Kendisini eylemli olarak ortaya koyan feminizm ve ekoloji mücadelelerini içermeyen, yeni bir dünya ve buraya gitmeyi arzulayan, bir enternasyonal artık düşünülemez; bu bileşenleri eşit kabul etmeyen bir işçi sınıfı öncülük edecek kendi kitlesini bile bulamaz.
Milimetrenin on binde biri büyüklüğündeki SARS-CoV-2 virüsü dünyayı kasıp kavurmaya başlamadan önce ABD ve AB 2008 krizinden kurtulamadıklarını kabul ederek yeniden faizleri düşürmeye, negatif faiz uygulamaya karar vermişlerdi. Dünya kapitalizmi geçen yüzyılın başındaki gibi uzun devreli bir krize girmiş olduğunu her semptomuyla ortaya koymaktaydı. Hiçbir burjuva tedbirin krizin önünü almaya yetmediğini dünya olgarşisi kabul ettiği gibi, bunu aşmanın yolunun da yeni bir sermaye birikimi yöntemi geliştirmekten geçtiğini ilan etmişlerdi. Ne var ki yeni sermaye birikimi de henüz bir vaad olarak geleceği gözlemekten daha fazlasını başarabilmiş değildi. Dünyanın süper emperyalist gücü ABD konumunu korumanın yolunu dün söylediklerinin birer birer tersini söyleyip yapmakta buldu. “ABD’yi yeniden büyük yapmak” diye lafa başlayan Trump, küreselleşmenin yerine ulusal sınırlara çekilmeyi, tüm diğer ülkelere düşmanlığın derecesine göre yüksek gümrükler koymayı ve en belli başlı düşmanlarına karşı da ticaret savaşları açıp ambargolar uygulamayı krizden kurtuluşun reçetesi olarak benimsedi. Dünya, herkesin herkesle zıtlaştığı, çelişkilerin şiddetlendiği, kimin kiminle ne zaman dost ne zaman düşman olacağının kolayca kestirilemediği kaotik bir atmosfere büründü. Sanki 20. yüzyılın başlangıcına geri döndük ve tarih genişlemiş, değişmiş, renk değiştirmiş bir dünyada tekerrür ediyor
Kapitalizm yıkımın eşiğinde Panoptik devlet de peşi sıra geliyor
Meselenin esasını, aslında 20. yüzyılın başında varlık şansını yitirmiş olan kapitalizmin savaş, Keynesçi uygulamalar ve neoliberalizm sayesinde 21. yüzyılın başına kadar ayakta kalmayı başarmasına karşılık, 2008 kriziyle birlikte artık eldeki yöntemlerle sermayenin yeniden üretiminin imkansız hale geldiği bir noktaya gelmiş olması oluşturmaktadır. Negatif faiz uygulamaları kar oranlarının nasıl sıfırın altına gittiğinin en açık delilini oluşturuyor.
Ne var ki, böyle oldu diye dünya oligarşisinin havlu atacak hali yoktu. Krizlerin yeni şanslar yarattığı, bir doğal seçilimle en iyi uyum gösterenlerin yaşaması için yeni alanların açıldığı gerçeğine güvenseler de, bu yıkımın nasıl ve nerelerde gerçekleşeceği belli olmadığı gibi, geçmişteki gibi yıkımın zirvesini oluşturan dünya çapındaki bir savaşı var olmanın bir yolu olarak göze almayı da bütün dünyaya yayılmış olan kitle imha silahlarının yarattığı dehşet engellemekteydi. Savaş yerine yeni bir sermaye birikim modelinin yaratılması ağırlıkla yeni bir teknolojik devrimde aranmaya başlandı[1]. İmkanları büyük ölçüde ortaya çıkmış olan yeni bir sanayi devrimi kar oranlarının yeniden metropollerde yükseltilebilmesinin imkanlarını sunabilirdi. Emeğin üretkenliğinin muzzam ölçüde artırılmasını sağlayacak olan yapay zeka uygulamalarına dayalı “akıllı üretim” teorik açıdan aranan yeni sermaye birikim modeli olarak benimsendi. 2008 krizinin ardından 2011 yılında Almanya’da E4.0 adıyla ilan edilen 4. sanayi devrimi kurtuluş sancağı olarak en yükseklere çekildi. Ne var ki, teorik olarak imkanlı olduğu bilimsel olarak da kabul görüyor olsa da henüz altyapısının büyük ölçüde ortada olmadığı bu yeni teknolojik devrimin hayata geçmeye başlayacağı tarih 2025 olarak tespit edilmekteydi. Yani bu tarihten itibaren sermaye kendi ülkesinde yeniden kar oranlarını yükseltmeye başlayabilecek; ne var ki, bu gelişim ülke içindeki çelişkileri en şiddetli boyutlarına yükseltirken, dünya çapındaki rekabeti de şiddetlendirecek ve 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşlar, faşizmler, sosyalist devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri ve pandemilerin getirdiği yıkımlar dünyasına geri dönmek kaçınılmaz bir kader haline gelecekti.
