Akaryakıt istasyonlarında hep görüyordum. Geçende sordum pompacıya, bu taşıt tanıma sistemi nasıl çalışıyor diye. Pompa depoya yerleştirildiğinde sistem aracı otomatik olarak tanıyıp böylece taşıtla ilgili daha önceden kaydedilmiş tüm bilgiler sistemin belleğine aktarılarak ve sistem taşıtı tanıdığından akaryakıt alımı otomatik olarak gerçekleşiyormuş. Yakıt tabancası depodan çıkarıldığında dolum işlemi otomatik olarak dururmuş.
Akaryakıt istasyonundan ayrılırken, keşke ülkeyi ve halkı tanıma sistemi olsa sosyalistlerin, diye mırıldandım.
***
Bizde hangi devrim modelini benimsediyse önderlik sanıldı ki bizim halk da aynı kalibrede, aynı direngenlikte o modelle devrimini yapmış halklarla. Sonra gelsin halkta olmayan payeleri halkın omuzlarına apolet olarak yapıştırmaya! Soldaki bu yüceltme hastalığı ’71 ve ’80 yenilgilerinden sonra da hep sürdü ve hâlâ yenilgilerin nedenlerini ve yenilgiye giden yolları detaylı değerlendiremedik. Bu tür girişimlere belli mecralardan hep kahramanlık menkıbeleriyle cevap verildi.
İşe neden tersten başladınız sayın şefler?
Önce ülkeyi ve halkı hak ettiği yere koysaydık ve buna göre deseydik ki ülkenin imkânları ve hali bu. Halkın da yetenekleri, direnç gücü ve alışkanlıkları, becerileri… bu; buna göre bir devrim menüsü ortaya koysaydınız olmaz mıydı?
Olmazdı! Niye?
Böyle gerçekçi olunsaydı, özellikle kanı kaynayan gençliği peşlerine takamayacaklarını görecek kadar ufka sahipti taşra kurnazları! O zaman şeflik hayalleri de güme giderdi. Hem bu halk abartıyı, pohpohlanmayı sever. Kuşaklar da bu halkın ürünü olduğuna göre ver gazı yollar açılsın, gidelim sübjektivizm şarampolünden uçuruma!
’71 ve 12 Eylül yenilgilerinden sonra ağırlıklı argüman şu oldu; faşistler, zalim oligarşi, eli kanlı yapı solu biçti…
Ne yapacaklardı? Onlar ne iseler, onun gereğini yaptılar. Bu söylem aslında gerçeği saklama uyanıklığıydı.
Hadi diyelim Sovyetik Ayaklanma Modeli’ni seçtin örgüt olarak, hiç mi izan yoktu. Rus halkıyla bizim halkı eşitliyorsun da, elinde ne var bunu haklı kılacak? Birileri de Vietnam, Çin, Küba devrim modellerini esas alıp teorik üç-beş sayfa yazıyla veya bir bildirgeyle bu devrim modellerinin taklitçiliğine soyundular ve hoop Vietnam, Çin ve Latin halklarının direniş gücüne ve geleneğine eşitlediler bizim halkın bu özelliklerini. Oldu mu? Olmadı! Yalancının mumu yatsıyı bile bulmadı!
Şimdi halkları yarıştırmıyoruz ve ayıp da değil bir halkın direngenlik katsayısının düşük olması. Ayıp olan şu; insan menemen bile yaparken hangi malzemeleri hangi sırayla kullanacağını bilir değil mi? Yumurtasız ve domatessiz nasıl ki menemen olmazsa, halkın gücünü abartarak devrim yapmaya kalkarsan fara yakalanan tavşandan beter olmak kaçınılmazdır.
Burada halkı, niye sen devrimini yapmış halklar gibi sıkı bir halk değilsin, diye suçlamaya hakkımız da yok.
Okuduklarımızdan, gözlemlediğimiz ve dinlediğimiz insanlardan anladık ki insan soyunun öncelikli eğilimlerinden biri varlığını sürdürebilmek… Bunun üzerine tarihe ve coğrafyaya baktığımızda, geçiş yollarının üzerindeki bir yerleşimin bireyi olmak da, bu eğilimin pekiştiricisi olduysa iş daha da çetrefilleşiyor…
Bir halkın direngen ve mücadeleci olmasını neler etkiler? Halklar, tarihsellikleri içinde inandıkları din, ortaklaşa yarattıkları kültür, normlar, değerler, psikolojik miras vb. hallerle biçimlenip kalibrelerini belirlerler.
Tarihe baktığımızda özellikle ’80 öncesi halkın yüceltilecek mertebede bir durumunu göremiyoruz örgütlü-tasarlanmış mücadele tarihi açısından. Özellikle Osmanlı’nın yaratıp uyguladığı kapıkulu zihniyetiyle yüz yıllar boyunca halkın omurgası kırılmış ve ancak Kurtuluş Savaşı’yla bu kırık omurgaya 2002 yılı miadlı bir platin takılabilmişti… Velhasıl ülkede düzene karşı patlamaya hazır bir halk olmadı. Oldu hayaliyle o yönde teoriler icat edip çaba sarf edenler oldu ama.
Örnek çok da bir-iki örnek vermek gerekirse; Menzir zamanında devrimciler yapılan operasyonlarda öldürüldüklerinde seyirci halk Türkiye sizinle gurur duyuyor! diye slogan atarak neredeyse operasyonu yapanlarla halay çekiyorlardı.1980 darbesinden sonra ise bırak halkı, devrimcilerin fakülte arkadaşları bile onlarla göz göze gelmemek için kaldırım değiştiriyorlardı…
***
Aslında hatanın büyüğü sizde sayın şefler! Halkta pek suç aramamalı, halkı dev aynasında görüp hedefi ona göre çizersen, kadroların da kendilerini dev aynasında görür. Ama gerçek, dev aynasını tuzla buz eder ve 44 yıl geçmesine rağmen bile, biz şurada yanlış yaptık, deme erdemliliğini gösteremezsiniz. Belki de daha mütevazı olup birer cep aynasıyla yetinmek gerekirdi. Çapı dar olsa da her insan cep aynasında görebilir gözlerindeki çapağı.
Kısacası, halka bakarken rasyonel olunmalı. Bu rasyonellikle menzil belirlenmeli. Bu rasyonelliğin sonunda şef olmak güçleşir tabii. Doğru yolda olduktan sonra varsın birileri şef olamasın ne gam!
YETİŞİR GENÇLER
“Şefler”e
Hayatın ve tarihin içinde yaşanır ömürler
Çoğunun dili yorgun sitemkârlıktan
Bir yaşayıp da üç konuşmak kulaklara eziyet.
Rüzgâr soldan eserken püfür püfür
Yaptıkları bir siftah
Geçmiş kırk yıl hâlâ dükkân açık
Bir siftahla hangi esnaf durur ayakta?
Raflarda mal yok ne satacak?
Çaresiz iflasın sonunda
Vurur kilidi dükkânına, bilmez sonrasını esnaf.
Kafada bir şey yok, dil maşallah
Bu nasıl bir oportünizm!
Aç çukur doldur çukur, Keynes dediğine pişman
Bir arpa boyu utandıran mesafe
Yenilip yenilip doymayanların aynasında.
Bakın, durumlar iyi değil
Yeter artık herkes aldı hevesini
Süresi dolanlar ehliyetlerini,
Anahtarı paslananlar anahtarlarını
Götürüp teslim etsinler halkın masasına.
Gün doğmadan yetişir gençler
Açarlar kapıları halka giderler.
Mayıs 2022