Ülke içinde hemen her konuda olduğu gibi artık dünya ölçeğinde de olup biteni doğru kaynaklardan okumamak, yanılgıya ve yönlendirilir duruma düşmeye sebep oluyor. Örneğin İsrail’in 17-18 Eylül’deki siber saldırıları ve devamındaki bombalamalar sonrasında “Bu iş bitti, Hizbullah bunu sürdüremez; hatta Lübnan’daki diğer güçler ve halk Hizbullah’ın karşısında olur” diye düşünenler olmuştur. Bu konuda sağlıklı kaynaklar dışında kalan ve kafa karıştırıcı rol oynayan zeminler, sanki İsrail’e bulaşanın pişman olacağı ve sanki Filistinli direnişçilerin de Hizbullah’ın da hata yaptığı imajını besledi.
Gerçekte bu tam da ABD-İsrail ve işbirlikçilerinin temenni ettiği bir duruş ve düşünce halidir. Öncelikle belirtme ihtiyacı duyuyoruz ki, İsrail’in saldırmak için bahaneye ihtiyacı yok. ABD’nin bölgesel çıkarlarının vurucu gücü olarak her dönem olduğu gibi bugün de Suriye’ye, Gazze’ye, İran’a, Irak’a, Yemen’e Lübnan’a saldırırken bahaneye ihtiyaç duymuyor. Ancak objektif kaynaklar, Hizbullah’a yaptığı siber saldırıya ve ABD’den hemen her her alanda aldığı desteğe rağmen İsrail’in gücünün bu savaşı sürdürmeye yetmeyeceğini ortaya koyuyor. Çünkü mesele silahtan ve teknolojiden ibaret değil.
Yaşanan dünya ölçeğinde sınıf kavgasıdır
Ortada basit bir kavga yok. Bu, küresel boyutta sınıflar mücadelesidir; ABD, ezenlerin/sömürenlerin en sembol adı, İsrail de bölgesel silahıdır. Bugün ve karşı karşıya kalınan her aşamada her yerde anladıkları dilden yanıt almadıkları takdirde, sanıldığının aksine durmayacak, daha büyük çaplı hesapların gereği olarak hegemonya ve paylaşım savaşında el yükseltecektir. Bunu NATO’nun 75. yıl Zirvesi’nde net olarak ortaya koydular. Çin’in kuşatılmasına dair bölge ülkeleriyle yaptıkları toplantılar da Tayvan’ın silah deposuna çevrilmesi de bunun işaretidir.
Özetle mesele tek başına ne Hizbullah ne de Hamas veya diğer Filistinli yapılardır. Konu bütünlük içinde ele alındığında görülecektir ki Hizbullah, imkanlarında ve kadrolarında önemli kayıplar vermiş olsa da ortada İsrail adına kazanılmış bir zafer yok.
Lokal kimi noktalarda sonuç ne olursa olsun, insanlığın geleceğinin en az 10 yılını ilgilendiren bir savaşın ilk adımlarından, hamlelerinden söz ediyoruz. Burada asıl problem, gündelik akılla, “iliştirilmiş gazetecilik” yapan kaynaklardan alınan gerçek dışı bilgilerle durumu anlamaya çalışmaktır. Bir TV programını izliyorsunuz. Karşınızda takım elbiseli kravatlı bir adam tüm ciddiyetiyle size haber diye akıl dışı bir değerlendirme sunuyor. Mesela “Hizbullah bir saldırı, bir karşılık verme kapasitesinde değil gibi görünüyor şimdiye kadar yaşananlardan” diyor.
Bırakalım savaş muhabirliğini, asgari tutarlılık ve etik kurallar bu haberleştirmeyi reddeder. Aynı kaynaktan aktarmaya devam edelim: “Eğer zaten böyle giderse (…) ve bunu gerçekten istiyorsa nesnel akılla baktığımız zaman İsrail Güney Lübnan’ı yakında işgal eder diye bir sonuç çıkıyor. (…)
Biz burada hemen Suriye’nin üstündeki sınırın sahibiyiz. (…)burası sadece bir basamak, Lübnan beraberinde Suriye. Suriye eğer tekrar bir devlet haline gelmezse İsrail’in planı çok daha hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleşebilecek gibi. Lübnan, Suriye üzeri Türkiye.”
