Yıkıntılar Arasında
Edebiyatın en güçlü ve doğal olarak da en güzel yanı betimlemelerdir. Yazarın, okuru da etkilediği olağanüstü betimlemeler hem olay örgüsünün içine kolaylıkla girmenizi sağlar hem de unutulmazlık kazandırır. Şiirde belki eğretileme diyebileceğimiz bu güç, romanda bir tanıklığa da katılmanızın yolunu açar.
Bu kez çok güçlü (ama ne yazık ki güzel diyemeyeceğim) ve acı yüklü betimlemeler, 100 yıl sonrasında bile insanın içini eziyor. O acıyı yaşayanların duygularını anlamamızı sağlıyor. Hemen her sayfada tüyleriniz ürperiyor (korkudan değil, hüzünden), gözlerinizden yanaklarınıza süzülen damlaları benzer bir acı bir daha yaşanmasın diye siliyorsunuz elinizin tersiyle… ama bitmiyor ki!
“1909 yılının Nisan ayında Giligya’da Ermenilere yönelik dizginsiz saldırı ve katliamlar, 1895 yılında Ermeni platosunu boydan boya kapsayan ve Ermenileri yok etmeye yönelik şiddet eylemleri… cümlesiyle başlıyor Zabel Yesayan’ın bu tarihe tanıklık eden kitabı. Abdülhamit istibdadının en kötü yıllarında sansür de her şeyi kontrol altına aldığı, tanıklıkların bile dile getirilmesine izin verilmeyen dönemde, resmi tarih diyebileceğimiz bilgilerin yer aldığı belgeler ise sadece kulaktan dolmadır ve gerçekliği yansıtmaktan uzaktır.
“Yıkıntılar Arasında”nın yazarı Zabel Yesayan, Patrikhane tarafından gönderilen heyetin bir üyesi olarak yetimlerin yerleştirilebileceği bir yetimhane kurmak için oradadır ve gözlemleriyle birlikte tanıklıklarını da aktarır okurlarına. İstanbul’dan gönderilen “barışın ve özgürlüğün habercisi askerler engel olacakları yerde Ermenileri yok etmeye yönelik saldırılara katılırlar”. Marc Nichanian’ın kaleme aldığı “önsöz yerine”de “…ne o ilgisizliğe yanışı ne de özellikle o beceriksizlikten yakınışı görürüz” diyor. Anlaşılan o ki, bir perdeyle gizlenmeye çalışılmış hakikat, Yesayan’ın tarafsız ve objektif tanıklığıyla ulaşıyor bizlere.
“Yıkıntılar Arasında”, 1911’de yayımlanmış. O dönemin siyasal ve sosyal panoraması okurun konuyu daha kolay kavraması için hatırlatılıyor. Yesayan, ne bir isim veriyor ne de imada bulunuyor. Buna karşın, devlet, son derece ağır hareket ederek ve asıl önemlisi katliam sorumlularından birkaçını mahkeme heyetine alarak kendisinin de işin içinde olduğunu göstermiş.
İzlenimci edebiyat!
Yesayan, yaşanan felaketi betimleyerek, bazı hususları (örneğin isimleri) ayıklayarak bugün, 100 yılı aşkın bir süre sonra bizlere kalmasını sağlıyor. Yesayan’ın tanıklığı, duygusal betimlemeleri o denli güçlü ki, sanki o an, o toz duman arasında, o yıkıntıların arasında kanlı giysileriyle, korkudan dört açılmış gözleriyle, artık pınarları kurumuş gözlerden yaşların akamadığının korkunçluğunu bugün de hissettiriyor.
Kucağından sökülüp alınan çocuğunun, gözlerinin önünde tecavüzün ardından katledilmesini gören anne, kör olmaktan başka ne isteyebilir! Annesini ve kardeşini korumak için yalvarmalarına karşın acımasızca öldürülen genci gözlerinizin önüne getirebilir misiniz, böyle anlatınca… ama anne, o acılı anne, dövünerek, ölmeyi isteyerek anlatınca -yüz yıl sonra siz, okurlar bile- o acının dayanılmazlığını hissediyorsunuz. Türk arabacının, katliam yaşanmış yöreden bir an önce uzaklaşmak için atlarını kırbaçlamasının acısını duymamak elde mi, aradan bunca yıl geçmiş olsa da…
…
Haklısınız, hep çevresinde dolaşıp durdum. Anlatılanların yoğun duygu yükünden kurtulamadığım gibi çözümsüzlüğün de haklı hüznünü yaşıyorum. Geçmiş geleceğin aynasıysa o geçmişi gerçek duyarlığıyla okumak gerek.
Yıkıntılar Arasında
Zabel Yesayan
Tarih
Çeviren Kayuş Çalıkman Gavrilof
Aras Yayıncılık
Ocak 2022 (Beşinci Baskı) 320 s.