“Mavi Köşk” nam-ı diğer Kaçakçının Evi hakkında o kadar çok rivayet dinledim ki, görmezsem olmaz dediğim bir yer ve Çamlıbel’de bulunuyor.
Öncesinde yolumuzun üzerinde bulunan Özhan ve Kılıçarslan’dan geçiyoruz. İkisi de askeri bölge ve mesafeleri çok kısa. Ali’nin daha önce görev yaptığı birlik Özhan’da. Kılıçarslan’da bulunan lojmanlarda ise devre arkadaşı Faruk ÖZDEMİR Bey’in evinin önünden geçerken fotoğraf çekiyoruz. Biraz nostalji ile dostlarımıza sürpriz yapmayı planlıyoruz. Bir de eşi Nağme Hanım’ın kedisiyle her gün yürüyüş yaptığı ağaçlık alandaki yolu görüyoruz.
Çamlıbel’de ise “Papazın Yolu” olarak anılan yerde ilerlerken Ali hikayesini anlatıyor. Burada bulunan Papaz, evi ile kilise arasında bulunan mesafede güneşle temas etmek istemiyor ve yolun iki tarafı onun için ağaçlandırılıyor. Ağaç dallarından sızan güneş ışıkları ile tablo güzelliğinde özel bir yol olduğunu söylemeliyim.
Mavi Köşk de Askeri Bölge içerisinde kaldığı için girişte askerler karşılıyor bizi. Burada da ağaçlarla çevrelenmiş doğal bahçede araçla ilerleyerek park alanına varıyoruz. Otoparka aracımızı park ettiğimizde yan tarafta kocaman bir toprak havuz bulunuyor. Yürüyüş yolunu takip ediyoruz ve köşkü göremiyoruz. Taa ki ön bahçesine gelene dek.
Daha da ilginç olanı aşağıdan ya da dışarıdan hiçbir şekilde bu evi göremiyoruz. Sırlarla dolu bir yer bekliyor bizi. Bakalım neler göreceğiz.
Yürüyüş yolunu tamamlayıp ön bahçeye geldiğimizde görevli asker Can AYTEKİN karşılıyor bizi. Bu arada Can Bey bize muhteşem bir sunum yapıyor ve kendisi İstanbul – Küçükçekmece’de Edebiyat Öğretmeni, şu an vatani görevini ifa ediyor.
Gurbette olanların çok iyi bildiği bir duygu vardır. Memleketinden birini görünce sıkı sıkı sarıp sarmalar, heyecanlanır, coşar. İşte Can Bey de bize bu duyguları yaşatıyor.
Turumuzun başlama saatini beklerken çevreyi inceliyoruz. Ali tecrübeli daha önce de gelmiş. Şimdi sevgilim beni gözlemlemeyi tercih ediyor.
İçeride fotoğraf çekimi yasak olduğu için her bir detayı dikkatle incelemem gerektiğinin da farkındayım.
Girişte galoşlarımızı giyerek, holde bulunan fotoğraflarla turumuz başlıyor. Bense evin girişinde bulunan tanıtım yazı ile dehşete kapılıyorum. Kıbrıs’ta yaşanan vahşet ve toplu mezarlara ait fotoğraflar içimi çok acıtıyor. Duyduklarımı da hatırladığımda acaba turu tamamlayabilecek miyim kaygısını yaşıyorum.
Evet bu ev Paulo Paolides’in sırlarla dolu görünmez kalesi. Paolides, Kıbrıs doğumlu İtalyan asıllı bir Rum. Sanırım hakkındaki tek gerçek bu ve diğer bilgiler efsaneler üzerine kurulu.
Paolides bir avukat hem de Baş Piskoposluk yapan, dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı ve Türk düşmanı Makarios’un da avukatı. Beraberinde dönemin ünlü mafyalarının avukatlığını yaptığı da söylenmekte.
Bir başka rivayet ise aslında araba galericisi olduğu ve ek olarak avukatlık yaptığı yönünde.
