Akın Sabur / Semih Öz/ Baran Furkan Gül
Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 6’sı, günümüze kadar gelmeyi başaran 4 bin civarında yerel dili ayakta tutuyor, yüzde 40’ı ise ana dilinde eğitimden yoksun durumda. Dünya genelinde 6 bin civarında dil konuşulurken, her 10 dilden 4’ü yok olma tehlikesi altında. Birleşmiş Milletler verilerine göre her ay iki dilin yok olduğu düşünüldüğünde ise yaşatılmaya çalışılan dillerin de yakın gelecekte unutulması kaçınılmaz görünüyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO’nun hazırladığı Dünyada Tehlikedeki Diller Atlası’na göre Türkiye’de 3 dil çoktan yok oldu; Kapadokya Yunancası, Mlahso, Ubıhça yakın geçmişte ölen diller arasına girdi. Çok az sayıda kişi tarafından da olsa halen konuşulan 15 dil ise tehlike altında.
UNESCO’nun Dünyada Tehlikedeki Diller Atlası’nda ‘Güvensiz’ kategorisinde yer alan Zazaca’ya ilişkin Zaza Dil ve Kültür Derneği (ZAZA-DER) Yönetim Kurulu üyesi Hıdır Eren ile Zaza dili, tarihi ve coğrafyası üzerine konuştuk.
Zaza dili üzerine çalışmalarda bulunan Eren, sorularımız üzerine Zazaların yaşadığı coğrafyayı, yaşadıkları baskıları ve tarihini geniş biçimde dile getirdi.
-Öncelikle Türkiye’de altı milyon Zaza’nın yaşadığı söyleniyor. Yani bu Zazaları Türkiye’deki üçüncü büyük topluluk durumuna getiriyor. Kendi kimliğinde örgütlenme ya da kendi kimliği ile var olma çabası da çok olmadığı için pek bilinmiyor. Coğrafya ile başlayalım. Zazalar hangi bölgede yaşıyorlar?
Hıdır Eren: Şimdi, Zazalar bazı söylemlere göre Yukarı Mezopotamya’da (fakat biz oraya Yukarı Fırat adlandırmasını daha doğru buluyoruz) yaşarlar. Çünkü coğrafi anlamda bu daha doğru olur. Yukarı Fırat dediğimiz bölge Diyarbakır’ın kuzeyinden başlar, Siverek, Alduş (Gerger), Çernük (Çermik), Çüngüş, Maden’e ulaşır. Öbür tarafta Gımgım (Varto). Sonra Bingöl, Erzurum Çat, Aşkale, Tekman, Hınıs… Diğer tarafta Erzincan’ın güneyi olduğu gibi ve Dersim (‘İç Dersim’ dediğimiz Dersim bölgesi), Elazığ, Sivas’ın Ulaş, Kangal, Divriği ve Zara ilçeleri. Buralar Zazaların yaşadığı ve altı milyona yakın nüfusu barındırdığı söylenilen coğrafyadır. Bugün de burada yaşıyorlar. Tarihi bir seyri vardır bunun aslına baktığımızda. M.S 300’lü yıllarda özellikle Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans’ın Hristiyanlığı resmi din olarak kabul ettiği İznik’teki konferansta bir karar alınır. Ve Yukarı Fırat bölgesinin insanları din dışı olarak kabul edilir. Ve Zazalar Anadolu’nun değişik yerlerine sürgün ediliyor, Bulgaristan’a kadar gönderilenler oluyor. Bulgaristan bölgesine gidince orada da koçbaşlı mezarları görürsünüz. Dersimde ki mezarlarla birebir örtüşürler. Ben
tahtacılar için öğretmenlik yaptım. Sonra Çanakkale’de öğretmenlik yaptım orada Tahtakuşlar köyü vardır, denize bakan tarafta oradaki köyler Türkmen köyleridir. Ve aşağıda teke dediğimiz tarafta ise Tahtacılar var. Hangisine sorsan Dersim’den geldiğini söyler. Aslında M.S’300 lü yıllardaki göçertme yani iskan olayının bir maddi temeli de var yani. Adıyaman, Muş ve Sivas üçgeni arasındaki (Yukarı Fırat dediğimiz) bölgelerden buralara ta Bizans döneminde (MS:600’lü yıllar) nüfus iskanı uygulanmış. Muhtemeldir ki, oradan göçertilen nüfus ile buradaki nüfus karışmış, sonradan gelenler eklemlenmiş ve bir şekilde anavatanları olarak bu bölgeyi görmekteler ki bu tarihi kayıtlarda da mevcuttur. Yani, o bölgelerde yaşayan tüm aleviler veya alevileşmiş topluluklar bu bölgedendir, gibi anlaşılmamalı. Demek istediğim, oralarda Aleviliğin yayılması Yukarı Fırattan göçertilen nüfusla birlikte olmuştur.
