“Anayasanın böyle açık bir şekilde çiğnendiği bir yerde hükümet ayakta kalamaz.” Bu sözler geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanlığı ile yaşadıkları sorun nedeniyle kamuoyunda gündem olan Partîya İnsani u Azadi (İnsan ve Özgürlük Partisi)’nin Genel Başkan Yardımcısı Sayın Murat Bozdemir’e ait..
Bozdemir, bu sözleri İçişleri Bakanlığı’na ve Bakanlığın bu hukuksuzluğuna karşı tepkisiz kalan muhalefete yönelik söylüyor. Siyasi Partiler Kanunu’na göre parti kurmak bildirimle mümkün olabiliyorken, yaklaşık üç yıldır bildirimleri alınmamak sureti ile İçişleri Bakanlığı tarafından kuruluşları engelleniyor. Türkiye’de otoriterliğin geldiği yeri göstermesi bakımından PİA’nın hikayesi son derece çarpıcı. Zira dilekçe vermek Anayasal bir hak ancak Bakanlık aleni olarak bu hakkı çiğnemeye devam ederek suç işlemeye devam ediyor. Öte yandan Kürtlerin siyaset zemininde görünürlüklerinin Kürt kamuoyu ve demokrat çevrelerce gündem olduğu bir süreçte PİA’nın engellemelerle karşılaşması, siyasi iktidarın HDP’ye dönük operasyonlarını, “sorunun Kürtlerle değil, terörle olduğu” şeklindeki açıklamasını samimiyetsiz buluyor.
Nitekim Partiya insani u Azadi (İnsan Ve Özgürlük Partisi)’ye yapılanlar da Kürtlerin nazarında konunun partiler üstü olduğuna ilişkin bir gerekçe oluşturuyor. Biz de konunun detaylarını ve bir anda gündem olan PİA’yı Genel Başkan Yardımcısı olan sayın Murat Bozdemir ile konuştuk.
-Sayın Bozdemir, öncelikle merak ettiğim şey şu: size yapılan bu muamelenin düzeyine
bakıldığımızda, meselenin detaylarından önce aklımıza gelen ilk soru PİA kimdir ve ne
zaman kuruldu?
-İnsan ve Özgürlük Partisi, doğuştan sahip olduğu haklar ile insanı merkeze alır. Ona bahşedilmiş akletme yeteneği ve karar verme özgürlüğünü, insanlığın vardığı medeniyet seviyesiyle anlamlandırmak için yola çıkmış bir partidir. Vizyonunu programında bu şekilde ifade eden PİA’nın yolcuğunu da olabildiğince anlatmaya çalışayım. PİA temelde bir geleneğin, anlayışın partiye evrilmiş halidir. 80’lerle birlikte Kürt siyaseti her anlamda müstakilleşme başlamışken, mütedeyyin Kürtler de geleneği geleceğe çevirebilecekleri yeni alanlar ve imkânlar yaratmaya çalışmıştılar. 80 ve 90’larda Kurdistan’daki ulusal mücadele İslami kesimde müstakilleşme çalışmalarını
arttırmış Kürt mütedeyyinlerinde büyük bir kafa karışıklığı yaratmıştır. Tarihsel rollerini oynamaları noktasında sosyolojik ve düşünsel yaklaşımlarını yeniden check ettirmiştir. Fidan Güngör ile Seyda Molla Mansur Güzelsoy’un başını çektiği daha sonra bir kitabevi ismi ile anılacak olan Menzil ile yine Nurcu camiada Öze Dönüş ve I.Said tartışmaları ile anlam kazanan Med-Zehra, Zehra cemaati (Rahmetli İzzettin Yıldırım ve Sıddık Şeyhanzade) ile
birlikte irili ufaklı birçok hareket üzerinden bu camia yeni arayışları ifade etmiş mütedeyyin Kürtlerin bu halkın kaderi ile ilgili rollerini oynamaları için çaba sarf etmişlerdir. Ancak bildiğiniz gibi sistemin ilk günden beri Kürtler arasına çekmek isteği kırmızı çizgiler yeniden çekilmiş, her seferinde ayağa kalkan ve bir halkın farklı bir sesi olan legal, sosyal-İslami-Kürdi kesim tırpanlanmış, çatışma çizgisine çekilmiştir.