Gelişmelerin doğrultusunun bu olduğunu gören dünya oligarşisi yine 20. yüzyılın ilk yarısındaki derslerden yararlanarak gelişecek olan yığınların tepkisine karşı sistemi güvence altına almak üzere, bir yeni faşizm türünü de eskisinin verdiği destekle adım adım kurgulamaya başladı. Dünyanın, ileri geri bütün devletleri gelişen teknolojik imkanlardan yararlanarak devletin denetleme gücünü tarihinde hiç rastlanılmayacak bir boyuta yükseltmek üzere yatırımlara giriştiler. Sermayesi bol olanların yanında, banka banka dolanıp sermaye açığını kapatmaya çalışan, çöplüklerinde insan cesetleri bulunan Hindistan, halkının yarısından fazlasının açlık sınırında yaşadığı Türkiye gibi ülkeler, denetim devletini geliştirebilmek üzere, akıl almaz yatırımlara giriştiler. Yeni teknolojinin sunduğu “Büyük Data Analizi” tüm nüfusun, gurupların, tek tek bireylerin her birinin anlık olarak ne yaptığının takip edilebilmesi ve davranışlarının yönlendirilebilmesi imkanını sunmaktaydı. Orwel’in anlattığı herkesi gözetleyen Büyük Birader artık romandan fırlamış gerçek hayata müdahale eder hale gelmişti. Özcesi yeni bir sermaye birikim modelinin hayata geçebilmesi demek yeni bir otoriter/totaliter devletler dizisinin de yeniden üretimin zorunlu bir gereği olarak sıraya girmesi anlamına gelmekteydi. 2019’un Ağustos ayında ABD ve AB oligarşilerinin verdikleri karar tam böyleydi.
Üzerinden henüz dört ay geçmemişti ki, Covid-19 pandemisi Çin’de patlak verdi ve dört ay içerisinde dünyayı etkisi altına aldı. Nasıl ki 15 Temmuz darbesi Erdoğan için “Allahın bir lütfu” olmuş ve faşist kurumsallaşmayı itirazsız yükseltmesini sağlamış ise Pandemi de dünya oligarşisi için tam böyle bir imkan sundu. Yığınların demokrasi bilincini aşarak denetim devletini nasıl oluşturacağının hesaplarını yapmakta olan ve içinden de pek kolay çıkamayacağı aşikar olan otoriter/totaliter bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi Covid-19 sayesinde en düşük itiraz koşullarında gerçekleştirilebilme imkanına kavuştu. Can derdine düşen ve devletin sağlayacağı imkanlardan başkasını düşünmeye henüz bilinç ve örgütlülük düzeyi elvermeyen yığınlar, “otur” deyince oturup, “kalk” deyince kalkacak zihinsel bir felç durumuna sürüklendiler.
Burjuvazi pandemi tehdidini yığınların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırmaya yönelik bir politikayı daha en başından benimsedi; “Çarklar dönecek” diyerek, salgının bir anda durdurulmasına yönelik tedbirler yerine uzun vadeye yayılmasını sağlayacak tedbirlerle ilerledi. Hatta İngiltere, Brezilya, İsveç gibi bazı hükümetler “sürü bağışıklığı” diyerek en alttakileri ölüme mahkûm ederek “gereksizlerden/fazlalıklardan” kurtulma politikaları izlediler. Aslında bütün bu yapılanlar, yığınları en örgütsüz ve kendilerini en çaresiz hissettikleri durumda denetim devleti uygulamalarına alıştırmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Muhtemeldir ki önümüzdeki en az on yıl sürecek olan kriz dönemi, pandemilerle birlikte ilerleyen denetim devleti uygulamalarına en az dirençle geçme çabalarının da yoğunlaştığı dönem olacaktır.
