Sürgün Yazıları VI
“Ey geçmiş, silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın” diyor ya şair, silinmezse ne olur diye düşünmeden edemiyorum. Şaire değil sözüm, o ardından gelen dizelerde asıl meramını aktarıyor zaten (kim bilir belki devamını da alıntılar, hatırlatırım… belli mi olur).
70 yıllık gazeteci Doğan Özgüden, yarım yüzyılı aşan sürgünlüğünde demokratik mücadelesini yazarak sürdürüyor. Her hafta “Artı Gerçek”te yazdıklarından biliyoruz, titiz, titiz olduğu kadar belgeye dayanan ve bir o kadar da bilgilendirici yazıyor. Edip Cansever’in dizelerine nazire, geçmişin silinmemesi (unutulmaması) için çabalıyor… “Ey geçmiş, hatırlandıkça bugünü de anlamamıza rehber olursun” diyor sanki.
Doğan Ağabeyin (diyeceğim, Özgüden’e, izniniz olursa), anlatımını seviyorum. Deyimin tam anlamıyla “eşeğin kuyruğu ile ay ışığı arasındaki diyalektik bağı” kuruyor adlı adınca. Kendisinin de içinde olduğu 1950’li yıllarda yaşananlarla bugünkü siyasi iktidarın ve siyasal düşüncenin koşutluğunu anlatıyor, birilerini anlatırken. Sabah gün ağarırken, karşılaştığı gazetecinin yüzündeki, duruşundaki anlamdan veya Avrupa Birliği’nin başkentindeki olanlardan yola çıkıp Türkiye’de yaşananları yorumluyor. Siz, okur olarak, belleğinizle sınırlı kalmıyorsunuz ve onun örnekleriyle daha bir donanıyor, daha bir aydınlanıyor ve daha iyi anlıyorsunuz.
Tıpkı bir ders gibi…
Pek uygun düşmese de, öğretmenin, öğrencinin anlaması, kavraması ve yaşamına dahil etmesi için sürekli örneklerle tekrar etmesini düşünüyorum Doğan Ağabeyin yazılarını okurken. Unutmamıza izin vermediği için bir kez daha teşekkür etmek gerekir.
Şöyle diyor bir yazısında (s. 312) “Ben Türkiye vatandaşı olmadığım için, oy kullanma hakkına da sahip değilim…” diyor. Türkiye’yi bunca içinde yaşayan ve taşıyan, insanını (ırk, cins, din ayrımı gözetmeksizin) seven biri için, yaşamının büyük -ki gerçekten büyük, 50 yılı aşkın- kısmında o özlemi her nefeste duyan birinin acısı, hüznü, çözümsüzlüğü süzülüyor bu cümlesinden. Gözlerinde tüten arkadaşlarından uzakta, hasret kaldığı anadilini duymayı nasıl da istiyor… Bu acıyı ona ve sevgili eşi İnci Ablaya (Tuğsavul) yaşatmaya kimsenin hakkı yok, olmamalı da…
Burası Türkiye, ne hak aranır ne hukuk bulunur ne kanun vardır ne de adlı adınca muhalefet yapılmasına izin verilir. Buna da bağlı olarak sürgünde yaşamak zorunda kalanların duygularını anlamalarını beklemek ham hayal…
Sürgünde yaşayanlar anayurtlarından vazgeçmiyorlar, dönemeyecek olsalar da, tıpkı Nâzım Hikmet gibi, Yılmaz Güney, Abdülkadir Budak ve daha niceleri gibi… Türkiye’de yaşananları takip ediyor, yorumluyor, çözüm araştırıyorlar. İşte, Doğan Ağabeyin yazıları…
Bir başka yazısında (s. 113), yurtdışında yaşayanların bir ilin çıkaracağı milletvekili sayısı kadar çevre oluşturduğunu, verilen oyların “boş”a gittiğini, oy verilmesinin doğru ve iyi olmasına karşın yetersiz olduğunu anlatıyor.