Kürtler sistemin hem Kürtler hem de din ile olan ilişkisinden zarar görüyor, çifte mağduriyet yaşıyorlardı. Bu gelenek burada çelişkiler, çatışmalar ve ötekileştirmeler üzerinden değil, tamamlama, uzlaşı ve birlikte yaşama imkânlarını ele almaya çalışmıştır. Bundan dolayı da tarihsel olarak büyük bedeller ödemiştir.
90’da birlikte yaşama modelleri, Medine Vesikası tartışmalarına katkılar sunulmaya başlanmıştır ki sistem bütün bölgeyi terörize etmiş, faili meçhuller ile toplumu karanlık bir tünele sokmuştur. Bu yüzden bu tartışmalar bir yere vardırılamamış 28 Şubata giden yolda yine en büyük bedel Kurdistan’daki mütedeyyin kesime ödettirilmiş, çatışma ortamına çekilerek terörize edilenlerin ellerindeki entelektüel birikim de böylelikle alınmıştır. Tüm bunlara rağmen Kürtlüğünden, geleneğinden ve dininden vazgeçmeyen, dini ile etnik kimliği arasında tercihe zorlanan bir kesim bu zorlamayı kabul etmemiş her budanmadan sonra tekrar filiz vermiştir.
Doksanlarda cemaat olarak var olan, 2000 yılından sonra sivil toplum zemininde mücadelesi devam eden bu gelenek siyaset zemininde var olmayı birçok kez denemişse de taşıdığı kodlar ve sistemin yarattığı baskı buna imkân tanımamıştır. Sonraki süreçlerde ise bireyin esas alındığı esnek ve çoğulcu bir yapının ancak parti siyaseti ile mümkün olacağı bilinciyle parti kurma girişimlerinde ısrar edilmiştir.
İnsan ve Özgürlük Partisi tüm bu çabaların, acıların, tarihi seyrin ortaya çıkardığı bir partidir. Kendi değişim ve dönüşümünü özgün şartlarına göre yapmış, cumhuriyetin iki çelişkisini birlikte ve ortaklaştırarak ancak çözülebileceğine inanmış, 2017’de parti hareketi olarak başlamış ve son olarak 2018’de İçişleri Bakanlığı’na Müslüman, Demokrat, Kürdi duruşuyla başvuran ilk parti hüviyetini kazanmıştır.
-Sizi takip ettiğim kadarıyla Demokrasiye dair vurgularınız dikkat çekici. Müslüman bir Kürt olarak, PİA’nın Demokrasi anlayışından söz edebilir misiniz? Ayrıca bu kavramın Türk Müslüman kesimlerde tartışmalı olduğunu biliyoruz. Aynı tartışmalar Kürt Müslüman kesimlerinde de var mı, eğer öyle ise bunu nasıl aşmayı düşünüyorsunuz?
–İslam demokrasi tartışmaları uzun süredir yapılmaktadır. Biz İslam’ın bir din, demokrasinin de bir yönetim şekli olduğunu düşünüyoruz. Bunu programımıza çok açık bir şekilde dile getirmiş bulunmaktayız.
Medine Vesikasını bu bağlamda ciddi bir çıkış yolu olarak da görmekteyiz.
“Demokrasi dine karşı geliştirilmiş bir inanç sistemi değil, krallık, diktatörlük ve oligarşi gibi kişi ve sınıfa dayalı yönetim sistemlerine karşı geliştirilmiş katılımcı, çoğulcu bir halk yönetim sistemini ifade eder.
İslam ve demokrasi birbirlerinin ne benzeri ne de karşıtıdırlar. İslam’da bir yönetim sisteminde bulunması gereken temel kriterler dışında şekil, şablon veya isimlendirilmiş bir yönetim sistemi mevcut değildir. Yönetim şekli beşerî olgunluğa göre şekillenir. (PİA Programı)”
Tabi maalesef her şeyi kendimize benzettiğimiz gibi demokrasi de devletin tornasından çıktıktan sonra bizlere servis edilmektedir.
Bu anlamda biz demokratik bir siyasetin devlet eksenli değil toplum eksenli yapılarak bir yere varacağını düşünüyoruz. Demokratik bir yönetim şekli ancak özgürlükçü siyasetin büyümesiyle mümkün olur. Türk-Müslüman-Demokrat kimlik devlet eksenli büyüdüğü için fırsat bulduğu ilk anda iktidar ve devlet hesabıyla toplum siyasetini ötelemekte devleti siyasetin merkezi yapmaktadır. Bu yüzden Türk-Müslüman-Demokrat kişilikler olsa da devlet olan bu ilişkisinden dolayı demokratikleşmesi zor görünmektedir.
