Solgun gülümsemem, katılımcılara doğru usul usul yayılırken, ben, aralıksız konuşuyordum. Zaman zaman sessizlik içinde beklemeyi yeğliyor, onların bedenlerinden akan sesleri dinliyordum. Büyülenmiş gibi hiç kimse soru sormuyor, sözümü kesmiyordu. İyi bir yazar olamayacağımı anladığım anda, zeki bir okuyucu olmaya karar verdim. Bu kararım, eleştiri yazıları yazmamın yolunu açtı.
Önüne geçemediğiniz bir tutkunuz ya da ciddi bir dürtünüz yoksa, yazmak ne işe yarar?..
Bu kışkırtıcı soruyla başlarsam, farklı pencerelerden bakmayı deneyebiliriz. İçsel dürtüyle yazıyorsanız, sonunda bir ödül beklemiyorsanız, yaratıcılıkta yol alabilirsiniz. Yazma eylemi; haz verdiği, heyecanlandırdığı, sürekli akışta tuttuğu için yaratıcıdır, yoksa mecbur olduğunuz, beğenilmek istediğiniz, şöhret olmak istediğiniz için değil.
Sanat, propaganda ya da vaat midir?.. Yoksa akışın içinde zamanı ve uzamı silerek kendi sınırlarını aşma yolundaki serüven midir?..
Bu akış sürecinde, sözcükler silkelenip iyice fırçalanmalı, bilincin ateşinde kıvamında piştikten sonra çok yavaş yenmeli, ardından zihnin içinde erimeye bırakılmalı, böylece dağılıp yeniden birleşmeleri sağlanmalı. Harfler, yavaş yavaş dağılırken, yüreğin arınması hissedilmeli. Sözcüklerin aralarında oluşturdukları bağı koparmamak için yere tek bir kırıntı düşürmemeye dikkat ederek, yavaş yavaş sindire sindire yiyip, sonra yeniden doğurmalı.
Yazdıklarınızın sonucundan çok şey beklemeyin! Bekleme kaygısından uzak durun! Bekleme kaygısı duymadan yazarsanız, yazdıklarınız, bilgi kırıntılarının dışında bir oluşuma yol açabilir.
Bunları söylerken sizleri caydırmıyorum, aksine cesaretlendiriyorum. Dilin söyleyemeyeceği, kulağın işitemeyeceği şeyleri düşünün!.. Duyamadığınız seslerin, kavrayamadığınız imgelerin, hissedemediğiniz duyguların varlığını keşfetmek için çetin bir yolculuğuna çıkmayı hayal edin.
Belleğinize dokunabilirseniz, belleğiniz ayılmaktan acımaya, acımadan kuşkuya geçer. Kuşkuyu, her daim taze tutup, sürekli beslemelisiniz. Kuşku duymayı öğrenirseniz, hiçbir ayrıntıyı kaçırmaz; gizlerin arasındaki karmaşık bağı kolaylıkla çözebilirsiniz.
Kuşku duymadan yazılan metin ve yaratılan sanat, güneşi olmayan gökyüzü gibidir.
Kuşku duymuyorsanız, beni dinlemeyin, ifade ettiğim her sözcüğü tartın, kolayca inanmayın. Kolay inananlar, sonradan hep pişmanlık duyarlar. Bu, hiçbir şeye inanmamak anlamına gelmez, yalnızca her şeye inanmanın yolunu keser.
Doğanın ruhundan anlamak gerek; havanın, suyun, rüzgârın ağacın, toprağın dilinden anlamıyorsan, boşuna çabalama, yazdığın sayfalar, yok edilen ağaçlardır. Onlar da geri dönüşümde sadece tuvalet kâğıdı olarak kullanılır.
Yığınların afyonundan sakının. Zehirli bir bulut gibi ruhunuza yayılmasına, aklınızı teslim almasına izin vermeyin. Sıradanlıktan uzak durun; sıradanlık, yaratıcılığın en büyük düşmanıdır.
Onurlandırıcı bir arayıştır yazmak. Kalem, tüm eylemleri yaparak kendini tutkulardan kurtarabilir; böylelikle arılığı elde edebilir.
