Kapalı Maraş’ın üzerimdeki etkisinden nasıl çıkacağımı bilemiyorum. Özellikle de içerisine girip, sokaklarında gezip, binalarına bakıp, havasını içime doldurduktan sonra.
Bir zamanlar Akdeniz’in Las Vegas’ı olarak anılan ve eski adı Varosha olan Kapalı Maraş, Kıbrıs’ı ikiye ayıran Yeşil Hat olarak adlandırılan tampon bölgede.
Adı gibi kapalı; oysa bir dönem otel ve kumarhaneleri ile öyle nam salıyor ki, dünyanın en gözde tatil merkezi olarak birçok ünlü, milyoner ve kraliyet ailesi tarafından rağbet görüyor. Gecesi ve gündüzü ile yaşam çok hareketli geçiyor.
Plajlarında bulunan kumların ince olduğu ve bunların Mısır’daki çöllerden getirilerek içine altın tozu serpildiği söyleniyor.
Dünyanın ilk yedi yıldızlı oteli kabul edilen Golden Sands Hotel’i ise İngiliz Kraliyet ailesi buraya yaptırıyor. İçerisinde raylı sistem bulunmasına ve basamaklarının altın kaplama olmasına başta şaşırıyorum. Sonra da Kraliyet ailesine yakışır diyorum.
Konfor, şaşa ve lüks ile donatılan oteller öyle bir talep görüyor ki, yirmi yıl sonrasına yapılan rezervasyon kayıtları bunu doğruluyor.
Daha o yıllarda otellerde yatak sayısı on binin üzerinde; bugün ise KKTC’de bulunan otellerde bu kapasiteyi bulmanın zor olduğu yine araştırmalarımda karşıma çıkıyor.
Ve sevgili okur, modern mimari ile inşa edilmiş binaları görmelisiniz. Kırk sekiz yıldır hiç dokunulmadığı için camlar, kapılar, sıvalar dökülmüş halde. Bakımsızlıktan çöküşe geçmiş ve yıkılma tehlikesi taşıyor. Onun için bina girişleri kapalı. Yine de çok modern ve şık duruşuna hayret ediyorum. Bugün ülkemizde göremediğim yapıların yıllar önce yapılmasının şaşkınlığı üzerime oturuyor.
Neredeyse yirmi dört saatini canlı ve hareketli geçiren şehir, bir gecede yalnızlığa terkedilmesi ile bugünkü ıssız halini alıyor. İşte ‘Hayalet Şehir’ tanımı tam olarak bu diyorum, ürperiyorum.
İlk gördüğümde savaşın içindeyim ya da yeni bitmiş gibi hissediyorum. Oysa hala savaş devam ediyor ve şu an sadece ateşkes var.
Burada yapılan ateşkes ile 1974 yılında hayat duruyor ve aradan geçen kırk sekiz yılda bu ateşkes halen devam ediyor. Dünyanın ilk en uzun süren ateşkesi oluyor.
Keşke şehir dile gelse de ihtişamlı dönemlerini ya da terkedilmiş yıllarını anlatsa dediğim bir merak uyanıyor içimde. “Kapalı Maraş”ı çok duydum ama içerisi büyük sürpriz yaşatıyor. Onun için gözümü dahi kırpmadan inceliyorum. Çünkü hala geçmişin izlerini taşıyor ve trajik çok fazla hikâye var. Muhakkak her binanın acı ya da tatlı ayrı bir hikayesi olmalı.
O gün son bulan 13 Ağustos 1974 gecesi İkinci Kıbrıs Harekâtı sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirilen Kapalı Maraş askeri yasak bölge ilan ediliyor ve Kıbrıslı Rumlardan oluşan nüfusu burayı bir gecede boşaltıyor.
Ama ne boşaltma! Muhtemelen ortalık sakinleşince geri geleceklerini düşünüyorlardı.
Sayfaları açık bırakılan okunmakta olan kitaplar, mutfaklarında yemek dolu tabaklar, masalarda içecekleri dolu bardaklar, kontak anahtarı üzerinde bırakılan arabalar, çalışır durumdaki iş makinaları, açık bırakılan ocaklar, ünlü markaların Showroomlarında müstakbel sahiplerini bekleyen lüks otomobiller, tadilat yapmakta olan vatandaşın hazırladığı beton harcı ve neler neler…
Kısa bir an durun ve hiçbir şey almadan evinizi terk etmeniz gerektiğini düşünün. Nasıl hissettiniz?
Yarım kalmış bir hayat diyor musunuz sizde?
