Ümit Özdemir
“Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu”
Bertolt Brecht
Wolfgang Borchert’in bu oyunu, oyunun tabelasında yazıldığı biçimiyle “hiçbir tiyatronun oynamak, hiçbir seyircinin izlemek istemediği” bir oyun… Çavuş Beckmann 2. Dünya savaşı sonrasında Almanya’ya geri döner. Beckmann’ın döndüğü ülke milliyetçi propagandalar ve savaş naraları ile cepheye sürüldüğü ülkeyle aynı değildir. Beckmann savaşı, zaferi müjdeleyen her kapitalist devletin yaptığı biçimiyle üniforma giydirilmiş başka ülkelerin yoksullarını öldürmek için cepheye sürülürken, döndüğünde bulduğu ülke hatıralarında ve gençliğindeki ülkeye hiç benzemez..
Beckmann’ın bir grup burjuvanın akşam yemeğine konuk olduğu oyun sahnesinde sorduğu, ancak cevap alamadığı soruları savaş sonrası yaşadığı aydınlanmanın bir parçasıdır aslında.. Burjuvalar kendi bencillikleri içinde Beckmann’ın sorduğu sorulara yanıt vermeye tenezzül etmezlerken, savaşın zengin kıldığı sınıf olarak gazileri, sakatları cephe gerisinde mahvolmuş bir ülkeyi umursamazlar. Yedikleri bol ve leziz yemekler ve içtikleri güzel içkiler savaşta hangi sınıfların zenginleştiğinin, bunun karşısında bir ekmeğe muhtaç kalmış milyonların sınıfsal tezatının özeti gibidir.
(Alman “yıkım edebiyatının” en tanınmış yazarlarından Wolfgang Borchert)
Evine dönen Beckmann iş ararken küçük burjuva tiyatro işletmecisinin, tiyatro oyununa dahil olmak istese de provada oynadığı oyun, “eğlendirici” bulunmaz. Sınıfsal çelişkileri, açlığı işsizliği, yoksulluğun can yakan tasvirleri yerine eğlendirici, sersemletici, düşünsellik yerine kaba güldürüyü konu edinen kabare oyunlarının daha çok izlendiğini öne süren tiyatro sahibi, küçük burjuva sanat anlayışının oyundaki temsilcisidir. Beckmann bütün ısrarlara rağmen iş bulamaz. Savaşın yıkımı sadece ölüler, yaralılar, gaziler ve sakatlar değil; bunların tümünün fevkinde bütün toplumsal değer yargılarının tarumar edildiği savaş sonrası Almanya’sının vicdansız bir iklimidir.
Kapıların dışında kalan çavuş Beckmann aldığı emirler yüzünden ölümüne sebep olduğu askerlerinin hatırlarının, ağır vicdani baskısıyla geçmiş, şimdi ve gelecek arasında salınıp duran hafızasıyla bir başınadır artık… Bu bir başınalık, Beckmann’ın içsel çatışmalarını körüklerken, intihar etmeyi bile başaramayan bir savaş gazisi olarak kocasını savaşta yitirmiş bir kadınla duygusal yakınlaşma yaşar. Ancak gerek savaş travmalarının etkisi hem de savaş sonrası Almanya’sında tutunma çabaları Beckmann’ın duygusal bağ kurmasına engel olan bir durumdur. Evine geri dönen Beckmann Nazi hayranı anne ve babasının savaş sırasında intihar ettiklerini öğrenir…
Borchert, Kapıların Dışında oyununda savaş karşıtı mesajını sıradan bir askerin öyküsüyle anlatırken, onu kapıların dışında bir güvencesizliğe mahkum eden toplumsal-siyasal-kültürel formasyona nesnel bir bakış sunuyor. Bu bakış, namuslu her aydının ülkesine ve dünyaya karşı sorumluluğundan beslenen ve eleştirel sevgiden kaynağını bulan sol-politik tiyatronun az bilinen bir örneği üzerinde kafa yormayı zorunlu kılan bir şey. Ucuz zafer vaatleriyle, milliyetçi hamasetle cephelere sürülen her insanın başına gelebilecekleri anlatan yapısıyla Kapıların Dışında, evrensel mesajını her an bir yenisinin yaşanması muhtemel savaşların birey ve toplum üzerindeki mümkün ve muhtemel yıkımını gözler önüne seriyor.. Kapitalist toplumda bireyi kuşatan olumlu olumsuz bütün değerlerin aslında onu sömüren, sömürünün açtığı yabancılaşmanın bir ürünü olduğunu gösteren Borchert, eve dönen bir savaş gazisinin trajedisini samimiyetle tartışmaya açıyor. Bu trajedi sanıldığının aksine Çavuş Beckmann’a özgü değil üstelik.. Kapıların Dışında, kapitalist çağda savaş cephelerinde ölen, sakat kalan bütün bunları atlatabilecek kadar şanslıysa bile savaş sonrası travmaların içinde debelenen; eve döndüğündeyse işsizliğe mahkum edilenlerin ortak anlatısı…
Bireysel bir yıkım zannettiğimiz ve belki de bu yüzden yeterince önemsenmeyen şeyin aslında toplumsal kökenleri olduğunu büyük bir açık yüreklilikle ortaya koyan Kapıların Dışında eseriyle Wolfgang Borchert Alman gerçekçi-politik tiyatrosunun yüz akı işlerinden birine imzasını atmış. Kapıların Dışında, zihinlere işlenen “Gerçek bir fahişeye benzer, geceleri onu herkes bilir, ama gündüzleri kimse onunla yüzleşmek istemez” repliğiyle gerçek ve yalan arasında salınan burjuva toplumun iki yüzlülüğünün tasvirini yapıyor..
Borchert’in oyunu, bu günlerde İstanbul Devlet Tiyatrolarının repertuarında. Oyun, rejisör Volkan Sarıöz’ün yönetimi ve başrol oyuncusu Can Yılmaz’ın öne çıkan performansıyla sahneleniyor. Koreografisiyle, reji ve oyunculuğuyla akılda kalan ve seyredilmeyi hak eden Kapıların Dışında, politik gerçekçi tiyatro oyunları içinde yer alıyor..
Tiyatro mu ? İnsanı, toplumu ve onu kuşatan ilişkiler ağını aktaran bir sanat olarak toplumsal çelişkileri anlattığı sürece evrensel bir mesajı içinde barındırıyor. Gerçekçi yapıtı -tıpkı Tolstoy, Balzac, Dickens ve Orhan Kemal eserlerinde olduğu gibi- zaman içinde değerli kılan şeylerin hemen tamamı yapıtta fazlasıyla mevcut. Borchert, yapıtında ortaya koyduğu Brechtyen yaklaşımı ve dışavurumcu estetiğiyle hem ustaya bir selam gönderiyor, hem de kaleme aldığı eserle savaşın birey ve toplum üzerindeki etkilerini tartışmaya açarken, savaş karşıtlığının ne kadar önemli bir tutum olduğunu bir kez daha vurguluyor…