Dünya gericiliğine karşı ilerici cephe
Lenin geçen yüzyılın başında “emperyalizm siyasal gericiliğe tekabül eder” demiş ve siyasal gericilik otoriter devletler ve faşizmler olarak tecelli etmişti. Faşizme karşı SSCB’nin kazanmış olduğu zafer dünya işçi sınıfına moral kaynağı olurken dünya oligarşisini de reform politikaları ve refah devleti uygulamalarına mahkûm etmiş böylece siyasal gericilik eğilimi kendisini rahatlıkla sergileme imkanını kaybetmişti. Ama “sosyalist” ülkelerin yarattığı tehdidin sahneden silinmesinin ardından dünya oligarşisi artık elinin serbest olduğunu görüp gelişen antikapitalist muhalefete karşı reform değil şiddet politikalarını öne geçirmekte bir mahzur görmemektedir. Dünya gericiliği pandeminin yarattığı imkanı da değerlendirerek tüm dünyada azgın bir gericilik dalgasını geliştirmekte ve muhalefetin tüm varlığına son verecek zeminleri oluşturmaktadır.
20. yüzyılın ilk yarısında dünya gericiliği otoriter/totaliter ve faşist devletler olarak tecelli ettiğinde, dünya komünist hareketi önce yanılgılı bir biçimde esas düşmanın sosyal faşistler, yani sosyal demokratlar olduğu tespitiyle hareket edip ağır yenilgiler aldıktan sonra, ancak 1936’da “faşizme karşı birleşebilecek bütün güçleri bir araya getirmeyi öngören”antifaşist cephe politikasını benimseyerek, emperyalistlerin SSCB’yi faşizm karşısında yalnız bırakmaya yönelik bütün oyunlarını da boşa çıkarıp mücadeleden zaferle çıkmayı başarmıştır.
Bugün dünya gericiliği böyle bir saldırıya geçmiş bulunuyor ve hayat da bize tarihsel derslere yaslanarak, bu gericiliğe karşı durabilecek bütün güçleri bir araya getirerek insanlığın geleceğini kurtarma yoluna girmeyi emrediyor. Nasıl ki, tarihte faşizme karşı oluşturulan antifaşist cephe komünist enternasyonalin berisinde, faşizme karşı olan bütün güçlerin birleştirilmesini kendisine temel almışsa ve komünist enternasyonali yok saymayı gerektirmemişse[2], bugün de dünya gericiliğine karşı uluslar arası planda oluşturulacak olan bir cephenin en geniş güçleri kapsaması açısından sosyalist/komünist enternasyonalden tefrik edilmesi gerekir. Tersi 3. Enternasyonalin yaptığı ve faşizmlerin iktidar olmasına kapı aralayan politikalarına yeniden düşmek anlamına gelir. Bu faturası çok ağır bir suç oluşturur. Suçun ağırlığının ölçüsü, faşist diktatörlüklerin ve dünya savaşının canını aldığı 70 milyon insandır.
Bugün yüz yüze geldiğimiz tehdit emek sömürüsünün yanında, insanlığın varoluş yokoluş meselesi olarak karşımıza dikilen ekolojik yıkım ve 4. Sanayi devriminin yarattığı imkanlarla oluşturulacak olan denetim devletinin faşizmin yarattığı tehditten kıyaslanamayacak ölçüde büyük bir tehdit potansiyeli taşıyor olmasıdır. Ekolojik yıkım, iklim krizi, sera etkisi, buzulların erimesi, çölleşme, seller, su baskınları, ozon tabakasının delinmesi olarak bir felaket manzarası sergilerken, pandeminin ortaya çıkış nedenlerinin de aynı ekolojik yıkım olduğu gerçeğinin açıklığa kavuşmasıyla ve yenilerinin de çok muhtemel olduğu tespitleri insanlığın akıbetinin nereye sürüklenmekte olduğunu artık herkese göstermektedir.