Dikkat edilirse spikerin ufkunda “çok hızlı ve kolay bir şekilde” Lübnan işgal edildi! Devamında Suriye üzerinden Türkiye!
Evet kağıt üstünde veya sözde savaşlar kolay kazanılabilir, ama Lübnan’a girişin de çıkışın da kolay olmadığını deneyimlemiş olan İsrail’in bizzat kendisidir.
Şu ana dek yıpratma savaşı sürdürülür ve bu amaç sınırlılığında askeri vuruşlar yapılırken, İsrail’in son saldırıları savaşı bir başka aşamaya taşıdı.
İsrail’in hesapları tutmayacak
Anımsanacak olursa İsrail, 1967 savaşında Mısır savaş uçaklarını hangarlarında imha ederek sürecin daha ilk etabında önemli ve kolay bir zafer kazanmıştı. İşte kimileri, cihazların patlatılması dahil Hizbullah’a peş peşe yapılan saldırıları buna benzetmiş ve böyle bir sonuç beklemişti. Gerçekte bu kez durum çok farklı. Evet Hizbullah kimi imkanlarını ve bazı kadrolarını yitirdi ve bölgede daha güvenli yerlere göç edenler oluyor. Mevcut dezenformasyon koşullarında Hizbullah’ın askeri güç ve imkanlarının ne denli yara aldığını saptamak zor. Ancak mesele teknik olandan ibaret değil. İsrail’in hedeflerinin başında, Hizbullah’ın iradesini kırmak ve halk dahil diğer Lübnan güçlerinin ona karşı durmasını sağlamak vardı. Ancak Hizbullah taleplerini tekrar etti ve Genel Sekreter Nasrullah, kuzeydeki yerleşimcilerin ancak İsrail rejiminin Gazze savaşını durdurması halinde geri dönebileceğini söyledi. Savaşın ise daha fazla yerleşimciyi göç etmek zorunda bırakacağına dikkat çekti. Dolayısıyla da İsrail’in savaşta el yükseltmesi, Hizbullah’a geri adım attırmadı. Tersine, İsrail’in bu katliamları, Lübnan’da görülmemiş boyutta bir dayanışmaya sebep oldu. Sünniler hastane önlerinde kan vermek için sıra oluştururken, Hizbullah’la ilişkilerinin iyi olmadığı bilinen Velid Canbolat’tan, fanatik bir Hıristiyan grup olarak bilinen ‘Tanrı’nın Askerleri’nden ve hatta daha önce Hizbullah’la çatışmış olan Semir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri’nden bile çeşitli biçimlerde destek açıklamaları, dayanışma adımları vb. geldi.
Lübnan’ın bu tablosu, İsrail’deki sorunlu ve gergin tablonun tam tersi niteliğinde. Sahibinin sesi kaynaklar sanki İsrail hiç vurulmuyor veya zarara uğramıyor gibi gösterse de İsrail’in paralı asker aramaya başlaması ve rejimin bugüne dek askerlikten muaf tuttuğu ve nüfusun yaklaşık yüzde 14’ünü oluşturan Haredilerin askere alınması, bunun tam tersini gösteriyor.
Nasrallah’ın, İsrail’in saldırılarından sonra,
“-Kuzeydeki yerleşimciler geri dönmeyecek. Aksine, mültecilerin sayısı artacak.
-Rejimin çözümü yerleşimcilerin sıkıntılarını artıracak, o yüzden Gazze’ye gidin ve savaşı durdurun.
-Bizim tehdit etmeye ihtiyacımız yok, cevaplarımızı sınırlamayacağız.