Cahilsen yazma. Cehaletle yazanlar, kendi yalanlarını ve dolayısıyla yaşadıkları çağın yalanlarını bayilere dağıtmak için bütün yolları denerler. Bu geçici görünürlük, onların şişinip, çalım satmasına yol açar. Bazen nefeslenmeyi, beyni ve vicdanı havalandırmak için kendi yanlışlarımızın ne olduğunu anlamak, üzerine gitmek, düşünmek ve elemek hem yazmayı onurlandırır hem yazdıklarımızı.
Yaratma esinin yıldızıdır. Yaratma, bazen tökezlese de dışımızda ve içimizde yoğunlaşıp duyulan sevginin esinlediği bir şeydir, o her zaman.
Yazarak, yeni bir dünya kurarız. Yeni bir dünya kurmaya kalkışan kişi, daha en başından yanlışlığa ve kötülüğe bulaşmış demektir. Arınmayı bilmiyorsanız kirlenirsiniz. Çünkü yeni bir dünya kurmak umuttur, umut her zaman cenneti yaratır.
Gerçek bir yazar, yazmayı sevdiği için yazar, tanınmak için değil!
En ünlülerin ününün, gönül kırmayan, hatır sayan eleştirmenlerin elbirliğiyle sağladıkları düzmece bir ün olduğunu, kuşkuyu içinizde büyüterek düşünebilirsiniz. Çünkü nitelik, algılanan bir şey değildir, altıncı duyuyla sezilir ancak, o da iyi işlenmiş bir bilincin armağanıdır.
En büyük gücünüz sözcüklerdir; sözcüklerin bir ağırlığı vardır, o ağırlık da dünyayı altüst etmeye yeter.
Dünyanın döndüğünü hepimiz biliyoruz, ama neden dünyayla birlikte dönmediğimiz üzerine kafa yormuyoruz. Dönüyorsak da bunu neden hissedemiyoruz? Dünyanın bir ruhu var, o ruh da değişim.
Geleneği reddetmeyerek yeniyi yaratmak, yeniyi yaratırken, dili, dilin ötesine sıçratarak yazmak gerekir. Bu tümceler, güven ve kaygıyı çoğaltabilir! Böylesine deriden bakınca; daha şimdiden kaygıyla güven arasında gidip gelmeye başladık bile.
Yazmak, kaygıyı çoğalttığı gibi kuşkuyu da çoğaltır.
Bir şeye hizmet etmek için yazıyorsanız; gerçeği, bilmecemsi, kaçamaklı bir biçimde dile getirerek, kolaylıkla yalan söyleyebilirsiniz.
Yazarken, kimseden öneri almayın! Gündoğumu ile günbatımı arasında geçen zaman diliminde, kalbinize en yakın olan sizsiniz. Kalbinizin ritmini dinlemeniz yeterli.
İçinizde ürperdiğimi hisseden biri var; bunu, teninin kokusundan ve nefes alışından anlıyorum.
Bedenimde, geçen bunca zamana rağmen, geçmeyen izler var. Elimi, ne zaman derimin üstünden geçirsem, hâlâ bir titreme, bir ürperti duyarım. Biraz önce de elimi belimin üzerine götürdüm.
Yaratmak, bir titreme, bir ürperti duymak gibi ruhu ve bedeni her zaman sarsar.
Bu sarsıntı hayallerimizi doğurur. Hayallerimiz ise tek varlığımız. Yağmurun toprağı hayal ettiği gibi ya da tam tersi; hayal ettiğim şeyin, benim olduğunu düşünüyorum, dolayısıyla sizin.
Lucretius*’dan, alıntı yaparak, onun sözcüklerini yardıma çağırarak diyebilirim ki zihnim sürekli tökezliyor, düşüp kalkıyor, ardından dilim sürçüyor, tadı değişiyor, zekâm ise karmakarışık, sürekli bir bocalama halinde, dörtnala koşmaya çalışıyor.
Bu karışıklık bize; doğanın bir parçası olduğumuzu kabul edip, gündoğumu ve günbatımı zamanlarında onunla beraber dönüşebilmeyi deneyimleyip, onun yaratıcılığına boğun eğmemiz gerektiğini söylüyor. İşte, gün gene batıyor.
Hepiniz beni merak ediyorsunuz. Benim, sizi merak ettiğim gibi. Meraka güvenirim ben, merak ve kuşku sabırla örülürse, hünere dönüşür. Hüner ise suyu kesme sanatıdır.
