Kısmen doğru, kısmen değil… Çünkü hayatın zorlukları ve akıllar dolu, sorumluluklar fazla olunca eğitim zor oluyor. Maddi imkan da ayrı zorluk ama esas akılda tutabilmek… Gencecik beyinlerin sorumlulukları az yada en azından bizlerin çocukluğundaki eğitim gibi daha stabil olan, her sezon değişmeyen milli eğitim sisteminde okumayan çocuk yaştaki öğrenciler ve gençler önce lisan eğitimini -bizim eskilerde ihsari dediğimiz- hazırlık sınıflarında alıyorlar… Sonra diğer dersleri okuyorlar ve başarabildikleri artık kendi çaba ve yeteneklerine kalıyor.
İleri yaşlarda birçok sorun ve sorumluluk dikkati, öğrenmeyi zorunlu kılıyor ama benim de talihim hep o konuda tersten devam etti. Önce çalışan sonra ne bulursa okuyanlardan oldum. Katkısı çok oldu elbet; iş hayatı, kendi ekonomik gücünü elinde tutmak, insanı güçlü kılıyor. Ayrıca yabancı lisan konusunda gezip görmek ve çok insan tanımak gibi bir mesleği olanlar için… Benim vardiyalı işlerim hep okuma konusunda destek oldu, canım ne istiyorsa okudum, kabin amiri iken bana ne gerekecekse denedim. Steno ve ofis yönetimi okudum mesela ve bu daha sonra havacılık şirketlerinin kuruluşlarında işe yaradı. Karadaki her görevde de özel kalemlikte de protokolde de -bilgisayar Microsoft eğitimi ilklerden- nerede başladıysa o üniversitede gece gündüz bir şeyler yaptım. Belgesini elime alana kadar… Lisanlar zaten öyle çalışıldı. Zor oldu hem çalışmak hem okumak ama gücümün yettiği yere kadar yaptım.
Geldi sıra emekli olduktan sonra Fransızca’ya… Kaş Halk Eğitim de hocayı ve kursu bulmanın keyfi ile meraklı olduğum kırtasiye malzemelerini aldım. Renklerini Fransız bayrağı olan lacivert, beyaz, kırmızıdan seçtim. Zaten marin renkleri favori renklerim… 2019 Ekim ayında, Girdim sınıfa… Baktım Kaş’daki genellikle sağlık personeli ve bizim tek hastanemizden doktorlarımız öğrenciler… Hepsi ileri eğitimli… Eh, bu işlere kafa yorabilmişsek ve bu eğitimlerin üstesinden geldiysek bu işi de istekle ve severek becerebileceğiz demektir. Üstelik tek kuruş ücret ödemeden.
Hocamız Abdullah Bey geldi; bakınca delikanlı, fizikli, samimi, tatlı, şeker mi şeker öğretmen… Türkçesi iyi, Malatya kökenli, şivesinde bozukluk yok… Ama doğal ve samimi, monşer havasında biri de değil. Kendisine ve diline süs veren biri değil. Bir sağlıkçı arkadaş espri yaptı ‘hoca kendisini anlatırken Malatya aksanı mı öğreneceğiz?’ diye. Dedi ki hoca ‘İstanbul / Marmara Üniversitesi’nde okudum. Çok çalıştım. Uzun süredir Fransızca da öğretmedim’. Eşi de Fransa’da büyümüş Türklerden ama o da başka derslere giriyormuş ve (dil eğitimi almış öğretmenlerin ülkemizde çoğunluğu gibi) ilk okul öğretmeni olarak görev yapıyorlar; bizim hoca da Fransızca dersine girmemiş.
Sevdim görür görmez kendisini. Başladık derslere… Çok keyifli. Ben Fransızcayı iyi konuşanları anlayacak kapasitede miyim? Belki aksan ayırt edemem ama hayatımdaki çoğunluk herkes Fransızca okumuş ve konuşuyor. Bebekliğinden büyüyene kadar yanımda olan yeğenim dahil, kim akıcı konuşuyor onu anlayabiliyorum.
