Yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri olan su, son senelerde dünya kamuoyunun ve BM dahil uluslararası ve bölgesel örgütlerin gündeminin başına yerleşti. Bu durum hızla artan su sıkıntısının giderilmesinde karşılaşılan güçlükler ile su sıkıntısının gelecek 20-25 yıl içinde birçok bölgede savaşlara dönüşme beklenti ve endişesinden kaynaklanıyor. Yapılan araştırmalar özellikle Ortadoğu’da krizin ciddi boyutlara varacağını gösteriyor. Krizin Dicle, Fırat gibi sınır aşan suları nedeniyle Türkiye’yi de yakından ilgilendirmesi ve etkilemesi kaçınılmaz görünüyor.
Dünya su forumunun sonuncusu 2023 senesinde yapıldı. Çeşitli ülkelerden devlet görevlisi, sivil toplum kuruluşu ve konunun uzmanının katıldığı, yaşamsal boyutta olan suyun küresel ölçekteki durumunun saptanmasına, insanlara hakça ulaştırılmasına dair forumun kaderi de öncekiler gibi oldu. BM tarafından, beslenme gibi insan hakkı olarak kabul edilen temiz, sağlıklı içme su sorununda, dağıtım ve pazarlanmasında aslan payını alan, milyarlarca dolar kazanan emperyalist kapitalist sistemin dev finans şirketlerinin engellemesiyle havanda su dövüldü.
Yeryüzündeki toplam 1.386.000.000 km3 su miktarının % 96 gibi büyük çoğunluğunu denizlerdeki tuzlu sular oluşturur. Ancak akarsular, göller, yeraltı suları gibi tatlı su kaynakları insanların ve tüm canlıların ihtiyacını karşılar. Toplam tatlı suyun %68’inden fazlası buzulların altındadır. Tatlı suyun diğer % 30’u toprak altındadır. Bütün olarak dünya nüfusu yılda 9.087 milyar m3 su tüketiyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bu suyun büyük bölümünü tüketirken geri kalmış ülkelerin payına ise susuzluk düşer. 20. yüzyılda su tüketimi en az 6 kat arttı. 1950’de kişi başına 17 bin metreküp su gereksinimi söz konusuyken 2005’de 7 milyara yakın insan yılda 5 bin metreküp suyla yetinmek zorunda kaldı. Günümüzde 1.5 milyarı aşkın insan temiz içme suyundan yoksundur. Temiz içme suyundan yoksunluk yılda 25 bin çocuğun ölmesine yol açmaktadır. Gelişmiş ülkelerde insanlar günde ortalama 150 litre su tüketirken geri kalmış ülkelerde örneğin Etiyopya’da insanlar her türlü ihtiyaçları için sadece 5 litre su ile yetinmek zorundadırlar. Sorun 2050’de 9 milyara ulaşması beklenen dünya nüfusunun sağlıklı içme suyuna, şimdiden önlem alınmazsa nasıl ulaşacağıdır.
Diğer yandan tatlı su stoklarının gıda tedariki ile arasındaki yaşamsal ilişkiyi de gözden kaçırmamak gerekir. Nehirlerin, göllerin ve toprak altı sularının yüzde 68’i tarımda ve hayvancılıkta kullanılmaktadır. Bu nedenle su, sadece bireyin su ihtiyacı nedeniyle değil beslenmesiyle bağlantılı tarım-hayvancılık faaliyeti için de çok önemlidir.
Dünya Su Enstitüsüne göre sudaki arz-talep dengesizliğinin altında başlıca şu etmenler yatmakta:
- Dünya nüfusunun sürekli artması.
- Kentleşme ve kirlenmenin hız kazanması.
- İklim değişikliği: Sıcaklığın artması ve kış aylarında karların daha hızlı erimesi yaz aylarında artan su talebinin karşılanmasını güçleştiriyor.
- Deniz sularının yükselerek alçak bölgelerde yeraltı sularını kirletmesi.
- Su kaynaklarının özelleştirilmesine bağlı olarak oluşan küresel özel su tekellerinin suyun tedarikini yoksul bölgelerden zengin bölgelere kaydırması.
Tüm bu veriler gelecek 20-25 yıl içinde su tedarikine ilişkin sorunların artarak, önemli devletlerde istikrarsızlığa yol açma ihtimalini, sorunun siyasi boyutunu güçlendirmekte. Bir başka ifade ile Büyük güçler arasında jeostratejik rekabetin önümüzdeki 10 yılda su kaynaklarını da kapsayacak biçimde genişleyerek yoğunlaşacağını gösteriyor. Su kıtlığı sorununun daha da büyümesi halinde devletlerin elindeki su kaynaklarını diğer devletlere baskı yapmak için kullanmaları ve savaş nedeni olması (Türkiye, sınırı aşan Fırat ve Dicle nehirlerine yaptığı barajlarla dönem dönem verdiği suyu azaltıp Suriye ve Irak’a karşı, İsrail Etiyopya’da mavi Nil sularına baraj yaparak Sudan ve Mısır’a askeri-ekonomik baskı yöntemini uyguluyor) , toprak altı su kaynaklarının tükenmesi halinde küresel gıda piyasalarında risklere yol açması, ABD elebaşılığındaki emperyalizmin ortaklarının ekonomik performanslarının zarar görmesi beklenmelidir. Nitekim ABD Ulusal İstihbarat Ajansı tarafından hazırlanan bir rapora göre 2040 yılına kadar su kıtlığı sorunu ABD bakımından güvenlik riskine dönüşebilecektir. Raporda ABD’nin çıkarları bakımından, 10 ülkeyi kapsayan Nil Nehri havzası, Türkiye, Suriye, Irak’tan geçen Dicle-Fırat nehirleri, İsrail, Filistin sorunu bağlamında Ürdün nehri, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet’i etkileyen İndus havzası en kritik bölgeler olarak saptanmıştır. Bu tespitler ABD için Ortadoğu’nun, enerji yanında su kaynakları nedeniyle de jeopolitik olarak önemine işaret etmekte.
Su sorununun devamı halinde (ki yoğunlaşarak devamı beklenmelidir), özellikle bölgemizde, suyun hakça paylaşılmamasından kaynaklanan bölgesel savaşların orta vadede çıkması güçlü olasılıktır. Bu bağlamda Türkiye, Suriye ve Irak üçlüsü arasında sıcak savaş ihtimali en yakın senaryodur. Görünen o ki, emperyalist kapitalist sistem gezegenimiz için hayati olan bu soruna da, tıpkı iklim değişikliğinde olduğu gibi, kendi çıkarları çerçevesinde jeopolitik bir soruna indirgeyip militarize ederek hegemonik ve azami kar penceresinden bakıyor.