-Artık savaşta yeni bir aşamaya geçtik bu aşamanın adı da ‘açık hesap’” biçimindeki meydan okumasının, süreci askeri olarak hangi boyuta taşıyabileceğini bugünden kestirmek zor.
Bilindiği gibi Nasrallah, “Umuyoruz ki İsrail Güney Lübnan’a girer çünkü bu Hizbullah için tarihi bir fırsat yaratır” diyerek meydan okumuştu. Göründüğü gibi ortada bir irade savaşı var. İsrail, ses duvarını aşarak; okul, hastane, pazar yeri ayrımı yapmadan sivil yerleşimlerini vurarak bir yılgınlık yaratmaya çalışıyor.
7 Ekim 2023’ten bugüne yaşananlar gösterdi ki İsrail aldığı tüm desteklere ve sahip olduğu imkanlara rağmen Hamas’ı yenemedi. Gerek Gazze’de gerekse Lübnan’da başvurduğu yöntem, çoluk çocuk savunmasız insanları katlederek direnişten vazgeçmesini sağlamak biçiminde. Ancak ne Filistin ne de Lübnan halkı direnişten vazgeçecek gibi görünmüyor. Tersine İsrail kendi halkı karşısında meşruiyeti sağlamada giderek sıkışıyor.
Resim büyük ve savaş uzun erimli olduğu için askeri sonuçlar açısından net şeyler söylemek zor; ancak meseleyi Hizbullah-İsrail sınırlılığında görmek yanılgıya sebep olur. Süreç uzun ve aktörler vekillerle beraber bölgede, geniş bir coğrafyada varlık gösteriyor. İsrail hızlı davranıp sonuç almaya, psikolojik üstünlük sağlamaya çalışıyor ama elindeki hava gücü, teknoloji vb. sonuç almaya yeterli olgular değil.
Hizbullah, önemli kayıplar vermiş olsa da Güney Lübnan’daki ilişkileri/örgütlenmesi, Lübnan siyasal varlığı içindeki ağırlığı vb. Gazze’yle kıyaslanmayacak boyutlarda. Kaldı ki İsrail Gazze’de de amaçladığına ulaşmadı.
Sürecin giderek farklı aktörlerin katılımını da beraberinde getireceği görülüyor. Belirli anlamda teknik kayıplar vb. yaşamış olsa dahi İran-Irak-Suriye hattından yapılabilecek destekler Lübnan’ın imkanlarını canlı ve devamlı tutmayı sağlayacak niteliktedir. Bu ve benzeri veriler, süreci doğru yorumlama yeteneğine sahip olanlara çok şey anlatıyor. Ve burada akla şu soru geliyor: Son günlere kadar 5-10 km derinlikte süren yıpratma savaşını bile kaldıramayan İsrail, bunun çok daha ötesine yayılacak, sınırlı değil “açık hesap”lı bir savaşta ne yapacak? Nitekim bu yazıyı yayına hazırladığımız süreçte (kimi kaynaklar salt İsrail bombardımanını verse de) Afula’nın batısındaki Megiddo Askeri Havaalanı, Ramat David üssü, sınıra 60 kilometre mesafede bulunan Zahrun bölgesindeki bir patlayıcı fabrikası dahil pek çok noktanın Hizbullah tarafından hedef alındığı haberi basına düştü.
Özetle süreç zorlu, uzun ve çok bileşenli. Bu da kısa sürede sonuç alınabileceği iddialarını boşa düşürüyor. İsrail, ABD’nin uydu, istihbarat dahil her türlü imkanını yanına almış durumda; buna rağmen, Gazze’de ve daha önce Suriye’de görüldüğü gibi teknolojik imkanlar, hava bombardımanları zafer kazanmaya, temenni ettiği sonuçları elde etmeye yetmiyor.
Onların elindeki silah, haksız bir savaşta bir katliam aracına dönüşürken, halkların elindeki silah, haklılığın ve özgürleşmenin aracı olarak işlev görüyor. Başlı başına bu gerçeklik son tahlilde kimlerin kazanacağını gösteriyor.