Teknolojinin olağanüstü hızlı gelişmesiyle yaşamımızı bilgisayarlar belirliyor artık ve onun için de “dijital çağ”da yaşadığımızı söyleyenler var. Her dönemin, her çağın kendine özgü sorunlarına, kendine özgü çözümleri bulunur, isteseniz de istemeseniz de… İnsan düş(ünce) dünyasını görebildiği, ulaşabildiği, bilebildiği oranda genişletebilir. Teknoloji, görüşümüzü de ulaşımımızı da bilgimizi de alabildiğine arttırıyor ve hepimiz bu enginlik karşısında şaşırıyoruz. Ancak bu, hiçbir zaman hayal olarak kalmıyor, kalmayacak, bir şekilde yaşama eklemlenecek. Uzay aracı için tasarlanan teflonun mutfağımıza girmesi en bilinen örnek.
Soner Gedik, her ne kadar basın dünyasının içindeyse de maliyeci olması nedeniyle dünyayı yakından takip eden, neyin nerede ve nasıl olabileceğini kestiren bir yönetici. Yazdığı “Kızıl Aura”, sadece bir roman değil, bir yüzleşme de aynı zamanda. Bir ütopya ile başlayan, iyilikle kötülüğün arasında yaşamı irdeleyen romanın sayfalarında giderek artan gerilim ve merak okurun kafasında kasap çengeli örneği soru işaretleri oluştururken, verilen (belki de bulunan demek daha doğru olacaktır, çünkü bir yaklaşımla interaktif bir öykü anlatılıyor) yanıtlar yeni pencereler açıyor.
“Hayat silgi kullanmadan özgürce yazma sanatıdır”
Romanda da sinemada da karşımıza çıkan mitolojik değer ve isimler, biz okurların daha geniş düşünmesini, kahramanları sadece kişi ve/veya kahraman olarak görmek yerine “değer” olarak benimsememizi sağlıyor. Gedik, ilk romanı “Kızıl Aura”da, kahramanlarına mitolojik adlar vermiş.
Osiris, sadece sanatsever bir bilgisayar programcısı değil, ütopyası olan biri… Sevgilisi, yine mitolojiden adını alan Lili (baştan çıkarıcı güzelliğiyle kadınlığı, yaratıcı gücü, verimliliği, bağımsızlık ve eşitlik için mücadele etmeyi simgeliyor), antikapitalist ve gözü kara biri. Birlikte bir “oyun” tasarlıyorlar, ama orada kalmayıp yaşama uyarlıyorlar. Dünyanın birbirinden kilometrelerce uzak büyük kentlerinde bir katliam başlıyor. İnsanlar kül oluyor, hiçbir ipucu yok, hiçbir belge hatta bilgi bile yok. Dünya ayağa kalkıyor, nasıl olur? Bakın sanat, hayatı nasıl takip ediyor: İsrail gizli servisi Hizbullah liderlerini öldür(tt)ü; çağrı cihazlarına yerleştirilen ve patlatılan bombalar da akla (yani, normal bir insanın aklına) gelmeyen bir şeydi.
Kızıl Aura adlı oyunda insanlar dörde ayrılıyor: İyiler, kötüler, ne iyi ne kötüler, iyiliğin sürdürülmesini isteyenler. Daha güzel bir dünya kurmak için kötülüklerin yok edilmesi gerekir… Kapitalizm kâr hırsıyla doğal kaynakları tüket(e)mesin, siyasi kirlenme olmasın, ağaçlar kesilmesin, insanlar keyif için çalışsın, sanata, yaratıcılığa daha çok zaman ayırabilsin. Bu düş(ünce) bir süre sonra hayata geçmek için yerinde duramıyor ve…
İnsanlığın kaderini belirlemek
…kimin iyi, kimin kötü, kimin iyiliği ne kadar istediği, kimin arada derede kaldığının bilinmediği bir dünyada “kurunun yanında yaşlar da yanar”. Neye göre, nasıl belirleyeceksiniz iyiyi, neye göre ve nasıl saptayacaksınız kötüyü, iyi neye göre iyidir, size göre kötü olan bir başkasına kötü gelirse… Merak ve heyecanla okuyorsunuz, okudukça yeniden meraklanıyorsunuz… Tabii ki, herkesin her gün yaptığı sıradan işler, duygular da eklenince -ki, romanda yer alıyor- merakınız ve heyecanınız katlanıyor.
“İyi ile kötü arasındaki fark hakikat ile inandıklarımız arasındaki farklılığa benzer” diyor biri, romanda. İşte, en tam da orada, hemen her şeyin altından “insan” faktörünün çıktığını görüyoruz. Siyasetçiler, kamu önderleri, askerler hatta din temsilcileri bile en iyi, en doğru, en güzel kendilerinin olduğunu iddia ediyor, tabii karşısındakini kötüleyerek.
Lili, sevgilisi Osiris’in babasına, yaşanan (ya da yaşattıkları iyi ile kötü arasındaki farkı gösterme savaşında) saldırıların, dünya düzeni olarak hepimize zerk edilen kapitalizmi sorgulamamıza yol açacağını söylüyor. Aldığı yanıt: Marks’ın kapitalizmle ilgili yazdıklarını yeniden okuması önerisiyle kapitalizmi yaşamadan daha özgür, paylaşımcı bir düzene geçilebilirliği üzerine düşünmesi oluyor…
Biraz da ipucu…
Aşkla nefretin bıçak sırtı olması gibi ütopyayla distopya da nerede ayrılıyor pek fark edilemez. Osiris’in insanların aurasını ölçen ve iyi ile kötüyü ayırt eden bir program geliştirmesi, Lili ile bu ütopyayı gerçekleştirebileceklerine olan inançlarını pekiştiriyor. Ancak her şey, umutsuz bir başlangıç aşamasına dönüyor; aşk nefrete, ütopya ise distopyaya dönüşüyor.
Basının içinden gelen Soner Gedik, yaşanan -kimine göre kıyamet kimine göre devrim kimine göreyse terör- olayları gazetelerin, televizyonların, sosyal medyanın yansıtışını seriyor gözler önüne. Her ne olursa olsun, yaşananların altında yatanı bulup çıkarmak, belki de doğru yorumlamanın, dolayısıyla da çözümlemenin tek yolu…
Kızıl Aura
Soner Gedik
Roman
Doğan Kitap, Mart 2024, 231 s.