Hayatlarımız, şimdiki çağın hızına dayalı yeni kurallara göre ilerliyor. Hızına ayak uydurabilmek için var gücümüzle çabaladığımız bu çağda koşturup duruyoruz. Üstelik en zorlu koşullarda bile vazgeçmeksizin koşmak zorundaymışız gibi soluksuzcasına…
Yaşamdan beklentilerimizi, başkalarının bizden beklentilerini gerçekleştirmek isterken, varlığımızın üstünü örtüp sesini duymazdan geliyoruz. Bastırıp yok saydığımız arzularımızı düşünmemek için de kendimizi işimize, ailemize, çocuklarımıza adayıp sadece kafamızın içinde yaşıyoruz. Bedeni olan ruhlar değil, kalbinin ışığını ve sıcaklığını yaymayı bırakmış bedenleriz sanki.
Sorumluluklarımızın yükü nedeniyle ruhumuzun yaşayamadığımız, hissedemediğimiz kayıp her parçası yüzünden ortaya çıkan kendine yabancılaşmanın tutsağıyız. Bizden beklenenlere çaresizce yanıt vermeye çakışırken bu hayatı seçmiş olduğumuza bile ikna oluyoruz. Bunun bir seçim olduğunu kabul edince de seçimlerimizi değiştirebileceğimizi aklımıza getirmiyoruz. Bu seçimler bizi kırılgan, öfkeli, hayal kırıklığına uğramış yapsa bile. Kendi seçimlerimizle kendi varlığımızı sabote ediyoruz.
Şimdi duralım ve düşünelim. Hayatı ruhumuzu bloke eden duygu ve düşüncelerle yaşamamıza, arzularımızı görmezden gelmemize değiyor mu? Herkes kendi hikâyesinin yazarıysa ne yaratmak istiyoruz?
Hayatta kalmak için benimsediğimiz düşünceler, inançlar ya da dünya görüşü bize kim olmak ve nasıl yaşamak istediğimizi unutturabilir. Benim gibiyseniz siz de gençliğinizden bu yana çeşitli otoritelerin seslerini içselleştirmişsinizdir. Bunların çoğu aslında bize ait değildir, ödünç almışızdır. Onları kolaylıkla tanıyabiliriz çünkü sonlarında “-meli, -malı” ekleri bulunur. Dile getirdiğimizde başkalarının sesi yankılanır kendi sesimizin arasında.
Kendimizi geç kalmış hissetmeden varlığımızın tüm mutlulukların ve güzelliklerin asıl kaynağı olduğunu anlasaydık onu yok etmek ister miydik?
Ertesi güne çıkmayabileceğimizi düşündüğümüzde gideceğimiz yerde kendimizi adadığımız şeylerin hiçbirinin olmadığı bilincine varabiliriz. Böyle bir farkına varış, ilerleyen yaşlarımızda içimizden geldiği gibi yaşayamamanın hissettireceği pişmanlığı engelleyeceği gibi kendimiz olmayı seçmemizi kolaylaştırır. Böylece nefes aldığımız her an, kendi doğamızın özüne ulaşıp bunu açığa çıkarmanın mutluluk ve hazzını yaşayabiliriz.
Buna ulaştığımızda hayatımız gerçekten bizim olur.