İslami geleneğin doğurduğu bir parti olarak, dindar profilinin bir temsiliyet eksikliği olduğunu mu düşündünüz? Sizi parti kurmaya sevk eden temel neden ne oldu?
Esastan konuşmak gerekirse biz bir profili temsil etmiyoruz. Biz bu toprakların binlerce yıldır getirdiği yaşamı savunuyoruz. Beslenme alışkanlıklarından tutun da eğlenme alışkanlıklarına kadar bir kişiliğe ve kimliğe sahip bir yaşam gerçekliğini savunuyoruz. Bizim savunduğumuz Müslümanlık ideolojik bir Müslümanlık değil bir toplum Müslümanlığıdır, bir sosyal gerçekliktir.
Temsili demokrasiyi esas alıyor isek ve temsil yeteneğini arttırmak istiyorsak tabi olanı savunmak en doğru olandır. Bu şu anlama gelmiyor. Yeni olana dair, geleceğe dair fikrimizi, projemizi savunmayacağız anlamına gelmiyor. Yalnızca toplumun temel dokusu üzerinde bir toplum mühendisliğine girmeyeceğiz anlamı taşıyor.
Evet, bir temsil sıkıntısı da var. Gençlerin kendileri olarak yaşamak istedikleri, seslerini, sözlerini topluma ulaştırmak istediklerini biliyoruz. Girdikleri partilerde çoğulcu ve girişimci yeteneklerinin törpülendiğini, her şeyden önce önlerine bir ağabey, bir lider, bir ulu çıkardıklarını, bunları otoriteye çevirerek herkesin kendisine has olan kişiliği ve kimliğini baskıladığını biliyoruz.
Özelde Kürt, genelde Türkiye toplumlarında özgürlükçü siyaset imkânlarının olmadığını, devletin dokunmadık, oynamadık ve projeye çevirmedik alan bırakmadığını görmekteyiz.
İnsan ve Özgürlük Partisi Kürdistan’dan başlayarak, Türkiye-Ortadoğu ve Dünya ile nasıl yaşanılacağı noktasındaki büyük bir sorunun sade bir cevabı olduğunu ve yüzyıl boyunca bu cevaba hiç kimsenin cesaretle yaklaşmadığını ve bu geleneğin sahipsiz kaldığını söylüyor.
İnsan ve Özgürlük Partisi Kürt meselesini nasıl tanımlıyor, buradaki rolünü nasıl tarif ediyor?
Kürt sorunu bazılarının oy avcılığına dönüştürerek en aza indirgedikleri sadece bir anadil sorunu değildir. Ana dil sorunu tamda bu temel sorunun ortaya çıkardığı komplikasyonlardan yalnızca biridir. Bu yüzden anadil üzerinden Kürt sorununu konuşmak tabir yerindeyse gaz almak, piar çalışması yapmak, bazı duyguları okşamak ve fili sadece tuttuğu kuyruğu sanmaktır.
Kürt sorunu jeo-politik, jeo-stratejik ve I. Dünya paylaşım savaşında evini kaybetmiş büyük bir halkın sorunudur-Kürdistan sorunudur.
Bunun cevabını en yalın bir şekilde programımızda vermişiz.
“Kürt sorunu, Ortadoğu’da yaşayan bütün Kürtlerin, insanlık ailesi için olmazsa olmaz olan temel insan hakları ve hukuku talebi, kültür ve kimliklerini yaşama, statü taleplerinin; bu taleplerin insani bir düzlemde karşılanmamasının ortaya çıkardığı şiddet, cehalet, geri kalmışlık, yoksulluk ve işsizliğin iç içe geçtiği çok komplike bir sorundur. Bu sorunun asıl ve gerçek adı Kürdistan Sorunudur. Ve buna bağlı olarak Kürtlerin Kürt olmayan komşu devletlerle yaşadıkları sorunlar olarak tanımlanabilir.(PİA Program) ”
İnsan ve Özgürlük Partisi her şeyden önce artık Kürt meselesinin aslında bir statü olayı olduğunu ve bu statünün de nasıl olacağına Kürt halkının karar vermesi gerektiğini düşünür.
“Bu realiteye binaen Kürtlerin de diğer bütün uluslar gibi ulus olmaktan kaynaklı tüm hakları tanınmalı ve saygı duyulmalıdır. Barış ve kardeşliğin temeli eşit ve özgür halklar olarak birbirlerini kabul etmeleridir.