Burada Ali beni yaşadığı anekdot ile doğruluyor. İlk Kıbrıs’a geldiği 2002 yılında katıldığı gezide onlara hizmet veren aracın sürücüsü Paolides’in anlatıldığı gibi çok kötü biri olmadığını, çok iyi bir insan olduğunu söylüyor. İlk arabasını aldığında ödemeyi parası olduğunda yapmasına olumlu baktığını anlatıyor.
Kıbrıs’a gelen araçların yüzde seksenini kendisinin getirdiğini de ekliyor.
Bu da dinlediğim bazı yorumlarla örtüşüyor, ama sizlerle her bir rivayeti paylaştığım için bunu da özellikle yazıyorum.
Mesela Paolides Türk dostuymuş. Ailesi ciddi inanılmaz zengin ve hiç avukatlık yapmamış.
Bir başka dostumuz ise bu evde bulunan meşhur Meryem Ana tablosunun aslında buraya ait olmadığını sonradan başka bir kiliseden getirildiğine kadar anlatıyor.
Tabii bu anekdot ve rivayetler araştırmalarımda karşıma çıkan minik kırıntılar ve burasıyla ilgili daha ciddi senaryolar okuyorum.
Size şu ya da bu diyemiyorum, okumanızı tavsiye ediyor ve hangisini kabul ediyorsanız saygı duymayı tercih ediyorum.
Benim Paolides hakkında ne düşündüğümü merak edenlere söyleyeceğim cevap, kafamda milyonlarca arı şarkı söylüyor.
Gerçekte anlatıldığı gibi çok iyi bir insan olması ihtimali yüksek. Hakkında bugün anlatılan olumsuzluklar kurgu olabileceği gibi Paolides’in zamanla değişim göstermiş olması da ihtimal dahilinde, bu satırları yazarken dahi arılar vızıldamaya devam ediyor. Bakalım siz ne düşüneceksiniz.
Paolides hakkında en önemli bilgi Ortadoğu’nun en büyük silah kaçakçısı olduğu ve bunu gizlemek için avukatlık yaptığı.
Mavi Köşk 1957 yılında tamamlanan gizemli bir köşk ve Paolides burayı 1974 yılına kadar kullanıyor.
On yedi yıl yaşadığı köşkü yakın bir mimar arkadaşına yaptırıyor ve evin tüm sırlarını burayı yapan arkadaşı bildiği için onu öldürüyor.
Birçok misafirini ağırladığı araştırmalarımda karşıma çıktığında ise onları buraya nasıl getirdiğini merak ediyorum. Sophia Loren’in de ağırladığı misafirleri arasında olması, Kapalı Maraş’ta bulunan evini gördüğüm için inandırıcı geliyor.
Mavi Köşk’ün en önemli özelliği nereden bakılırsa bakılsın asla görülememesi ki kapının önüne gelene kadar yürüyüş yolunda dahi göremediğimizi tekrar hatırlatmak istiyorum ve köşkten bakıldığı zaman her yerin çok net görüldüğü bir alana inşa edilmiş olması.
Çevre dağların en tepelerinden hatta denizden bile görülemezken buradan bakıldığında her yerin çok net görülüyor olması şaşırtıcı geliyor mu size de?
Silah kaçakçısı Paulo Paolides’in bu köşkü yaptırma amacının deniz yoluyla gelen silahları sorunsuzca dağıtmak ki, köşk limana tamamen hâkim ve burada köşkün gizinden faydalanarak avukatlık paravanını kullanıyor.
Dört dönümlük arazi üzerine kurulan köşk Akdeniz’e tepeden bakan bir yamaçta bulunuyor ve çevresinde makinalı tüfek yuvaları yer alıyor.
Bu yuvalar ise Barış Harekâtı sırasında Beşparmak Dağları’na yapılan hava indirme harekatı sırasında Paolides’in korumalığını yapan Rum Askerlerinin açtığı ateş ile çok sayıda şehit vermemize sebep oluyor.