Yaşam ne kadar garip!
Bir düzen içerisinde günlük rutinimize devam ederken hayat bizi oradan alıp farklı bir sahnede, farklı seyirci karşısına koyuyor ve buradan devam et, diyor.
Keşke hiç savaş olmasa ve barış ile sevgi içerisinde yaşasak, nasıl keyifli bir hayat yaşardık, hiç düşündünüz mü? Bazılarınıza bu düşüncem ütopya gelebilir, ne yapalım bende böyleyim işte ve ütopyaları seviyorum. Özellikle de Thomas More’un Ütopya’sı favorim ve okumayanlara muhakkak tavsiye ediyorum. Aradan yıllar geçmesine rağmen bende hala liste başı.
Her birimiz doğduk ve bir gün öleceğiz. Öldüğümüzde ise yaşanmışlıklarımız en büyük hediye. Peki neyin hırsı ile bu mucize hayatı gergin, yorgun, yıpratarak ve zorlaştırarak yaşıyoruz. Bunu hala anlayabilmiş değilim, yaşarken hayat bizim elimizde. Güzel düşünmek, güzel bakmak ve güzel görmek yeterli olmalı.
O gece buradaki hayatlarından ayrılanları düşünüyorum, buruluyorum, keşke savaşmadan barış içinde yaşamayı başarabilsek.
Kapalı Maraş’ta daha o yıllarda bizim hayatımıza bugün giren ünlü markaların mağaza ve showroomlarını gördüğümde çok şaşırdığımı söylemeliyim. Bizim yakın tarihte tanıştığımız markaların kırk sekiz yıl öncesinde burada popüler olmasına siz de şaşırıyor musunuz?
Annan Planı’na göre Kapalı Maraş Kıbrıs Rumlarına bırakılacaktı. Kıbrıs Türk’leri yapılan referandumda bunu kabul ediyor; ancak Kıbrıs Rumları kabul etmediği için hala bizim kontrolümüzde.
Tam kırk sekiz yıl sonra buraya, ordu evinde konaklamak için geliyorum ve burayı görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Yakın dönemde belirli bir bölümü ziyarete açılıyor. İşaretlerle belirlenen alan bugün polis eşliğinde yaya olarak ya da bisikletle ziyaret edilebiliyor.
Oysa yıllardır birçok kişi tarafından içerisi merak uyandırıyordu. Çünkü içeride sadece Birleşmiş Milletlere ait bir bina, ordu evi ve bir de kız öğrenci yurdu binaları dışında kalan binalarda yaşam yok ve giriş tamamen yasaktı.
Hatta giriş aşamasında ilk Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri bizi karşılıyor. Konuşmaları Türkçe, ama aksandan dolayı değişik geliyor. Kimlik kontrolü yapan asker, “Dezcan Ailesi”, diye nizamiyeye sesleniyor ve kapı açılıyor.
Orduevine giden işaret levhalarını takip ederek ilerliyoruz ve Birleşmiş Milletler (UN) kontrol noktasından geçiyoruz. Burada araçla yolumuza düz devam ettiğimiz için bizi durduran yok. Yavaş gitmek, araçtan inmek, görüntü almak ise yasak.
Halk arasında UN’cular olarak anılan Birleşmiş Milletler Görev Gücü kural ihlali yapıldığında devreye giriyormuş.
Son olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nizamiyesinde kimlik ve araç kontrolümüzü yapıyorlar.
Denize sıfır orduevine ait birkaç bina var; denizin renkleri muhteşem görünüyor. Dalgalar beyaz köpüklerini kıyıya getiriyor ama lacivertten başlayarak, daha önce hiç görmediğim güzellikte mavinin her tonunu görüyorum bakışlarım kıyıdan açıldığında. Mavi favori rengimiz ve her tonunu keşfediyoruz.
Çok etkileyici bir manzara gözümüzü şenlendirirken Ali burada denize girdikten sonra başka hiçbir yerde girmek istemeyeceğimi söylüyor. Odamız bu manzaraya doğru olduğu için denizin gece ile gündüzünün apayrı güzelliklerini sindiriyoruz doyasıya.
Balkonumuzdan yan cephemizde bulunan binaları inceliyorum. Yıllar öncesine göre muhteşem mimarinin etkisi devam ediyor. Türkiye’de son yıllarda gördüğümüz ya da henüz hiç görmediğimiz mimaride inşa edilmiş binalar miadını doldurmuş olmalarına rağmen ihtişamlı görünüyorlar.