Gönüllü birliktelik esasına dayalı olmak kaydıyla birlikte yaşamayı mümkün kılacak olan anayasal ortaklık yaklaşımlarını destekler. Kürtlerin kendi tercihleriyle özerklik, federasyon, bağımsızlık hakkının olduğunu, Kürt halkının kendi geleceğini tayin hakkının sadece Kürtlerin kararına ve onayına bırakılması gerektiğini savunur. (PİA Program)”
Yine;
“Gönüllü birliktelik esasına dayalı olmak kaydıyla birlikte yaşamayı mümkün kılacak olan anayasal ortaklık yaklaşımlarını destekler. Kürtlerin kendi tercihleriyle özerklik, federasyon, bağımsızlık hakkının olduğunu, Kürt halkının kendi geleceğini tayin hakkının her halk gibi Kürtlerin de kendi kararına ve onayına bırakılması gerektiğini savunur. Nitekim Birleşmiş Milletler Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Birleşmiş Milletler Uluslararası İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin (İkiz Yasaların) ortak birinci maddesinin birinci fıkrasına göre; “Bütün halklar kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. Bu hak uyarınca bütün halklar, kendi siyasal statülerini özgürce belirlerler ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce gerçekleştirirler”. Türkiye Cumhuriyeti, İkiz Yasaları 15.08.2000 tarihinde imzalamış ve 04.06.2003 tarihinde yürürlüğe koymuştur. (PİA Program)”
Kürt sorunu resmi ideolojinin bir türlü karşılaşmak istemediği sorunların başında geliyor. Bu cümleler İçişleri Bakanlığı’nın Yargıtay’dan fonksiyon gaspı yaparak çıkarmamızı istediği cümleler. Yani resmi ideoloji kendisi ile yüzleşmeyi kabul etmiyor, sizin de yüzleşmenize izin vermeyeceğini deklare ediyor.
Yani Uluslararasılaşan Kürt sorunu, temelde bir statü sorunudur. Ancak statünün çözümü Ortadoğu gerçekliği ile ele alınarak çözümlenebilecek bir giriftliğe ve çoklu artörlülüğe sahip.
İnsan ve Özgürlük Partisi Kürdistan-Türkiye-İran-Suriye ve dahi Ortadoğu bağlamında Müslüman, Demokrat çizgisiyle bir aydınlanmanın ve birlikte yaşam projesinin bir başlangıcı, yine İslam’a yaklaşımıyla da tüm Ortadoğu toplumlarıyla çözüm yaklaşımlarında taşıdığı kimlik kodlarıyla Kürt-Kürdistan meselesinde yumuşatan, kolaylaştıran, ünsiyet oluşturan bir iklimin başlangıcı olacağına inanıyoruz.
Müsaadenizle güncele gelmek istiyorum. İçişleri Bakanlığı ile yaşadığınız sorun nedir ve size göre kuruluş bildirgenizi neden kabul etmiyor?
İçişleri Bakanlığı ile PİA arasında yaşananlar maalesef Türkiye’deki otoriterleşmenin, hukuksuzluğun, keyfiliğin geldiği düzeyi en çıplak haliyle ortaya koyuyor.
Esasen İçişleri Bakanlığı’nın bildirimimizi kabul etmeme gibi bir yetkisi yok. Ancak yaklaşık olarak üç yıldır bildirime ilişkin evraklarımızı almamakla aslında suç işliyor.
İlk olarak 2018 yılında kuruluş bildirisi yapmak üzere İçişleri Bakanlığı’na müracaatta bulunduk. Bizden evrakları postayla göndermemiz istenmesi üzerine postayla gönderdik. Bunun üzerine siyasi partiler kanununda yer alan “siyasi partilerin kuruluşunun bildirimle gerçekleştiği” maddesi uyarınca kurulmuş sayılsak da teşkilatlanma yapımızı ve başkaca faaliyetlerimizin tamamlanması için Bakanlığın bize bir alındı belgesi vermesi gerekiyor.
Son olarak geçtiğimiz günlerde Ankara’da tam on beş gün boyunca Bakanlığın kapısına her gün gittik. Ne yazık ki emniyet güçleri tarafından kapıya dahi yaklaştırılmadık. Gidişimizin on beşinci gününde ise içeriden gelen ilgili masadaki memur, evraklarımızın alınmaması yönünde üstlerinden gelen bir talimat olduğunu ve bu talimatın değişmediği sürece, kendilerinin bir şey yapamayacaklarını iletti.