Doğada var olan canlı ve cansız tüm oluşumların varlığının korunması için mücadele eden bir aktivistim. Doğanın doğal dengesi, varlığı için yeterlidir. Bizim ona müdahale etme hakkımızı doğuran nedenler kılıfının tamamı; kirli düşünce yapımızın sonucudur. Doğa bize hiçbir şeyi armağan etmedi; biz, ona ait olan her şeyi çaldık.
Beyaz emperyalist dünyanın seks ticareti ve istismarından kurtulan Kızılderili bir kadınım. Ürpermem de bedenimde taşıdığım izlerle ilgili. Aradığım tek şey özgürlük; özgürlük ise yalnızca ve yalnızca yönetilemeyen insanın ulaşabileceği bir aşamadır. Doğada kendi doğallıklarıyla yaşayan ve insanın görünür görünmez tüm denetiminden uzakta olan hayvanlar gibi.
Genlerimde, sayısız ırkların birbirine karışmış toprağı var. Sizde de olduğu gibi. Hepimiz, kendi çağımızın çocuklarıyız, her çağ kendi çocuklarını yaratarak, toprağa iz bırakılmasını sağlar. Toprağın bize verdiklerini toprağa armağan etmeliyiz, büyük bir hünerle iç içe girmiş bu kadim topraklarla ruhumuzu barıştırmalıyız.
Sığındığım tek liman; doğanın iyileştirici kalbi, bitmeyen merakım ve okuduğum kitaplar. O liman, koca bir okyanus, o okyanus ise olası bütün ihtimallerin karşısında başkaldıran ve güneşin ilk ışıklarının düştüğü o değerli toprakla birleşip, yeniden hayat bulan genlerimiz.
*Titus LucretiusCarus: MÖ95-MÖ55 yılları arasında yaşamış Romalı şair ve filozof.“Zekâ bocalar, dil sürçer, zihin tökezler.”
Olaganüstü akicı bir dil ve derin bir duyarlılık ürünü bir metin.
Çok teşekkür ederim sevgili dostum.
Her zaman olduğu gibi yine harikasınız.
Selamlar sevgiler.
MUHTEŞEM, EMEĞİNE YÜREĞİNE KALEMİNE SAĞLIK ARKADAŞIM..
Çok teşekkür ederim sevgili arkadaşım selamlar sevgiler.
Yine Müthişsin, yine olağanüstü👍👏👏
Tebrik ediyor başarılı yazılarının devamını diliyorum güzel Arkadaşım.🙏💙👋
Teşekkürler sevgili Osman,
Güzel yorumun beni gururlandırdı.
Selamlar sevgiler gönderiyorum 🌿
Tek kelimeyle muhteşem
Teşekkür ediyorum sevgili yazarım.
Yüreğiniz muhteşem.
Selamlar sevgiler ☺️
Değerli Arkadaşım. Merhaba.
Öncelikle değerli ve önemli dostum Engin Bayramoğlu’na teşekkür edip sonra, sizi kutluyorum. İlk parağrafı Engin’in gönderilerini önemsediğim, değer verdiğim için okudum. Giriş beni yazıya bağladı, bir solukta makaleyi bitirdim. Kendimin tarifini bulunca, heyecan, hız, hazla bir daha okudum. Sonra yazarı kim diye yazının altını üstünü inceledim. İsminizi görünce, kendiliğinden içimden bir ses “aaa … bu bizim Emine” dedim ve yazıyı bir kez daha okudum. Edebiyatımız büyük bir yazar kazanmış ben yeni öğrendim, -bunun için kendime kızdım tabii ki- seni kutluyor, yazarlıktaki başarılarının kalıcı olmasını diliyorum. Manavgat’tan selam, sevgi ve saygılarımla.
Çok teşekkür ederim öncelikle nazik yorumlarınız için çok sağ olun.
Engin bana sizden söz edince evet ben tanıdığını anımsadım demekki bugün okuyacakmışsınız yazdıklarımı ne güzel sizin gibi bir dosta yeniden yazılar nedeniyle karşılaşmak.
Selamlar sevgiler iletiyorum Manavgat’a
☺️
Keyif ile okudum. “Yeni bir dünya kurmaya kalkışan kişi, daha en başından yanlışlığa ve kötülüğe bulaşmış demektir” sözlerine takıldım. Belki yerleşiklere göre böyle olabilir ama değişimciler için tersi olsa gerek.
Teşekkür ediyorum sevgili yazarsam.
Evet, yorumunuza katılıyorum.
Selamlar sevgiler.🌿