-Peki Zazalar Bizans öncesi göçebe bir topluluk muydu? Yani Türkler gibi sonradan mı geldiler. Yoksa orada yerleşikler miydi?
Hıdır Eren: Yok. Bulundukları yerlere baktığınızda yerleşik topluluktur Zazalar. Eğer şimdi bizim amblemimize bakarsanız Palamut vardır. Meşe Palamadu. Meşelerin sık olduğu yerlerde ve derin vadilerde yaşarlar. Yani vadide yaşamak demek üretim içinde olmak demektir zaten. Yani göçebe bir yaşamları yok.
Bir bölge tükendi diğer alana, diğeri tükendi başka alana… Göçebe kültür öyledir. Öyle bir kültürleri yok. Bir teze göre Daylem’den geldikleri söylenmektedir. Ancak o tezin tamamen doğru olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi tarihin dönemlerini incelediğinizde, Batı’dan Doğu Roma İmparatorluğunun bir baskısı var doğuya doğru. Doğudan ise Moğol baskısı var, oradan batıya doğru hareketlenme var. Müslümanların ise güneyden baskısı var, kuzeye doğru bir hareketlenme görüyorsunuz. Bu nüfus hareketlenmeleri sürekli tarihte olagelen olgular. Dolayısıyla Daylem dediğimiz yer de Hazar Denizi’nin kenarı. Yani tarihte Horasan eyaleti olarak bahsedilen yer. Horasan da Hazar’ın doğusundan tutun Fırat Nehri’ne kadar olan yerdir. Elazığ ile Malatya arasındaki geçişi sağlayan Kömürhan Köprüsü’ne kadar olan kısım tarihte Horasan olarak geçer. Aynı zamanda İran Platosu olarak da geçer. Biz Horasan derken sanki belli bir noktayı işaret ediyormuşuz gibi algılanıyor veya İran dediğimizde bugünkü İran algılanıyor. Halbuki İran dediğimizde, tarihçilere baktığımızda Malatya’ya kadar giden kısım İran’dır. Malatya’dan sonraki yerlere ise Rumeli derler. Diğer tarafına ise İran denir. İran platosu diğerine göre daha çok geniş. Çünkü Türkmenistan’a kadar gidiyor. Ama Horasan dediğimizde Hazar’dan tutun Malatya’ya kadar giden kısım. Aslında bizde Ovacıklıyız. Ovacık derken Pulur’u kastetmiyoruz. Vacuğe deriz bizim dilde. Vacuğe dediğimiz o dört dağ arasındaki geniş ovaya tekabül eder. Yoksa Ovacık ilçe Merkezi dediğimiz yer 1938’de ilçe merkezi olmuştur. Pulur diye bir köydür. Mersin ve İçel veya Kocaeli ve İzmit gibi düşünün. Şuna bir ek yapayım. Hozat ve Çemişgezek’te oturanlar Seydanlar ve Şıhasanlardır. Bunların bir anlatımları vardır. Biz Horasan’dan dört kardeş geldik ve Malatya’ya yerleştik. Malatya dedikleri yer Gerger yani Alduş dediğimiz yerdir. Adıyaman yakın tarihte ayrıldı Malatya’dan biliyorsunuz. O yüzden Malatya diye geçiyor o bölge. İkisi Dersim’e geldi ikisi güneye indi. Ve şimdi gidiyorsun Siverek’e Siverek’te de aynı hikaye anlatılıyor. Diyorlar ki biz dört kardeş Horasan’dan geldik iki kardeş Dersim’e, iki kardeş ise Siverek’e yerleştiler. Şimdi anlatım çakışıyor. Ancak Şıh Hasan’la, Seyid Dersim’e geldiklerinde orada Khal Mem (Khal Ferhat) vardı diyor. Yani Haydaranlar (Heyderun), Areyanlılar (Areyun), Demenanlar (Demun) ve Alanlılar (Alun) bunlar oranın otantik halkı. Yani Dersim’in otantik halkı bir yerden gelmiş değiller. Halkın anlatımında da o var zaten.
