Naim Kandemir
Cengiz Türüdü ile tanışmamız 1978 Eylülünde Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne başladığımızda oldu. Zaman içinde arkadaşlığımız ilerledi. ’80 Darbesiyle birçok arkadaşlıkların özgül ağırlığı azalıp kopuşlar yaşansa da bizim arkadaşlığımız derinleşerek bugünlere geldi.
Cengiz, 12 Eylül askeri faşizminden payına düşeni fazlasıyla aldı ve o günden beridir de Konseyli faşizmin kendisinden aldıklarını geri almak için azimle mücadele ediyor. Bu mücadelesinde başarılı olduğunu-emsal vakalara göre- 41 yıllık süreci izleyen biri olarak rahatlıkla söylerim.
Uzun zamandır ikimiz de ayrı şehirlerde yaşıyoruz. Yılda bir veya birkaç kez yüz yüze görüşsek de esas olarak telefonla yan yana gibiyiz.
31 Ocak 2016’da ben Ankara’da, o İstanbul’da yaptığımız telefon sohbetini, ben daha sonra aklımda kaldığı kadarıyla yazıya döküp kendisine okudum ve şaşırdı Cengiz. Çünkü, kendiliğimden böyle bir şey yapmıştım, metni telefonda okuyunca haberdar oldu. Başlangıçta kısa kısa konuşmalarımızı deşifre edip, metne dönüştürüp sosyal medyadaki çevremizde yayınlayınca ilgi oluştu ve bizim telefon diyaloglarımız böylece başlamış oldu. Daha sonraları, diyaloglarımızın kapsamı genişleyip bugüne dek dört kitap olarak yayınlandı.
Bu diyaloglar olduğu gibi diyaloglardı. Telefonda sohbet ederken bir konu üzerinde yoğunlaşınca, haliyle sohbetin odağı o konu oluyordu ve hazırlıksız, çanak sorusuz çeşitli konularda esas olarak Cengiz’in konuşması, fikirlerini açıklaması gerçekleşiyordu.Bunlar işin tekniği ve okurlara yansıyan kısmıydı. Bu süreçte işin arka planında, mutfağında, kulisinde yaşadığımız ilginçlikler, gariplikler de yaşanmıyor değildi.
***
2013 yılında Karaburun Bilim Kongresi’ne katılmıştım. Gittim, çünkü Kongrenin örgütleyicilerinden ikisi çocukluktan beri arkadaşım olan BAK’çılar. Hem tartışmaları izleyip, hem de onlara özlemimi gidererek bir taşla çok kuş vurmaktı amacım! Bu Kongre katılımımda ekstra bir kuş daha oldu! ’80 Darbesi öncesi Cebeci’nin farklı takımlarında oynasak da Mamak’tan tanışmışlığımız olan bir arkadaşla 33 yıl sonra tekrar arkadaş olduk.
Sonrasında bu arkadaşımın yayınevinden benim iki anlatı kitabım yayınlandı. Yıl 2017’de Cengiz’le yaptığımız diyaloglar bir kitap oylumuna ulaşınca, öncekiler gibi dosyayı hazırlayıp maille İnziva Diyalogları’nı yayıncı arkadaşa yayınlaması için gönderdim.
Bir ay geçti ses çıkmadı. Huzursuzlandım, zira önceki iki kitabımı ikiletmeden basmıştı arkadaş. Bastı ve sattı da kitaplar… Bana göre, İnziva Diyalogları daha çok satacak, ama gel bunu yayıncı arkadaşa anlat!
Üç ay geçince benim sabrımın istiap haddi doldu ve arayıp yayıncıya sordum:
–Bizim kitap n’oldu?
-Editör inceliyor…
Ya sabır, çekerek oldu mu altı ay, açtım telefonu tekrar yayıncıya:
–Bu editörün gözleri mi bozuk? Hâlâ okuyamadı mı?
-Okudu okudu da; dosya için çok karamsar, geçmişi çok sert eleştiriyorlar, diyor…
– Kim arkadaş bu editör? Ver telefonunu ben görüşeyim! Bu adam okuduğunu anlamıyor mu? Ülkede neler yaşandı, sosyalist hareketi eleştirmek tabu mu?
-Ya yok, tanımazsın sen, ben halledecem…
Sinir katsayısı ve volümü yüksek bu konuşmadan sonra kitap basıldı ve peş peşe dört baskı yaptı.
Üçüncü kitabımız Umut Diyalogları çıkınca başka bir editörden öğrendim ki; İnziva Diyalogları kitabımızı okuyan-inceleyen editör bizim yayıncı eski arkadaşmış!
Bu meyanda edindiğim bir bilgiyle de gecikmenin asıl sebebini de öğrenmiş oldum:
İnziva Diyalogları dört baskı yapınca, yayınevindeki gençler bizim yayıncı arkadaşa takılıp dururlarmış:
-Abi, bu kez baltayı taşa vurdun! Satmaz, dediğin kitap iyi sattı be abi! Bir nevi de yayınevinin prestij kitaplarından oldu.
Bizim yayıncı arkadaş bu takılmaları ya duymazdan gelmiştir, ya da ignor yapmıştır!