Geri dönülmez noktaya sürüklenen ekolojik yıkıma önümüzdeki yıllarda 4. sanayi devriminin getireceği felaketler de eklendiğinde, sekiz Milyarlık dünya nüfusunun yarıdan fazlasının yok olması tehdidi ile yüz yüze bulunduğumuzu söylediğimizde bazılarımız bunu şaka sanabilirler. Çünkü sözünü ettiğimiz rakam insana, “bu kadarı da olamaz artık” dedirtecek büyüklüktedir. Faşizmin de iktidar olup uzun yıllar iktidarda kalabileceğine, milyonlarca insanı toplama kamplarında öldürebileceğine inanmak çok zor geliyordu. Ve deniyordu ki, “demogojiden ibaret olan böyle bir yapı iktidarı aldığının ertesi günü yüzünü açığa çıkaracak ve kısa zamanda yıkılacaktır”. Biliyoruz ki, hiç öyle olmadı! O zaman da birileri işçi sınıfının tek başına faşizmi de, kapitalizmi de tarihin çöplüğüne atacak güçte olduğunu söylüyordu. Tarihi hakikatler ise bunu söylemiyor. Faşizm bir çok hataların içinden geçilerek ve bu hataların bedeli olarak ağır kayıplar verilerek yenilmesine yenildi ama hala bir türlü onu tarihin çöp sepetine gönderebilmiş değiliz. Onu çöp sepetine göndermeyi bırakalım, bizim eserimizden geriye sadece kalıntılar kaldı.
Şimdi yeniden tarihin böyle bir kader belirleyici noktasına geldik ve karşımızdaki düşmana karşı bulabileceğimiz bütün müttefiklerle bir araya gelerek bu büyük tehdidi durdurmakla yükümlüyüz. Aynı faşizme karşı kazanılan zaferin sosyalizmin prestijini bütün dünyada eşi görülmemiş bir biçimde yükseltmesi ve dünya uluslarının ulusal kurtuluş yoluna girmelerine yol açması gibi, bu tehdidi durdurmanın bize sağlayacağı potansiyelin de bu gericiliğin üremesinin asıl temeli olan kapitalizmin ortadan kaldırılıp yerine sosyalizmin geçirilebilmesinin imkanlarını yaratacağını kabul etmemiz gerekir.
Dünya gericiliğine karşı kazanılacak her ileri mevzi, kapitalizmin teşhiri ve sosyalizmin bir kurtuluş yolu olduğu gerçeğinin yığınlar tarafından kavranmasını da kolaylaştıracaktır. Dün faşizme karşı verilen birleşik mücadelelerin başarısının reel sosyalizmin taşıdığı bütün zaaflara rağmen sosyalizm doğrultusunda nasıl ileri adımlar atılmasına imkan sağladığını gördük.
Bu, bugün daha da imkanlı hale gelmiştir. Zira, dünya oligarşisi yığınları terbiye etmenin bir aracı olarak pandemiyi kullanırken, adım adım da şu da görülmektedir ki, dünya çapında dayanışma olmadan, ulusal sınırlara kapanarak uluslararası rekabeti ve düşmanlığı savaş düzeylerine varacak ölçüde körükleyerek pandemiden kurtuluş mümkün olamayacaktır. Tam kurtuluyoruz sanırken bir yeni dalgayla ya da yeni türden bir pandemiyle yüz yüze gelinebileceğini insanlar gittikçe daha fazla idrak etmektedirler. Bütün dünyada yeniden 68’in havası esmeye başlamıştır. ABD’de insanlar var olana alternatif yaşam biçimleri aramaktadırlar. Otonom bölgeler ilan ediliyor, polisin tahsisatının kesilmesi savunuluyor, siyahların mücadelesini beyazlar kendi mücadeleleri olarak görüp geniş kitleler halinde protesto gösterileri yapıyorlar. Daha güzeli, bu atmosfer Trump’ın partisinin içine de nüfuz edip rejimin temsilcilerini telaşa düşürüyor, bir kesim kurtuluşu Trump’tan kurtulmakta gördüğünden demokrat adaya oy verme çağrıları yapıyor. Bütün alametler antikapitalist mücadelenin ve enternasyonalist dayanışmanın yükseleceği doğrultusunu işaret ediyor. Dolaysıyla dünya ilericiler cephesinin ana eğilimi felaketlerin hazırlayıcısı ve sürdürücüsü olduğu gün be gün daha fazla ortaya çıkan kapitalizmin kurtarılması değil, onun bütün kötülükleriyle birlikte tarihteki asıl yerine, tarihin çöp sepetine atılması olacaktır.