Bu nedenle köşkün altındaki bölgeye “Kanlı Vadi” adı veriliyor.
Silah kaçakçılığını önceki tarihlerden beri sürdürdüğü ve kaçakçılıktan kazandığı para ile bu köşkü yaptırdığına da inanılıyor.
En acısı ise Paolides, köşkünün içerisinde ultra lüks, konforlu hayatını keyifle sürdürürken, sattığı o silahların Türkleri öldürmek için ateşlenmesi oluyor. Bu yüzden Mavi Köşk ibret müzesi haline dönüştürülüyor.
Mavi Köşk’ün dış cephesi mavi ve beyaz renklerden oluşuyor. İki katlı köşkün on üç odası ve her odasında da o zamanın teknolojisi ile tasarlanmış ve bugün hala çalışır durumda olan klimalar bulunmasına da şaşırıyorum.
Aslında fazla şaşırmamak gerektiğinin farkındayım, özellikle de Kapalı Maraş’ı gördükten sonra.
Maddi gücün varsa, yeniliğe açıksan tüm modernliğe ve teknolojiye sahip olmak çok normal. Paolides de tüm bunlara fazlasıyla sahip görünüyor.
Evin odaları mavi, kırmızı ve sarı renklere boyanmış ve her odanın perdesi kendi renginde.
Yemek odasının masaları da odalarla aynı renkte ve misafirler kaldığı odanın rengindeki masalarda ağırlanıyor. Evin içerisinde ki bu düzenlemenin Paolides’in konukları kolayca tanıması için kurgulandığı düşünülüyor.
Yemek odası taverna düzeninde kurgulanıp dizayn edilmiş. Paolides kendi masasını öyle bir noktaya konumlandırmış ki hem yemeğini yerken tüm misafirlerini görüyor ve odaya hâkim oluyor, hem de dışarıdan gelebilecek saldırı karşısında önce hedefe misafirleri giriyor.
Burada dikkatimizi sarı masa çekiyor. Çünkü; sarı renkli oda çocuk misafirleri için sonradan yapılıyor ve depreme dayanıklı olarak raylı bir sistemle dizayn ediliyor ki, evin sığınağı da oluyor. Odaları gezerken çocukların hayatını öncelediği hissine kapılmıştık. Ama masa düzenine baktığımızda saldırı anında çocukları da gözden çıkardığını görüyoruz.
Giriş katta bulunan süt havuzu ve dinlenme koltuklarının özel yapım olduğu, oturan misafirin belli bir süre sonra rahatlayarak uyumasına sebep olduğu söylenmekte.
Köşkün elyaflı kumaştan dokunmuş perdeleri de özel yapım, içerideki sesi dışarıya vermediği gibi, dışarıdaki sesi de içeriye geçirmiyor. Yalıtımının nasıl yapıldığı bilinmeyen tasarım zamanın şartlarını düşündüğümüzde imkânsız görünüyor ve bugün dahi şaşırtıcı geliyor.
Çalışma odası da muazzam bir şekilde dizayn ediliyor. Masası tam köşeye konumlanmış bu da savunma amaçlı ve özel tasarım masanın en önemli detayı koltuğunda.
Ceylan derisi kullanılan tasarımda uzun çalışma saatlerinde uyku problemi yaşanmaması ve Paolides’in devamlı tetikte kalması için zaten yumuşak olmayan koltuğun bir saat sonra sırt kısmı, iki saat sonra da oturulan kısmı taş gibi sertleşiyor. Bu özelliklerinin haricinde çok şık bir masa olduğunu söylemeliyim.
Çalışma odasında ki kitaplarını incelediğimizde rehberliğimizi yapan Can Bey’den yabancı dil hukuk kitapları olduğu bilgisini alıyoruz.
Bir başka bilgi ise adadan kaçtıktan sonra Türk Silahlı kuvvetlerinden iki eşyasını talep ettiği. Bu oda da bulunan çalışma masası ve dinlenme odasında bulunan dolap barı. Talebi kabul edilmiyor.