Aslında gülünecek bir durum yaşıyoruz. İçişleri Bakanlığı’nın bildirimimizi kabul etmeme gibi bir yetkisi yok ama sanırım ortada bir İçişleri Bakanlığı yok, bildirimimizi vermemize izin vermeyen başka bir şey olmalı. Kendisini anayasa ve yasaların üzerinde gören başka bir şey…
Ayrıca korkuyorlar. İnsandan bahseden, iki kurucu unsuru birlikte temsil eden bir gelenekten korkuyorlar. Çatışma kültürü yerine uzlaşı kültürünü büyüten, devletin aygıtları üzerinden iktidarlarını yaymayan, toplum gerçekliğini “özgürlükçü siyaset” retoriği ile merkeze taşıyan bir anlayış ve siyasetten korkuyorlar.
Bu süreçte muhalefetin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye cumhuriyetinde ilk günden bu yana iktidar ile muhalefet simbiyotik bir ilişkiye sahip. Birbirlerinden razı ve birlerini besleyen bir iktidarçı yapı.
Şu anda da Türkiye’de aslında bir iktidar sorunu değil bir muhalefet sorunu olduğunu düşünmekteyiz. Özellikle ana muhalefeti temsil eden CHP’nin sorunlar karşısında hiçbir şekilde ciddi ve gerçekçi bir tavır içinde olmadığı, sorunları ötelemeyi tercih ettiği ve muhalefeti de devletin bekası noktasında devletin tamamlayan muhalefet unsuru şeklinde yürüttüğü gerçekliği tüm somut şekliyle karşımızda.
Parti kurma ve örgütlenme hakkının engellendiği, dilekçe hakkının gasp edildiği bir yerde taş taş üste kalmaz. Anayasanın böyle açık bir şekilde çiğnendiği bir yerde hükümet ayakta kalamaz. Ancak ana muhalefet bırakın gerçek bir muhalefet gibi örgütlenme hakkına sahip çıkmayı, böyle bir şey olmamış gibi karanlıkta ıslık çalmayı tercih etmiştir.
Temelde devletçi muhalefetin bir gelecek yaratamayacağını net bir şekilde görmekteyiz. Muhalefet topluma ölümü gösterip sıtmaya razı politikası gütmektedir. Oysa sürekli bir sıtma halinin ölümden beter olduğunu yüzyıllık deneyimle görmekteyiz.
Son olarak partinizin kuruluşuyla ilgili yol haritanızı alabilir miyiz, bundan sonraki süreciniz nasıl ilerleyecek?
Daha önce de ifade ettik. Biz esasta kurucu evrakları bildirilmiş İçişleri Bakanlığı evrak kayıtta evrak kayıt numarası verilerek kabul edilmiş yasal bir partiyiz. İçişleri Bakanlığı yaptığı fonksiyon ve yetki gaspıyla yalnızca bizi geciktirmektedir. Biz bunun da çok kısa zamanda aşılacağını, bu hukuksuzluğa son verileceğini düşünüyoruz.
Bizler yasal ve anayasal haklarımızın tümünü kullanacağız. Bildiğiniz gibi TBMM’de bulanan anayasa ve insan hakları komisyonu başka olmak üzere tüm komisyonlara başvurduk. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bu sucu işleyen kurum ve kişiler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Kamu Denetçiliğini harekete geçirdik, gerekli işlemleri yaptık. En son olarak da Anayasa Mahkemesi’ne parti kurma ve örgütlenme hakkının ihlali ile ilgili başvuruda bulanacağız bundan sonraki süreçte haftada bir İçişleri Bakanlığı’nın kapısına dilekçe vermeye gideceğiz. Bu süreçleri kısa bir sürede sonuçlandırmak istiyoruz. Bunun yanında İçişleri Bakanlığı’nın tavrına göre yeni yasal ve Anayasal eylemlilikler içinde olacağız.
Biz tek başına bu sorunun tarafı değiliz. Aslında her vatandaş bu acı gerçeğin muhatabı ve tarafıdır. Bu yüzden çağrımızı yeniliyoruz. Ya hep birlikte insanca ve özgür bir gelecek ya da hep birlikte karanlık bir tünel yolculuğu…
Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Sayın Murat Bozdemir…
Kendimizi ifade etme imkânı verdiğiniz için biz teşekkür ederiz.