Cumhuriyet’in 100’üncü yılı için herkes (etkili ve yetkililer kuşkusuz) övünecek bir şeyler bulup çıkarırken, yüzyılı değilse de son dönemi yaşadıklarıyla birlikte anlatan Nurettin Aldemir, siyasetçilerin yaşamla doğrudan uyuşmayan demeçlerinin yanlışlığını ve haksızlığını vuruyor yüzlerine…
Tüm zamanlarda emek, demokrasi, örgütlenme, insan-çevre-hayvan hakları alanında aktif olduğunu belirten Nurettin Aldemir, emekli Türkçe/Edebiyat öğretmeni. Kendisinin de belirttiği gibi sadece öğretmenlikle yetinmeyip aktif emek mücadelesinin içinde bulunmuş, görev ve sorumluluklar almış.
Türkiye, lafa gelince laik, demokratik, sosyal bir devlet ama pratikte yasasız, liyakatsiz, kaotik bir ülke. Aldemir, sadece eğitim emekçilerinin değil, “memur” olarak tanımlanan tüm emekçilerin yasasızlığa karşı amansız mücadelesini anlatıyor. Sözün kısası, “hak verilmez alınır.”
1961 Anayasası, “lüks” dendiği için her geçen gün biraz daha tırpanlanmış, demokratik hak ve özgürlükler kısıtlanmış, sansür ve yasaklarla dolu bir yaşam sürmek zorunda bırakılmış emeğiyle geçinenlerin, Türkiye’nin “karanlık dönemi” olarak adlandırılan 1980-2002 yılları arasındaki mücadelesini okuyunca, (meğerki insanlık unutkanlık halidir). Nasıl zorlu bir dönemden geçtiğimizi, ama ne yazık ki, hâlâ ders çıkar(a)madığımızı görüyoruz.
Bağlı bulunduğumuz uluslararası yasalar zorunlu tutsa da, bizde örgütlenme hâlâ suç ve örgütlenenler hâlâ suçlu. Bu, sadece kamu emekçileri için değil işçiler için de, hatta sarı sendikalar için bile geçerli. Emekçiler, sosyal siyasal ekonomik kültürel ve ekolojik haklar için mücadele ederken siyasal iktidarlar kürsüden başka söylüyor, hayata başka yansıtıyor.
Geçenlerde bir toplantıda, Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Eğit-Sen’in hangisinin ne zaman kurulduğu, hangisinin birleştiği ve/veya ayrıştığı konusunda hemfikir olamadı o örgütlenmeler içindekiler. Nurettin Aldemir’in “Kamu Emekçileri Mücadelesinde Yasasız Dönem” kitabı o unutulmaların önüne geçmek için birebir. Kitaplar bir yanıyla hafızalarımızı canlandırırken bir yanıyla da yanlışlarımızı düzeltiyor.
Bülent Eczacıbaşı’nın “Biraz Daha Düşününce” (YKY) kitabının arkasından Nurettin Aldemir’in kitabını okuyunca insan, düşünmenin, daha doğrusu bir arada olup da ortak akılla çözüm yolu bulmanın ne denli önemli olduğunu anlıyor. Eczacıbaşı, kurumsallaşmanın gerekliliğini vurgularken Aldemir, kurumsallaşmaya çalışan emekçilerin mücadelesini seriyor önümüze.
Yenile yenile yenmeyi öğrenmek…
“İlköğretim anadilinde olmalıdır” dendiği için Demokratik Eğitim Kurultayı’nda Bakanlık müfettişleri, bir anlamda tongaya bastırmak amaçlı sorgulamış Eğitim-Sen ve KESK GYK üyesi Aldemir’i. Devlet, anadil konusunu bölünme ve/veya devletin varlığını yok etme olarak ele aldığı için bu en demokratik, en insani hakkı bile sorguluyor.
Spartaküs’ten bu yana özgürlük ve haklar mücadelesi veriliyor, daha da verileceğinden başka. Hiçbir mücadeleci yılmamış, bıkmamış, ucunda ölüm olsa bile geleceği kapsayan mücadelesini sürdürmüş. Devlet(ler) ise ne kadar itiraz ederse etsin, ne kadar engellerse engellesin, ne kadar baskıcı davranırsa davransın, ne kadar yasaklarsa yasaklasın bu mücadeleyi durduramamış. Hak ve özgürlükler için mücadele edenler yavaş da olsa az da olsa alan kazanarak yaşamın her anına yayılmış. Tarihin tekerleğini geri döndürmek mümkün değil ki!
Kamu Emekçileri Mücadelesinde Yasasız Dönem (1988-2001)
Nurettin Aldemir
Tarih, Anı, Belge
Dorlion Yayınları, Ekim 2024, 342 s.