Paolides evine geleceğine ya da burada bulunan eşyalarına kavuşacağına o kadar inanıyor ki, evinin bakımı için gerekli olan malzemeleri buradan ayrıldıktan sonra dahi göndermeye devam ediyor. Barın özelliği sürülen bir solüsyon ile içinde bulunulan mevsimin renklerine dönüşmesi. Bar, sonbahar renginde kalıyor çünkü öldürüldüğü 1986 sonbaharından sonra solüsyon gönderilmediği için dönüşemiyor.
Birçok bölümde gördüğümüz burç sembollerini ise misafirleri için hazırlattığını ve kendisinin kova burcu olduğu da yine söylenenler arasında.
Köşkün ikinci katında dinlenme odası bulunuyor ve bu odada ki biblo kadehler ise kadın ve erkek suretinde. Misafirler içkilerini içmek için cinsiyetlerine göre bibloları seçiyor. Yerler ise çok değerli İran halısı ile döşeli ve evde bulunan birkaç orijinal eşyadan bir tanesi.
Bahçede gördüğümüz aslanlı çeşmeden ise devrinde şarap akmaktaymış ve burası da misafirler için özel dizayn edilmiş.
Koridordan gelen ses tüm odalardan duyuluyor, ama odalarda ki ses hiçbir şekilde dışarıdan duyulmuyor.
Ayrıca koridorda, üst kaplaması yüksek ses çıkartması için özel ahşaptan yapılmış bir masa ve üzerinde balerin şeklinde denge heykeli var ki, bunun deprem habercisi olduğu da söyleniyor. Bu heykelin hareketi halinde çıkan ses tüm evden duyuluyor. Dahice bir tasarım olduğunu söylemeliyim.
Evet, evin içerisinde son sistem tüm modern tasarımlar ve ultra lüks konfor bulunuyor, ama yine de Paolides’in bu evde huzurlu yaşamadığını düşünüyorum.
Her birimiz için evimizin birer kale olduğunu düşünürsek; kendimizi en rahat, en güvende, en huzurlu hissettiğimiz yer olmalı.
Paolides’in de çok çok güzel bir odası var, güneşin hem doğuşunu hem de batışını gören şekilde konumlandırılmış pencereleri bulunuyor. Evin tüm kapı kolları aşağı doğru bastırılarak açılırken onun odasının kapı kolu yukarı kaldırılarak açılıyor. Bu da olası bir saldırı anında kaçmak için zaman kazanmasına yorumlanıyor.
Tabii odasında bulunan bir gizli tünel rivayeti var ki, İngiliz mahallesine çıktığı düşünülüyor, ama doğrulanmadığı için nereye çıktığı bugün bilinmiyor. Çünkü Paolides’in 1974 yılında kaçarken patlayıcılarla geçidi yok ettiğine inanılıyor. Fakat ziyaretimizde odasındaki tünel girişini görüyoruz.
Sürekli tetikte yıllarca yaşadığı bu evin kendisine nasıl kale olduğunu ister istemez sorguluyorum.
Odasında iki bornoz ve iki terliği bulunuyor. Ebatlarına baktığımda ise minyon bir adam figürü canlanıyor gözümde.
Pembe renk olması dikkatimi çekiyor ve hakkında öyle rivayetler var ki; pedofili, biseksüel, çok eşlilik gibi çılgın söylentiler dönüyor. Mesela odasının penceresinden bahçede ki havuza elma atıyor ve elmayı kapanın yukarıya odasına geldiği yönünde de rivayet çıkıyor karşıma.
Duvarlarında kendi kara kalem çalışmaları olduğu gibi değerli çok fazla eser de bulunuyor. Paha biçilemez tablolarının bir kısmını kendisi alırken bir kısmı da hediye ediliyor. Sanat sever bir kişiliği de var.