Günümüz enternasyonalizmi dünden farklı olacaktır
Birçoklarımız enternasyonal lafı edildiğinde doğal olarak işçi sınıfı enternasyonalini aklına getirmekte ve doğal olarak da 1., 2. ve 3. Enternasyonallerle yenisinin nasıl bir ilişkisinin olması gerektiğini düşünmektedir. Bugün dünyada 3. Enternasyonali tekrarladığı savında olan muhtelif enternasyonaller bulunmaktadır. Ama hiç biri de günümüzde gelişen ana muhalefet kanallarına hitap edebilme kabiliyetini taşımamaktadır. Zira örnek aldıkları 3. Enternasyonal dünyanın 20. Yüzyıl başındaki koşullarına göre şekillenmiş ve Lenin’in ifadesiyle büyük ölçüde “Rusça konuşmuş” olan bir enternasyonaldir. Öyle olmasının ve SSCB’ye uygulanan ağır emperyalist ablukanın sonucu üye partilerini SBKP’nin uzantıları, onun izin verdiği biçimde sınıf mücadele sürdüren parçaları haline getirmiş ve nihayet, bizzat yapıyı bu noktaya sürükleyen Stalin’in kendisi tarafından da Hitlerle yapılan saldırmazlık anlaşmasının bir gereği olarak işlevsizleştirilmiştir.
. Daha sonra yeni bir enternasyonal yerine Cominform adı altında yine SBKP’nin denetimi altında bir yapı oluşturulmaya çalışılmış ama o da en fazla komünist hareketin onmaz bir biçimde parçalanmasına ve nihayetinde ÇHC-SSCB çatışmasına kadar sürüklemiştir.
Nasıl öncekiler birbirine benzemek değil, birbirinin eleştirisi üzerinde yükselmiş iseler, bugünün koşullarında hayat bulacak olan enternasyonalin de kendinden öncekileri devrimci bir zeminde eleştirerek aşan, günümüz gerçeklerini gören ve onlara yanıt oluşturan bir niteliğinin olması kaçınılmazdır. Böyle düşündüğümüzde yeni bir enternasyonalin tarifi öncekilere benzeyip benzemediği üzerinden değil, onlardan tamamen bağımsız günün gerçeklikleri üzerinden tanımlanması başta gelen zarurettir. SYKP, programında enternasyonalizme sadık olunacağı başta gelen belirlemelerden biri olsa da günümüz enternasyonalinin kendini kurduğu yeni temeller üzerinde nasıl olması gerektiği konusunda bir tespiti henüz yoktur.Bu yerine getirilmesi gereken uluslar arası bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Günümüz gerçeklikleri geçen yüzyıla göre ciddi bir gelişim geçirmektedir.
-İşçi sınıfının kitlesi muazzam ölçüde artarken geleneksel işçi sınıfı azınlığa düşmüş, buna karşılık hizmet sektörü öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde büyümüş, güvencesiz çalışanlar çoğunluğu oluştururken, dijital kapitalizme özgü yeni çalışma biçimleri ortaya çıkarak sınıfın kompozisyonu hızla değişmiştir; önümüzdeki 20 yıl içerisinde giderek büyüyecek olan bir işsiz kitlesi 4. Sanayi devriminin karakteristik özelliğini olacak görünmektedir.
-Dünya, her anlamdaki iletişim ve ulaşım araçlarının gelişimi, dünya ekonomisinin kopamayacak bağlarla birbirine bağlanmış olması ile artık küresel bir köy haline gelmiştir.
-Kendisini eylemli olarak ortaya koyan feminizm ve ekoloji mücadelelerini içermeyen, yeni bir dünya ve buraya gitmeyi arzulayan, bir enternasyonal artık düşünülemez; bu bileşenleri eşit kabul etmeyen bir işçi sınıfı öncülük edecek kendi kitlesini bile bulamaz.
– Faşizme karşı kazanılan zaferin verdiği motivasyonla dünya gericiliğine rağmen yaygınlık kazanan demokrasi, çoğulculuk, özerk yerel yönetim, iletişim teknolojileri sayesinde hayal olmaktan çıkan doğrudan demokrasi artık günümüzün temel karakteristiklerini oluşturur.
Dolaysıyla bugün kapitalizmi ortadan kaldırıp yerine kolektif ilişkileri ikame etme amacında olacak olan bir sosyalist enternasyonal de bütün bu özellikleriyle 3. Enternasyonalden farklı bir içerik ve yapıya sahip olmak zorundadır.
