorular belirmiş küçücük kafasında. Ona en yakın duran nenesinin kucağına kıvrılmış:
“Enen, bizim evimiz niye aydınlık değil?
Neden anamın gözleri pencerede asılı da başka yere bakmaz, beni görmez, sesi çıkmaz?
Niye her cumartesi anam kuş olup uçar, evimiz niye gülmez?”
Sorularımın karşılığında enenem öyle bir iç çekti ki… sanki bütün evi, bütün ağaçları, kedileri, köpekleri, bütün mahalleyi, esen rüzgarları içine çekti, tek gözünden akan yaşları sildi, kupkuru ağzını bir şaklattı ki… Ağzında takma dişleri takırdadı. BEDRETTİNNNN diye ünledi, bütün bildiklerini anlatıp çocuk aklımı ucundan tutuşturup beni de ağlattı.
Boylu boslu, yakışıklı, sözü savı dinlenilir herkesin saygı duyduğu, sevdiği abimi bir akşamüstü kapının önünden Toros’a bindirip götürmüşler; gidiş o gidiş. İşte o gece anamın yüreği ağzından, dili dudağından, canı içinden çıkmış. O gün bu gündür odaları dolaşır, çamaşırlarını koklar, şimdi gelecek diye gözünü pencereden ayıramadan bekler durur. Bir cumartesi, beni yani küçük kardeşini görürler de abimi salarlar diye anamın peşine takıldım…
Konuşmasız anlatılan hikâye, olmaz deme, oku bak.
Acıya bulanmış suratına, kedere çalınmış kocaman gözlerine baktım bir şey diyemedim, resim çekemedim, ama yazıyla resimledim. “Adı var mı” öyküsünü.
Çocuk gözlerinle acı gerçeği görerek büyümek…
İşaretlenmiş kapı hedef gösterilmiş bir defa… Girerler içeri paldır küldür, dolaşırlar evde pis ayakkabılarıyla…
Ses, gürültü, bağrış çağrış arasında ana baba abinin cansız bedenleri, bütün olayları bir çocuğun görmemesi gerekirken gördüğü, ama ne olduğunu bilemeden ortada kalan yalnızlık ve cevapsız sorular, şaşkın, suskun, naçar.
Tersine kurulmuş saatler, acı ama gerçek.
Yerin altında dokunduğun yeri kömür karası, her birinin adımı önündekinin adımına mahkûm ilerliyorlar sessiz sedasız. Başları eğik, sırtları kambur kömüre dönmüş adamlar ciğerlerine yapışmış katran, damarlarında kan yerine toz taşıyor. Çocuklar, abiler, amcalar, dayılar yürürken adım adım, bir ses duyuldu. O da ne! Bir sessizlik çöktü, taşlar bile sustu. Sıcak bir esinti yaladı yüzlerini, tespih taneleri gibi döküldüler yere… Bir kısmı telaşla, bir kısmı dondu kaldı yerinde taş oldu, bir kısmı şahadet getirdi besmele çekti, bir kısmı birbirini sırtlandı, bir kısmı olmayan yaşam odalarına koştu. Maliyeti çok diye kapatılmıştı zaten, gerek de yoktu, kaderde varsa ölüm gerisi boştu. Artık içerdekilerle dışarıyı ayıran ölüm suskunluğuydu. Resmi ağızlar 301 diye dillendirdi. Kimse sormadı geride taş olan köz olan parça parça yanan kavrulanları, kömüre karışan yürekleri. Sekiz yüzden fazla kaybolan canları kimse sormadı.
Evet, yüreğimde buruk acı bırakan kitabın son sayfasını bir damla gözyaşı bırakarak kapattım.
Tersine kurulmuş saatler gibi her daim seni vuruyor yüreğim.
Polat Özlüoğlu’nun yazdığı GÜNLERDEN KIRMIZI kitabını okumadan, ben kitap okuyorum demeyin. O kadar akıcı sürükleyici bir kitap ki… Beğenirsiniz, umuduyla.
Bu kısa anlatımda bile insanı bir çok duygu dalgalanmasına sürükleyen bu değerli kitabı alıp tamamını okumak istiyorum. Kaleme alan emeği geçen herkese teşekkürler
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM SEVGİLİ ÖĞRETMENİM. SAYGIYLA ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM.🙏
ÖĞRENCİNİZ NAHİT ÖZDEMİR.
SAĞLIKLA İYİLİKLE KALIN.♥️