Geçmiş, ne kadar geçmiştir? Kime göre geçmiş olur? Kime göre geçmiş hep oralardadır? Bu sorulara en doğru cevabı geçmişle ilgili soru(n)ları olanlar verebilir sanırım. Hatırlamak ile yaşamın, unutmak ile ölümün garip bir bağlantısı var. Bunu unutkanlık temelli hastalık yaşayanlarda görebilirsiniz. Her şeyi unutan biri, ne kadar yaşıyordur? Geçmiş, öyle kolay kolay geçmez. Bazen geçmiş gibi yapılır ama işte o zaman geçmiş gelir, geleceğinizin ortasına oturur.
Her insanın ve her toplumun bir geçmişi vardır; bununla birlikte geçmişle bir ilişkisi. Bireyler veya toplumlar ya geçmişle etkileşim içinde kendilerini biçimlendirirler ya da geçmiş bizatihi kendisi harekete geçer ve bugünü işgal eder. Geçmiş görmezden gelindikçe bugün üzerindeki etkisi artar ve bir süre sonra bugün, korkulan ve kaçılan geçmişin bir ürünü haline gelir. [1] Mithat Sancar “Geçmişle Hesaplaşma” isimli kitabında, bu kavramın 1980 sonlarına doğru evrensel bir nitelik kazandığından bahseder. Bu kavram ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı diktatörlük veya yaygın iç çatışmaların ardından, geçmişin yüküyle nasıl baş edileceği ve insan hakları değerlerine yaslanan bir toplumsal barış ile demokratik bir siyasal kültürün nasıl inşa edileceği sorularına işaret eder.
Geçmişle olan ilişki “hatırlama” üzerinden, bir “hatırlama kültürü” biçiminde ve “hesaplaşma politikası” olarak kurulabileceği gibi; “unutma” aracılığıyla bir “unutma kültürü” ve “bastırma politikası” olarak da kurulabilir. Ulus-devletleşme süreci sonrasından bugüne kadar Türkiye için kabul gören geçmişle hesaplaşma yolu unutma aracılığıyla, unutma kültürü ve bastırma politikasıyla gerçekleşiyor. Yaratılan toplumsal baskı ile unutma kültürü aktif hale getiriliyor. Bu noktada hatırlamak ya da hatırlatmak kendince bir mücadele alanı oluşturup unutulanı dürtüyor. Hayalet’in tekrar dolaşması için çaba sarfediyor. Bir nevi uyutulanı uyandırma vazifesi üstleniyor. Bazı dillerde “hatırlamak” kelimesiyle “uyanmak” kelimesinin özdeş sayılması, bu noktada manidar hale geliyor [2] Örneğin “birkaç yüzyıl öncesine kadar İspanyolca’da ‘hatırlamak’ kelimesi ‘uyanmak’ kelimesiyle aynı anlama geliyordu ve bugün hala Latin Amerika’nın bazı kırsal bölgelerinde bu anlamda kullanılır”. [3]
Yaşanılanların konuşulmaya başlanması, iyi ya da kötü, şimdi ya da sonra varılacak bir sonun fitilini ateşlemeye benziyor. Bu konuda Dorfman şöyle diyor “Geçmişi öldürmek, iktidarda olan bazılarının sandığı kadar kolay değildir. Bu dünyada yaşanılanları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter… Bazen doğru olan imkansızı hayal etmek, imkansızı istemek ve imkânsız için haykırmak. Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir”. [4]
Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır derler. Doğrudur. Mühim olan hemen sonrası. Gerçek ortaya çıktıktan sonra ne olacağı da gerçeğin ortaya çıkması kadar önemlidir. Bugün Türkiye’de yükselen ırkçı dil, üstü örtülen ama tam saklanamayan, mızrağın çuvala sığmadığı bir dürtü aslında. Yeni değil yani. Çok değil biraz geriye gitmek, 1915, Tertele, Mübadele, Vatandaş Türkçe Konuş, Varlık vergisi, 6-7 Eylül, 1964 sürgünü, düşününce hepsini, bu dil yeni değil. Tavır yeni değil. Öyle bir gecede de oluşmadı öteki görülenlere, gayrimüslimlere reva görülenler. O dönemde yaşananların hatırlanması, bu sebeple önemli. Anlamak için önce hatırlamak gerekiyor ve sonrasında yeni bir dilin inşası tabi. Bir arada yaşamı güçlü kılabilecek bir dil. Bütünlüklü bir dil.
Geçmişle hesaplaşmadan geleceğe ancak karanlıkta yürüyebiliriz. Karanlıkta yürürseniz, düşme ihtimaliniz her zaman daha fazladır. Geçmişle hesaplaşıp geleceğin ışığını yakmak zamanı geldi geçiyor. Bunun için öncelikle hatırlamak ve hatırlamamak için yerine koyulan tüm öteki bellekleri bertaraf etmek gerekiyor. Hatırlamak önemlidir.
Hatırlıyorsanız, hatırlatmaya başlayın.
[4] Dorfman, A.(2003). Terör Cininin Kovulması. (Z.Savan, Çev.) İstanbul, Everest Yayınları
[3] Galeano, E. (2006). Tepetaklak. Tersine Dünya Okulu. (B. Kale, Çev.) İstanbul: Sel Yayınları
[2] Kaya, M. (2018) Müslümanlaş(tırıl)mış Rumlar: Bir Bellek Anlatısı. Libra Kitap
[1] Sancar, M. (2014). Geçmişle Hesaplaşma. İstanbul: İletişim Yayınları