İlerici enternasyonal sosyalist/komünist enternasyonal değildir
Dünya gericiliğine karşı oluşturulan bu yeni yapılanma talepleri içerisinde sosyalizmle bağlanabilecek maddeler taşıyor olsa da kendimizi boşuna zorlayarak bunların sosyalist olup olmadığını incelemeye uğraşmayalım.
Sosyalistler görüşlerini saklamazlar; örtük hale getirmezler. Sosyalizm kapitalist ilişkilerin yıkılıp yerine işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlendiği, devletin yukarıdan aşağıya indirildiği bir kolektivist ilişkiler temeline dayanan toplumsal yapıdır ve kapitalizmden çıktığı bu haliyle burjuvasız burjuva eşitlik hukukunun işlemeye devam ettiği komünizmin ilk safhasıdır; bir geçiş dönemidir.
İlerici enternasyonal önüne tarif ettiğimiz türden bir görevi koymaz. Taleplerinin önemli bir kısmı sosyalizme bağlanabilir. Hatta “post-kapitalist” bir toplumdan söz ediyor olması anlayışa göre sosyalizm olarak da yorumlanabilir. Ama bu sözcüğü seçenler düşünmeden böyle bir tercih yapmamışlardır. Yapının ilk adımlarını atan Diem-25[3] ve Sanders Vakfı programlarında Marksist anlamda bir post kapitalizmden söz etmezler. Diem-25 AB’nin “ya gerçekten demokratik olup yaşamaya devam edeceğini ya da dağılacağını” savunurken, Sanders’in kendisi de sosyalistliğini, İskandinav sosyalizmi, yani sosyal demokrasi olarak tanımlar. Bu açılardan bu yapıları sosyalizmin mihenk taşına vurarak “bunlarla olur, olmaz” diye yargılar üretmek çok anlamlı değildir.
Bu konuda karar vermemizde yardımcı olabilecek olan bizim HDP ile kurduğumuz ilişkinin mahiyetidir. Bu ilişkiyi çoğulculuğun gerektirdiği bir esneklik içinde nasıl ele alıyor, her farklılığı bir ayrılık noktası olarak görmüyor ve farklılıkları ortadan kaldırabilmek için, güçler dengesinin aleyhimize olmasına rağmen parti içi tartışma yöntemini sonuna kadar değerlendiriyor isek, ilerici Enternasyonale yaklaşırken de aynı esneklik ve yöntem tutarlılığı içinde olmak gerekir. HDP’ye yaklaşırken esnek, İlerici Enternasyonale yaklaşırken kıldan ince kılıçtan keskin ayrımlara başvurmak SYKP’nin benimsediği çoğulculuğu eklektik bir hale getirir; esasında ortadan kaldırır. SYKP değişen dünyada hem yapısal hem de teorik olarak yenilenmeyi savunan çoğulcu bir partidir. Yıldızına kırmızının yanında mor ve yeşili de katıp Marksizm’in özüne daha uyacak bir çerçeve yaratmış bir yapı olarak, çoğulculuğunun ve enternasyonalizminin gereği diğer İLERİCİ, sosyalist, ezilen milliyetler, yurtsever Kürtler, feminist, ekolojist parti, Lgbtiq+, flint yapı, gurup ve bireylerle TC gericiliğine karşı ortak bir mücadele yürütmenin gerekliliğini savunur ve farklılıklara rağmen gereğini de yapar. HDP bu mücadeleyi “radikal demokrasi” doğrultusunda yürütmeyi savunurken, SYKP “sosyal cumhuriyeti” bir geçiş biçimi olarak benimsediğini ifade eder. SYKP kendisini ulusal sınırlarla tarifleyen değil uluslar arası karaktere sahip bir parti olarak kendisi için savunduğu hemen her türlü ilkeyi, ilişkiyi, ortaklığı, karakteri uygun düşüyorsa uluslararası düzey için de aynıyla savunur. SYKP’nin yeniden kuruluş diye tanımladığı mesele, Marksizm’in devrimci özünü koruyarak, onu uğradığı sapmalardan kurtarmak, çağın gerçekliklerini içerecek biçimde teorik ve pratik olarak yeniden kurmaktır. Bu ulusal bir görev değil küresel bir görevde ve kendi yerelliğinde bu iddiayla ortaya çıkan bir partinin bu savunduklarına uluslar arası düzlemde de anlam kazandırma yükümlülüğü vardır. Bu görev elbette ki, bugünden yarına hemen tamamlanabilecek bir iş değildir. Ancak atılan her adımın ulusal düzeyde olduğu gibi uluslar arası düzeyde de ifade kazanması partimizin kuruluş gerekçelerinden ve en önemlisini oluşturur.
