1960 yılında 27 Mayıs darbesinden üç ay önce günsüz doğmuşum. O zamanlar prematüre kelimesiyle bizimkiler tanışmadığından mahallede adım nüfusa işletilene dek günsüz çocuk olarak kalmış.
Küvez yerine evdeki yaşlıların ikâme becerisiyle bir ayakkabı kutusunun içinde pamuklara sarılı epey bir zaman yaşatma-yaşama mücadelesi verilmiş. Tabii, dünyaya gelmekte acele edince zayıf bünyeli çocuk yıllarca o doktordan o doktora taşınmış durmuş. Bu faslı üç yaşımdan itibaren hatırlıyorum. Öncekiler evdekilerin anlattıklarıyla malumum oldu. Velhasıl zahmetli ve maliyetli bir çocuk olmuşum.
Bu durumu çocukluğumda başıma kaktıklarını hiç hatırlamam. Taa ki 1978 yılının yazında üniversite yerleştirme sonucum babamın matbaasına postacı tarafından yağlı bir bahşiş karşılığı teslim edilene dek.
Matbaada arasta esnafının huzurunda açılan zarfla yaşanan rabarba hâlâ kulaklarımda. Sonuç belgesindeki kazandığı yer olarak A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi okununca esnaflardan bir kısmı ne çıkacağımı anlamadı. Bir kısmı kaymakam olacak kaymakam! diye sevinç narası attı. Babam, bu gibi durumlarda yaptığı gibi tek kaşını kaldırıp manzarayı çaktığını imleyerek lafını da soktu: Hah, gominizmin merkezini kazandın sonunda!
Matbaadaki seremoniden sonra belgemi alıp uçarcasına evin yolunu tuttum. Evdekiler zaten günün önemine vakıf olduklarından tetikte bekliyorlarmış. Evdekiler dediğim; dört yaşlı, annem ve üç kardeşim. Kazandığım bölümün açıklanıp anlaşılmasından ve akabinde kaymakamlık üzerinden devletle hemhâl bir ruh halinden sonra evin yaşlılarından Cici Hala, Brechtvari yuvarlak gözlüğünü burnunun üstüne doğru parmağıyla itekleyerek, beni elimden tutup divana oturttu. Cici Hala, babamın halasıydı, ama babam eve gelene dek otorite ona emanetti ki o da alimallah hakkını fazlasıyla verirdi bu otoritenin!
Ev halkı soluk alıp verme dışında tüm faaliyetlerine son vermiş ve ikimize odaklanmıştı. Cici Hala, bir eliyle elimi tutarken, bir eliyle de başörtüsünü düzeltip başladı beklenen konuşmasına:
–Bak oğlum, sen günsüz bir çocuk oldun. Annen, baban ve hepimiz seni yaşatmak için çok uğraştık. Baban, Dursun’um tek başına çalışarak bunca nüfusa gül gibi baktı ve senin için doktorlara çok paralar döktü.
Maşallah sen çok güzel okudun. Hep takdir getirdin ablan gibi. Artık büyüdün, delikanlı oldun. Biz, yaşımızı başımızı aldık, bugün varız, yarın Allah kerim! Sen kaymakamlık mektebini kazandın, oku, büyük adam ol ama-bizi boş ver- ananın, babanın hep yanlarında ol. Bunun aksi sana yakışmaz. Biz, senin .surduğun yere han kurduk!
Cici Hala’nın konuşmasının sonundaki cümlesiyle allak bullak oldum. Kendimi toparlayınca da gayriihtiyari güldüm o an.
***
Aradan 46 yıl geçti ve ülkede yaşananların kasveti zihnimden gözlerime inmişken, bir zamanlar halkın büyük kesiminin umut bağladığı hatta Cici Hala’nın dediği gibi onun için hanlar kurduğu kişinin asabi yüzü televizyondan geldi gözlerime oturdu. Sonrasında sorular düştü zihnime ardı ardına:
-Uğruna hanlar kurduğu zalim olmuşsa, o halk ne zaman ayağa kalkar?
-Bir halk adaletsizliğe ne zaman dur! der?
-Bir halk adını tarihe nasıl ve ne zaman yazdırır?
-Uğruna hanlar kurduğuna, zalimleştiği halde ses çıkarmayan halka, zalim daha sonra ne yapar?