Bu eserlerin en değerlisi ise 1971 yılında Fransız ressamın kendisine hediye ettiği Meryem Ana tablosu oluyor. Hediyenin amacı belli değil, ama başında bulunan hare som altın ve elinde bulunan tas ve gerdanlıkta ise altın suyu kullanılmış. Günümüz ressamlarını düşündüğüm de bu rivayeti ister istemez sorguluyorum. Paolides tabloyu toplantı odasının duvarında kullanıyor. Burada kendisine ait küçük bir masa ve dört kişilik misafir masası bulunuyor. Gözüm her an üzerinizde mesajını bu tablo ile veriyor. Can bey odanın hangi bölümünde olursanız olun duvarı boydan boya kaplayan tabloda Meryem Ana ile göz göze geleceğimizi söylediğinde test ediyorum. Gerçek bir sanatsal çalışma olduğunu söylemeliyim. Adım adım yana kayarak test etmesem belki de mümkün gelmeyecek bu söylenen. Kesinlikle çok çok başarılı bir eser.
Turumuz bahçede ki büyük havuzda bitiyor. Burada para atılan melek heykelinin de bulunduğu başka küçük bir havuz daha var. Sosyal medyada bir yorumcu burada görev yaptığı sürede bu senaryoyu kendisinin yazdığını paylaşmış.
Her zaman dilekler önemlidir ve GeziYorum’un ilk kitabında bulunan “Ayın Biri Kilisesi” yazım Google’da ilk sayfaya geldiğinde mutlulukla beraber çok da şaşırtmıştı beni. Sorguladığımda yıllar sonra hala aynı düşünce de olduğumu fark ediyorum.
İnsanların dilekleri çok fazla. Onları bu dileklerine ulaştıran her yol araştırılıyor, deneniyor ve aşılıyor. Burada yorum yapan arkadaş kurgu yapmış olabilir, ama o arkadaşın bulunduğu konumdan kaynaklı gücünden daha güçlü olan bir güç var ve o Rab! Bu gücü düşündüğümde diğer her şey o dileğe ulaşmamız için araç olduğu gerçeğini çıkıyor ortaya ve önemli olan kalplerimiz diyorum.
Yürekten, tüm samimiyetimizle istediğimizde kalbimizdekiler zaten bize geliyor. Ben bunu hayatımdan öğrendim.
Ve havuzdan uzaklaşıp uçuruma doğru ilerlerken bir alan görüyoruz. O esnada hafif yağmur geçiyor üzerimizden.
Can bey eşsiz manzara da fotoğrafımızı çekiyor ne de olsa serbest bölgeye geçmiştik ve biz burada doğanın bir mucizesine şahitlik ediyoruz; gökkuşağı. Şehirlerin karmaşasında uzun yıllardır göremediğimiz için heyecanlanıyoruz.
Bizi bize bırakan Can Bey’in ayrılması sonrası iki aşık gökkuşağını izliyoruz bir süre hülyalı bakışlarla. Etkilenmememiz mümkün değil. Gökkuşağının renklerinin dönüşü ve yarım kubbe hali sebebiyle biraz daha otursak belki de üstümüzden geçecek. Bu sayede tüm dileklerin gerçek olacağı rivayetini hatırlayarak gülüyoruz ve bahçede gördüğümüz yuvarlak alana geri dönüyoruz.
Daire şeklindeki taş platformun olduğu bu alan Paolides’in duruşmalarına hazırlandığı yer olarak biliniyor. Sesinin tonunun kontrolünü burada yüzünü evine doğru dönerek yapıyormuş. İşte burada duruşmalarında kullanacağı ses tonunu ayarladığı da rivayetler arasında.
Biz de ses denemesi yapıyoruz. Ses geri geliyor, yankı gibi.
Yıllar önce okuduğum sözü hatırlıyorum. “Yankı hayatın bizzat kendisidir, bizim ona verdiklerimizi bize geri verir.”
Paolides’in buradan ayrıldıktan sonra 1986 yılında mafya toplantısında zehirlenerek öldürülmesini düşünüyorum.
Hayatta ona, kendisinin verdiklerini vermiş miydi?