Derken kış aylarında her zamanki gibi İstanbul’a dönmem gerekti. Başladım Fransız konsolosluğunda Institut Français’de eğitime. Yaza kadar devam, derken Covid Mart 2020’de girdi hayatımıza… Biz başladık Zoom programlarında, devamı Ankara büyükelçiliğe bağlı yine zoom… Bu arada 11 ayda 3 kere taşındım, internetler sorun oldu, bağlanmadı, bağlanamadı, gecikti, derken ben epey yol aldım. Abdullah hocaya İstanbul’dan sorularımı sordum, Fransız hocalarla Fransızca konuşma mecburiyeti olduğundan epey yol aldık ama çok çalıştık. Çünkü kendi dilinde detaylara vakıf olmazsa zor oluyor öğrenmek.
Derken 2021 Sonbaharı ve yine Kaş… HEM’de ara vermişti pandemiden. Hocama rastladım “yine başlıyoruz üstelik senin kitaplarla” dedi. Koşa koşa kayıt yaptırdım tekrardan, zarar gelmez dedim.
Fransızlarla başlayıp bir güzel bitirdiğim kitabı tekrar çalışmaya başladım bizim Malatya kökenli Abdullah Hoca ile… Bir insan, bir öğretmen bu kadar mı istekli olur bir dersi öğretmeye. Üstelik para vermediği için mecburiyetleri olmayan, canı isterse gelmek istemeyen, gelemeyenlerin olduğu derslere, yaşı ileri insanlarız dur beni dinle diyemez, bu yaşa geldin bu ne hata diyemezsin, habire İngilizce konuşanı var, var da var… Ama bizim ikinci perdedeki sınıfımız keyifliydi. Sayımız az ama isteğimiz çoktu, hiçbirimizi kırmadan, kibarlığını bozmadan, samimi bir akraba gibi ama inatla öğrenmemiz, düzeltmemiz özellikle de telaffuzlar için hiç bıkmadan emek verdi, sınav yaptı, çok çalıştım gerçekten kitabı bilsem de öyle çok şeyin Türkçesini Abdullah hocadan daha derin, daha mukayeseli ve daha iyi öğrendim ki, nasıl pekişti bilgilerim öyle böyle değil.
Buraya kadar Abdullah hocanın nezaketi, öğretme sevgisi, isteği, herkes öğrensin gayreti vardı da, aklıma geldikçe Malatya aksanı mı öğreneceğiz diyen arkadaşımızın lafını hatırladım gülümsedim. Neden mi?
Bir Malatyalı, Fransızca dilini bu kadar mı güzel konuşur! Öğretmek değil yalnızca, üniversiteye kadar Fransızca okumuş mu, lisede ne kadar okumuş, onu hatırlamıyorum, ama yine de bu kadar mı güzel döner insanın dili… Tabi ki İstanbul’da ülkenin yabancı dillerini en iyi öğreten üniversitelerinden birinden mezun ama -ara da vermişti dili öğretmeye- değil Malatya aksanı, İstanbul Türkçesi olanlarda böyle güzel Fransızca konuşan görmedim. Çok çalıştım demişti, işin özü burada sanırım, iyi bir öğretmen olduğu için değil ama bana, bize iyi görünmesi, tek tek harfleri ve kelimeleri öyle bir telaffuz ediyor ki öğrenmemek mümkün değil… Toplam dört kişi, dördümüz de çok severek sınava girdik. Hocamızın da yüzünü güldürdük. İnsanları hiç ayırt etmem ben, kimden ne cevher çıkar kimde hangi hazineden ne çürük, bunu çok gördüm yaşamımda. 55 yaşında başladığım Fransızca eğitimimde mecburi ayrılıklarla dönüp dolaşıp Abdullah hocama dönüyorum. Ama demiş ya usta “döndüm ki döndüğüm yerde değilim”; çünkü hep ileriyiz, işte öyle bizim Kaş HEM’deki Fransız dili hocamız “ABDULLAH BAKIŞ”.
Malatya – İstanbul – Kaş, Fransa’nın gurur duyabileceği bir Fransızca hocası kendisini anlatmasam olmazdı.