Yani SYKP, TC’de ve bölgede olduğu gibi küresel düzlemde de “diğer İLERİCİ, sosyalist, ezilen milliyetler, yurtsever Kürtler, feminist, ekolojist parti,Lgbtiq+, flint yapı, gurup ve bireylerle TC DÜNYA gericiliğine karşı ortak bir mücadele yürütmenin gerekliliğini savunur ve farklılıklara rağmen gereğini de yapar.”.
[1] 3. Sanayi devrimi bu anlamda dünya oligarşisine savaşa girmeden de büyük dönüşümlerin gerçekleştirilebileceği konusunda önemli dersler vermişti. 1960’lara kadar ABD ile ciddi bir teknolojik rekabet içerisinde olan, hatta uzaya ilk insanı göndererek ABD’nin eteklerinin tutuşmasına neden olan SSCB, 3. Sanayi Devrimini bürokrasinin yerini kaybetmesi korkuları yüzünden gerçekleştirememesi sonucu kapitalizmin rekabeti altında çöküşe sürüklenmiş ve dünyanın yeniden paylaşılması için emperyalist kapitalist ülkelere gökte aradıklarını yerde sunmuştu. İnternet’i askeri bir ihtiyaç olarak geliştirmiş ve 30 yıla yakın sivil kullanımına imkan vermemiş olan ABD’nin tersine, SSCB bilim insanları 50’li yılların ilk yarısından itibaren Sovyet ekonomisinin planlanması ve yürütülmesi için her şeyi içine alan (askeri, idari, iktisadi) bir bilgisayar ağının oluşturulmasını önermiş ve teknik imkanlarını yaratmışlardı. Ama Bürokrasinin kendisine bir rakip geldiği konusundaki haklı endişesi değişik zamanlarda (hatta parti kongresi tarafından bile) kabul edilen projenin hayata geçmesine imkan vermemiştir.
[2] Daha sonra Stalin Hitlerle yaptığı saldırmazlık anlaşmasının gereği olarak onu da işlevsiz hale getirmiştir; ancak bu antifaşist cephenin ille de gerektirdiği bir şey olarak kabul edilemez. Ayrı amaçlara yönelik yapılanmaların birbirinin yerine ikame edilmesi ancak amaçların birinden vazgeçmekle mümkün olabilir.”İşlevsiz hale getirilen 3. Enternasyonal daha sonra 1943’de, Hitler’in SSCB’ye saldırısının sonucu olarak değişen ittifaklar çerçevesinde, muhtemelen müttefik kuvvetlerle uyumlu davranmak amacıyla tümden feshedilmiştir.”
[3] Diem-25’in kurucularından olan Varufakis, AB emperyalizmine karşı duruşuyla her şeyden önce bir altın madalyayı hakketmiş bir Marksist’tir. Kendisini “erratic Marxist” olarak tarifler. Kendisiyle dalga geçebilecek karakterde bir insan olarak Marksizm’ini de böyle niteler: Bilinen örneklere uymayan, ne yapacağı kestirilemeyen. Bu erratic lafının sözlükte değil de gerçekte ne anlama geldiğini anlamak için onun AB emperyalizminin dayattığı kemer sıkma politikalarına karşı, Çipras oportünistçe boyun eğerken, halkın yanında durup “hayır” demesine bakarak anlamak gerekir. Ne yapacağı pek de belli olmayan biri değil yani. Birilerinin oportünist Marksizm’ine göre kestirilemeyecek davranış olsa da Marksizm’in özüne göre kendisini işçi sınıfından ayırmayan, yani ne yapacağı pek belli olan bir Marksist tavır sahibi olmuştur. Hep öyle mi davranır? Bunu insan bir çırpıda kendisi için bile garanti edemez. Ama aldığı madalyayı hak etmeye devam etmek herhalde ona da hoş gelir.
Mahir SAYIN