Naim Kandemir
Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme rotası öncelikle devletin belirlediği bir rotaydı. 1923’te kurulan Cumhuriyetle bu hedefin gerekleri olarak kurumlar ve politikalar üretilip uygulandı. Bu, devletin masa başındaki hesabıydı. İlerleyen zaman içinde, yarım kalan demokratik devrimin dokusuyla, uygulamalarıyla ve genel olarak felsefesiyle uyum sağlayamayan sınıflar ve zümreler aynı şekilde Cumhuriyete intibak ettirilemeyen halk kesimlerini türlü şekillerde aktive edip kendi emelleri için onların oy ve sınıfsal güçlerini de yanlarına alarak, özellikle çok partili hayata geçişle birlikte DP öncülüğünde uyuyan yılan uyandırılıp Cumhuriyet zaman içinde ve güçleri oranında azimle sınırlandırılıp, budanmaya başlandı.
Geçilen ara duraklardan devleti ve toplumu yeni bir yolculuğa çıkaracak olan 2 Kasım 2002’deki, siyasal İslamın %34.2 oyla 363 milletvekili çıkararak iktidarı tek başına ele geçirdiği durağa geldik.
Özellikle Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine(2007) dek temkinli davranan ve böylelikle liberalleri ve sonrasında Kürt siyasi hareketini de Barış Süreci oltasına takan siyasal İslam emin adımlarla iktidar olsa da muktedir olmanın zaman ve azim gerektirdiği bilinciyle 14 ve 28 Mayıstaki oylamalara dek geldi.
2002’den başlayarak ilk dönemde bir kesimde ve muhtemelen devlet aklında da şu düşünce hâkimdi: Bu demokrasi oyunu içinde %34.2’yle iktidarı aldılar ama bin yıllık devlet geleneğimiz, tecrübemiz var, bir şekilde bunları da hizaya sokarız-ki, politikada iktidarların devletin sermayesi yapılması bizim siyasi tarihimizde çokça ispatlanmış bir haldir- bu nedenle, bunların da yaptıklarını dosyalayarak, zamanı geldiğinde fişlerini çekeriz…
Evdeki hesap çarşıya uymadı! Birçok etaplardan, badirelerden geçen devlet aklı ve iktidar 14 Mayıs öncesi yaşanan sığınmacı göçü, depremler, deliren enflasyon, kamunun ve özel sektörün borç yükünün azması, liranın döviz karşısında şiddetli değer kaybı ve fakirleşmenin toplumun çok az bir kesimi dışında bütün sınıf ve tabakaları allak bullak etmesi…
Bu gelişmelerin sonucunda, süreç içinde devlet aklı şu noktaya geldi: Bizim için aslolan devlettir, önceliğimiz devleti yaşatmaktır. Devletin ve ülkenin içine düştüğü bu çukurdan çıkarılması kolay bir iş değil, hele hele güçlendirilmiş parlamenter sistem şiarıyla ve altı bacağına rağmen bile dengesini sağlayamayan bir masayla ekonomik, ahlaki vb. alanlarda dibe vurmuş bir toplumu bu süreçte ve gelecek günlerde çok sesli, çok partili bir modelle dizginleyemeyiz.
İşte bu iç konuşmayla devlet aklıyla iktidar partisinin iç içe geçmesi aşamasına gelindi. Bu, devlet aklı ve iktidar için kurtarıcı bir çözümdü. Bir taraf bin yıllık devletini koruyacak, iktidar odağının ise yaptıkları yanına kâr kalacak ve siyasal İslamcılık oynamaya devam edecekti. Tüm yönleriyle dibe vurdurulmuş bir toplumu istenen kalıp içinde tutmakta siyasal İslamın sağladığı imkânlar yirmi bir yılda test edilmiş ve sonuçları görülmüştü. Toplumsal narkoz devlet aygıtını fişe takılı da olsa yaşatacaktı.
Bin yıllık devlet tecrübesine ve geleneğine sahip olanlar elbette biliyorlardı, bu amaçlarına ulaşmak için oyunu kurallarına göre oynamak gerekirdi. Her ne kadar iki yüz yıllık rota değiştirilip batıdan OrtaDoğuya çevrilmiş olsa da, sonuçta kapitalist sistemin içinde yer alınacak ve o sistemin dengesinin gerektirdiği kurumları ve işleyişi şeklen de olsa muhafaza edip uygulanır göstermek gerekir.
Yıllardan beri iktidar yarattığı yandaşlık zinciriyle ve sola ve Kürt Hareketine uyguladığı baskıyla baktı ki seçimler öncesi, toplumda yeterli rızayı yine de oluşturamıyor. İktidar, önceden planlamış olduğu gibi ülkeyi sığınmacı deposuna çevirmişti zaten. Bu kez de seçimlerde alınacak rızadan emin olamayınca yasal veya yasala uydurulan yöntemlerle sığınmacıları ve ülkede mülk satın alan yabancıları vatandaş yapıp sandıklar açılmadan iktidar olmak için oy yeterliğini sağladı ve 28 Mayısta iktidarını tazeledi.
İktidar sol literatürü ve kavramlarını sevmez ama bu son yaptığıyla sol literatüre bir katkı yaptı aslında! Emperyalizmin sermaye ve kültür ihraçlarını biliyorduk da, bu kez iktidarın zekâsı sayesinde rıza ithali sağlandı memlekette. Gramsci’ye nazire yapmayı da ihmal etmedi böylelikle iktidar!
Zihniyetleri gereği demokratikleşerek sorunları çözmekten ürkenler, gelinen noktada anlaşılıyor ki bin yıllık devlet aklı ve geleneği iktidarın sağdıçı oldu. Yüzünü iki yüz yıldır modernleşmeye çevirmiş olan devlet bundan böyle OrtaDoğulaşmaya intisap etmekten kendi ulvi değerleri açısından bir fayda ummaktadır. Güçle dümene geçenlerin gemiyi salimen kayalıkların ve köpek balıklarının arasından kıyıya vardırmaları mümkün olacak mı? Kaptanların hedefi elbette fırtınadan gemisini kurtarıp limana ulaştırmaktır ama coğrafik konuma ve tarihsel bagaja baktığımızda bu iş hayal edildiği kadar kolay olmayacaktır. Gerek ülkenin konumunu ve etnik zeminin ufak bir çapalamayla ne meyveler verebileceğini görmek için çıplak göz yeterlidir. Emperyalistler arası kızıştırma politikasıyla masadan masaya gezme opsiyonu da pek kalmamışken, sürekli partner kızıştırmanın yalamaya sebep olacağı düşünüldüğünde piyasanın daralacağını da hayat fısıldıyor kulaklara.
5 Temmuz 2023
Adana
Teşekkürler Naim, değerli bir analiz yapmışsın. Gemi hala Ortadoğu’ya yönelmiş olsa da, Batı’nın pençesi de üzerimizden eksik olmayacaktır. Fırtınalar içinde, yalpalaya yalpalaya bir gün doğru bir yolu bulur muyuz, umut etmek istiyorum.