kültürlerine baktığımızda ben Tahtacıların içinde de Türkmenlerin içinde de kaldım Yörükler ile hiç alakası yok. Burada, Bizans’a ve Hristiyanlığa karşı Osmanlı’yı destekliyorlar. Zaten, Beyazıd’a kadar Osmanlı’nın içinde Alevi nüfusu etkindir. O etki ile özellikle Şah İsmail ortaya çıkıyor ve Safeviler yayılıyor. Safeviler Şafidir. Alevilere Türk pencersinden bakanlar, Alevileri Türk olarak kabul ediyorlar. Türkmen olarak kabul ediyorlar. Ama yaşadığı coğrafyaya bakarsanız Yukarı Fırat’ta yaşıyor Şah İsmail. Biliyorsunuz orada Akkoyunlular ve Karakoyunlular var. Onların resmi dilleri Türkçe’dir. Anne tarafında Türkmenlere dayanıyor. Akkoyunlulara dayanıyor. Türkçeyi çok iyi kullanıyor. Zaten deyişleri, şiirleri Türkçedir. O kültürle büyüyor. Cemler bağlanırken Zazaca ve Türkçe deyişler söylenirdi. Aynı kültürde deyişler söylenirdi. O da kendini oraya yakın buluyordu o anlamda. Yavuz Selim’le Şah İsmail arasındaki meseleye gelirsek… Orada Anadolu’ya Şah İsmail mi hükmedecek yoksa Yavuz Selim mi hükmedecek? Osmanlı’nın bir seçim yapması gerekiyor. Öbür türlü Anadolu’yu Şah İsmail’e altın tepside sunması gerekiyor. Onun yüzünden tam karşıtı bir şey seçmesi gerekiyor Yavuz’un. O yüzden babasını çoluğunu çocuğunu katlediyor. O yüzden Zazalar Şah İsmail’in safındadır, çünkü Alevidirler ve Aşiret düzeninde yaşarlar. Ama Kürtler Osmanlı’nın safındadır. Kürtlerin tarihine bakarsak, Kürtler kim güçlüyse onun yanında yer almışlardır. Günümüzde de devam ediyor. Güneyde de bunu görüyoruz o alanda Amerika güçlüyse onun yanında yer alacak, Rusya güçlüyse onun yanında yer alacak
-Osmanlı’nın ilk gelip geçtiği yer Zaza coğrafyası mı?
Hıdır Eren: O dönemde beylikler var. Osmanlı beylikler döneminde Alivelerden destek aldığı için onları – diğer beylikleri – yok ediyor. Aşiret kültürü göçebelerde yaygındır. Bizde ise yerleşik olduğumuz halde devam ediyor – çünkü merkezi otoriteye girmiş değiliz- Osmanlı da ise biliyorsunuz ki, Osmanlı çadır hayatından saray hayatına geçer. Saraya geçmek demek yerleşik hayata geçmek demek. Yerleşik hayata geçmek demek Asya tipi üretim olan toprağa dayalı miri sistemi oluşturmak demek. Artık eskisi gibi vurayım kırayım alayım olmuyor. Büyüyor. O da ne demek oluyor? Sultan bütün mülkün tek sahibidir. O mülkün üstündekiler ise sultanın kullarıdır. Sultan tanrı tarafından gönderilmiştir. Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir. İdeoloji budur. Bu olaydan sonra Zazalar ve Türkmenler sultandan desteğini çekmeye başlar. Şah İsmail’e destek veriyorlar. Osmanlı kültürü Reaya kültürüdür ve bu kültüre göre sen yerleşiksin, toprağa dayalı ekonomidesin. Osmanlı’nın kapıkulusun. Osmanlının yönetim sistemine bakarsak 5 temel unsur var. En başta Ermeniler, ikinci sırada Rumlar, ardından Araplar, ardından Kürtler, ardından Türkler. Hatta Türklere Osmanlılar pek ehemniyette vermez. Rençber Türkler der. Hiçbir şeyden anlmaz, yönetemez, aklı yatmaz.
-Ekrad-ı biidrak
Hıdır Eren: Ekrad- ı biidrak evet. Öte yandan Araplarda ekrat vardır. Göçebeye tekabul ediyor. Kürtlere “ekrat” denir derler fakat hiçbir tekabulu yoktur. O üçüncü yarılma dediğimiz – Kürtlerle aralarındaki – Osmanlı’dan tamamen kopuştur. Yani Çaldıran ve sonrası…
SONHABER
Çok başarılı bir çalışma olmuş , emeğinize sağlık
UNESCO’nun ilan ettiği “Uluslararası Anadili Günü’nde böyle bir çalışma için tebrik ederim.
Her şeyden önce Anadolu ve Kürt illerinde sadece iktidarların değil Kürt cephesinde de üvey evlat dil muamelesi gören ,unutturulmaya hatta öğrenilmemesi ve geliştirilmemesi üzerine Psikolojik mahalle baskısının olduğu bir süreçte bu çalışma değerlidir.
ZAZALAR BU ÜLKENİN GÜZEL BİR RENGİ…bU RENK SOLMASIN…..ZAZALAR MASUM BİR HALK..PEK SESİ ÇIKMAZ AMA BUNDAN SONRA SESİ ÇIKACAK….ZAZACA BAĞIMSIZ BİR DİLDİR..İRANİ BİR DİL..