Kurumsallaşan yaygın yolsuzluklar…
6 Şubat’ta 11 ilde yaşanan ve büyük bir yıkıma yol açan depremin ardından ‘gözü kapalı’ güvenilmesi gereken kurumlara, çalışanlarına bile kimsenin inanmadığını, yolsuzlukların artık herkes tarafından kanıksanmasının gelecek için ne denli kötü olduğunu söylemiş yıl boyu yazılarında. Yinelemek öğrenmekse, yüksünmeden yineleyerek vurguluyor. Bu, umudu üzmediğinin kanıtı. Umutsuzluk tükenmişliktir.
Her ne kadar sadece oy verme-me alıntıları yaptıysam da ülkenin sosyopolitik, sosyoekonomik, sosyokültürel sorunları temelli yazılar yazıyor Doğan Ağabey. Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ile ilgili (bizim ana akım, hatta kimi muhalif gazetelerde, internet portallarında bile yer almayan) raporları duyuruyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, 800 kişiye ilişkin 463 bireysel işkence beyanını, 2015-2021 döneminde 2 milyon 217 bin kişi hakkında terör üyeliği iddiasıyla soruşturma açıldığını, ancak 560 bin kişinin yargılandığını açıklıyor raporunda. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin geçmişte Avrupa dışındaki sorumluluklarını yerine getirmekte aciz ülkelere odaklandığını, “Türkiye ise sorumluluklarını yerine getiremeyecek acizlikte bir devlet değildir. Ancak hukukun üstünlüğü söz konusu olduğunda acizdir, insanlığa karşı suç işleyen yetkililerini cezalandırma konusunda başarı gösterememiş bir devlettir” cümlesini de alıntılıyor. Yani Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay gibi (benim gibi birçok insana da) haksız, hadsiz ve hukuksuz gelen uygulamaları çekinmeden dillendiriyor.
Seçimler belirleyici-ydi…
14 Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, hemen herkes tarafından önemsenmiş, olası bir iktidar değişikliği “baharlar gelecek” beklentisiyle artmıştı.
Doğan Özgüden’in, 5 Mayıs 2022’den 28 Mayıs 2023’e kadarki yazılarını içeren Sürgün Yazıları VI, doğal olarak seçim ağırlıklı ve ister istemez geçmiş seçimlerle kıyaslar içeriyor. Seçim sisteminden sol/sosyalist partilerin oluşturduğu (Emek ve Özgürlük İttifakı, Sosyalist Güç Birliği) ya da oluşturamadığı ittifaklara, ana akım ittifaklardan (Cumhur ve Millet ittifakları) halkın beklentilerine geniş bir yelpazede gözlemlerini aktarıyor. Önemli olan geçmişten ders çıkarmaksa, başta eleştiri ve özeleştiriyi hayata geçirmek gerekiyor.
…keşke bizdeki siyasetçiler Doğan Özgüden denli geniş görüşlü olsa, hayata çıkarsız bakabilse…
Seçimlerin ardından geniş bir ittifak oluşturularak, örneğin, Can Atalay’ın haksız, hadsiz ve hukuksuz olarak hâlâ cezaevinde tutulmasına karşı bir duruş sergilenebilirdi. Atalay’ın portresiyle meclise girmek yerine -ki, gazetelerde, televizyonlarda iki satır ‘haber’ niyetine yer aldı sadece- “Atalay gelmeden biz de yemin etmiyoruz” diyebilselerdi, (Sahi, ne kaybederlerdi? Yemin etmedikleri için ‘dokunulmazlık’ zırhına bürünemezlerdi sadece. Hoş, dokunulmazlıkları olsa da milletvekillerinin Meclis binasından bile polis zoruyla sürüklenerek götürüldüğünü biliyoruz) bugün belki Akbelen, Dikmece, Cudi ormanları için daha gür ve güçlü ses çıkarabilirdik; ormanlarla birlikte tüm canlıları, ekosistemi koruyabilirdik.
Sürgün Yazıları VI (2022 – 2023)
Doğan Özgüden
Gündem yorum
Foundation Info-Turk
1. baskı, 2023, 405 s.
Sürgün Yazıları’nın tüm pdf’lerine fondation@info-turk.be adresinden erişilebilir.