En önemlisi yan tarafımızda bulunan İtalyan oyuncu Sophia Loren’e ait denize nazır müstakil ev oluyor. Ev girişe kapalı, ama bir odasının sadece şapka odası olduğunu Ali’den öğreniyorum. Görev yaptığı yıllarda içeriyi gezebilme şansını yaşamış.
Araştırmalarımda karşıma çıkan bir rivayet ise Hollywood Yıldızı Sophia Loren’in 1974 sonrasında evine dönmek için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’ten ricada bulunduğu ve o günün koşullarında bu ricasının kabul edilmediği.
Bugün o evin bu harap hali ile bile ihtişamını hala koruduğunu gördüğümde neden isteğini anlıyorum. Hatta ünlü yıldızın evinin sokağında ki kaldırım da birçok aşığın zamanında yazılan isimleri hala duruyor. Kimler yok ki! Helen, Helga, Micheal, Mike ve okumakta zorlandığımız bir dolu isim. Buraya Aşıklar Kaldırımı da diyebiliriz.
Bu turizm cennetinde Sophia Loren’in haricinde Marliyn Monreo, Elizabeth Taylor, Brigitte Bardot, Poul Newman, Raqual Welch, Richot Burton gibi birçok ünlü yıldızın da bu bölgede villası olduğu söylenmekte.
Hızlandırılmış Kıbrıs gezimizde her gün dışarı çıktığımız için gece ve gündüz olmak üzere her gün iki defa Kapalı Maraş’ı turlamış olduk. İlk etapta binalar, iş yerlerinin, otellerin tabelaları dikkatimi çekiyordu.
En havalısı bana göre köşe binada yer alan kocaman Toyota tabelası olan plaza diyebilirim. Birde Casino yazan bina çok görkemli geliyor. Evlerde de beni derinden etkileyen birkaç tane oluyor.
Bir ara kendimi Red Kit’in dolaştığı vahşi batı kasabasında gibi hissediyorum. Daltonlar gelmiş ve tüm kasaba evlerine çekilmiş. Pencerelerinin bir köşesinden bizi izliyor. Biz gittikten sonra da günlük yaşamlarına kaldıkları yerden devam edecekler.
Birkaç gün sonra ise araba ile geçtiğimiz ana hattın dışına kayıyor gözlerim. Uzun sokak içlerini gördüğümde ne kadar büyük olduğunu düşünüyorum. Burada sadece bir kilisenin tadilatı yapılmış. Ama o sokak içlerinde ki derinlik ve hala yeşil kalan ağaçların olması hoşuma gidiyor. Yıllara meydan okuyarak ben hala ayaktayım diye sesleniyor bana.
4469 Ev
1953 Ticari İşyeri
21 Banka
25 Müze / Sanat Evi
9 Kilise / Türbe / Mezarlık
24 Tiyatro / Sinema Salonu
143 Resmi Daire
99 Eğlence Yeri
380 Harabe / Yarım İnşaat
8 Okul
2 Spor Tesisi
İşte Kapalı Maraş’ın içerisinde bulunanlar ve bugün hangisi hangisidir, tabelası yoksa ayırt etmek çok çok zor olan yapılar. Sayılara baktığımda bize verilen rotada görmediklerimiz mutlaka olmalı.
Burada birde eski stil otobüs durağı ve trafik ışıklarından bahsetmeliyim. Onlar da çok orijinal bir görüntüye sahip. Otuz dokuz bin nüfus düşünüldüğünde o yıllarda bu detayların olması da ne kadar gelişmiş bir şehir olduğunu gösteriyor.
Birçok ülke merdaneli çamaşır makinası kullanırken burada otomatik çamaşır makinalarının bulunması ayrı bir detay.
Siyah beyaz televizyonlar yaygın ve buzdolabı lüks sayılmıyor.
Zamanın ileri teknoloji fırınını da düşününce bizim bunlarla tanıştığımız dönemleri düşünmeden edemiyorum.
Altı buçuk kilometre uzunluğunda sahil şeridiyle, daha yetmişli yıllarda Kıbrıs genelindeki otellerin yüzde ellisinin burada olduğu söyleniyor. Sadece arazi değerinin yüz milyarlarca doların üzerinde olduğunu da söylemeliyim.
Burada zaman durmamış olsaydı bugün nasıl bir Maraş karşılardı bizi düşünmeden edemiyorum.
Sevdiye hanım gerçekten harika yine beni gitmediğim yerlere götüŕdünüz umarın fiilende birgün çok merak ediyorum kıbrısı sevgiler kaleminize sağlık olsun😘💐👏