***
Birinci diyalog kitabımızdan sonra Ankara’da bir gün belediye otobüsüne bindim ve ayakta sağa sola tutunarak arkaya doğru ilerliyorum. Biri kolumdan tutup pat diye yanına oturttu beni. Baktım, bizim Siyasal’ın eskilerinden bir arkadaş. Hal hatırdan sonra arkadaş:
-Kitabı okudum, sen sorularınla Cengiz’e istediğini söyletmişsin!
Kapital’e el basarak bu inançtaki arkadaşı ikna edecek halim yok, sadece gülümsedim ve o arkadaşın kitapta hangi diyalogları kastettiğini tahmin etmem zor değildi. Bizim kesimin bazılarında hâlâ etnisite sosyalizm düşüncesinin önünde geliyor…
***
Cengiz’in İstanbul’daki arkadaşlarından birinin mahalli yazar denebilecek bir arkadaşı var, o da okumuş kitabı ve vermiş hükmünü:
-Bu kitapta diplomasi bölümü eksik!
Ben de Cengiz’e:
-Boşver Cengiz, yazar bey bir de monşer! olsaydı duman olmuştuk!
***
Yine Cengiz’in arkadaşlarından biri buyurmuş:
-Cengiz, sadece konuşmuş…
Cengiz sordu bana:
-Sussam daha mı iyiydi? Adı üstünde: diyalog. Nasıl yapacağız diyaloğu?
***
İstanbul’da söyleşi ve imzadan sonra eskilerden biri karşımda otururken masada sordu:
-Siz şefleri niye bu kadar eleştiriyorsunuz, eskiden bir sorun mu yaşandı aranızda?
-“Şef” olmaları yeterli değil mi?
Bu soruyu soran arkadaş bilmiyordu ki benim en tepedeki “şeflerin” hiçbirisiyle şahsen tanışıklığım dahi yoktu.
***
Kitap çıkınca eski bir arkadaşımız yurt dışından telefon açtı ve kitap bağlamında sohbet ettik. Ben, kitap ve diyalogların sürecini anlatırken arkadaş araya girdi sabırsızca:
-Beni yeme Naim! Cengiz, o cümleleri nasıl kursun? Sen oturup kafana göre yazıyorsun işte!
Hoppala! İnsan yurdundan uzak olur da arkadaşının durumundan bu kadar mı bihaber olur? Belli ki bu arkadaşımız 1982’nin Haziranında kalmış ve lütfedip 41 yılda bir kez Cengiz’e telefon açıp iki cümle konuşmamış. Call Center elemanlarıyla daha fazla konuşmuştur ya neyse…
***
Yine İstanbul’da bir kültür merkezinde Cengiz’le birlikte bir diyalog kitabımızın söyleşi ve imzasındayız. Konuşmalarımızdan sonra soru-cevap bölümünde ikimizin de tanımadığı bir arkadaş söz aldı:
-Kitapta Kızılay Güvenpark eylemini yapanları eleştiriyorsunuz da örgütü niye eleştiriyorsunuz?
Bu soru üzerine kısa bir an Cengiz’le göz göze geldik. Bakışlarımızın birbirine söylediği: Biz nereye geldik!
Öyle ya 13 Mart 2016 tarihinde Kızılay Güvenpark’ta 35 canın bomba patlatılarak katledilmesini uzaylılar yapmıştı!
İnziva Diyalogları kitabımızda yer alan Kızılay Katliamı diyaloğumuzu olayın aynı gününde yapmıştık ve katliam üstlenilmeden, eylemin yapılış şekline bakarak üstlenecek(üstlendirilecek) örgütü de yazmıştık ve yine de emin olmak için bu diyaloğumuzu iki gün bekleterek 15 Mart günü sosyal medyada yayınlamıştık. Bu eylem bir-iki kişinin münferit, başıbozuk bir eylemi değildi ve arkası da gelmişti. Aralık 2016’da İstanbul’daki bombalamada Sinoplu tıp öğrencisi Berkay Akbaş da yine uzaylıların patlattığı bombayla 21 yaşında hayattan koparılmıştı!
***
Yine bir gün Cengiz’i aradım ve telefonda tam konuşmaya başlamıştık ki birden Cengiz’in küçük kardeşi Recai çekip aldı telefonu Cengiz’in elinden:
-Naim Abi, hep Cengiz Abimle konuşup, diyalog yapıyorsunuz, bu sefer de benimle diyalog yapacaksın! Hangi konuda istersen ben hazırım! Faşizmse faşizm, ulusal sorunsa ulusal sorun, siyasal İslamsa siyasal İslam! Bunca yılı, bunca mücadeleyi boşuna mı verdik?
Recai, 1980 yılında faşistlerin kafasına sapladığı bir kurşunla 42 yıl yaşamak zorunda kaldı ve bunun sebep olduğu rahatsızlıklar sonucu 4 Ocak 2022 tarihinde aramızdan ayrıldı.
***
Cengiz’le bunlar gibi birçok durumla karşılaştık yayınlanmış dört kitabımızla ilgili. Bir yanıyla da bu tür anektodlar da o kitapların aslında doğru yolda olduğunu gösterdi bize. Bam teline basılanlar olmadı mı? Oldu! O da onların sorunu…
Bazı sözler, yaşandıkça tam anlamına kavuşur:
-Kimse kendi köyünde peygamber olamaz.
Zaten, peygamber olmak isteyen yok ve sorun köyde de değil…
28.08.2023