Servet Yıldırım
‘Paradigmanın İflasından sonra çok kitap yazdınız. Son kitabınızın başlığı “Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek”. Uyarlık paradigmasını neden değiştirmek gerekiyor?
Eğer araç bozuksa tamir edersin, tamir edilebilir değilse de yenilersin, yenisini yaparsın… Fakat, kapitalizm reforme edilebilir, tamir edilebilir, insafa gelebilir bir sistem değil… Esasen hiçbir üretim tarzı reforme edilebilir değildir… Her üretim tarzı veya uygarlık modeli belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkılınca da sistem olmaktan çıkar… Kapitalizm bir istisna değil… Burjuva uygarlığı insanlığı ve uygarlığı kritik bir kavşağa taşımış bulunuyor… Bir “sürdürülemezlik durumu”, veya aynı anlama gelmek üzere bir “uygarlık krizi” ortaya çıkmış bulunuyor… Artık çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde… Durum böyle, ama sadece sıradan insanlar değil, yeryüzünün egemenleri ve akıl hocaları, “her şeyi bilen” “her konunun uzmanları” bu aracın hala bu rotada yol almaya devam edeceğinden şüphe etmiyorlar…
O halde uygarlık krizinin emareleri neler?
Eğer bir sosyal sistem ‘verili yasal ve kurumsal çerçeve’ dahilinde toplum çoğunluğunun temel ihtiyaçlarını (işte, beslenme, barınma (konut), giyim-kuşam, ısınma, sağlık, eğitim, güvenlik, vb.) asgari düzeyde bile karşılayamaz duruma gelmişse orada artık “krizden” değil, “çöküşten” söz etmek gerekecektir… Kapitalizm her ileri aşamada çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan, sosyal kötülükleri (işsizlik, açlık, yoksulluk, etik yozlaşma), ekolojik yıkımı ve iklim krizini azdırmadan yol alamıyor…
Artık geride kalan dönemde hesapta olmayan bir şey var: İklim krizi ve ekolojik yıkım… Sosyal kötülüklerle ekolojik yıkım ve iklim krizi karşılıklı olarak birbirlerini yeniden ve yeniden üretiyor, azdırıyor… İşte sürdürülemezlik durumu veya aynı anlama gelmek üzere uygarlık krizi bu ikisinin kesişme noktasında tezahür ediyor… Giderek dünya yaşanamaz bir yer haline geliyor… Sosyal kötülükler derinleşiyor, atmosfer ısınıyor, canlı türleri hızlı bir tempoyla yok oluyor… Velhasıl gezegende yaşamın tadı kaçmış durumda… Aslında olup-bitenlerin ne demeye geldiğini anlamak için öyle derin bilgiye ihtiyaç yok… Tabii anlamak gibi bir niyet varsa…
Eğer iklim krizi ve ekolojik yıkım olmasaydı sürdürülemezlik durumu, uygarlık krizi ortaya çıkmasaydı sistemi değiştirmeye gerek olmayacak mıydı?
Kapitalizm tarih sahnesine çıktığı dönemden beri işçi sınıfı kapitalizmi aşma mücadelesi veriyor… İklim krizi ve ekolojik sorunu daha da büyüttü… XIX ve XX’nci yüzyılda kapitalizme karşı mücadele bir sosyal sosyal adalet, sosyal eşitlik mücadelesiydi. XXI’inci yüzyılda denklene iklim kriziyle ve ekolojik yıkımla mücadele de eklendi…
O halde ne yapılır, nelerden sakınırsa şeylerin seyri değiştirilebilir? Uygarlık paradigmasını değiştirmek mümkün olabilir?
En başta düşünce tarzının değişmesi gerekiyor… Radikal bir entelektüel kopuşa, bir düşünce devrimine ihtiyaç var… Üretim tarzının, tüketim tarzının, yaşam tarzının değiştirilmesi gerekiyor… Başka türlü söylersek, tam bir yıkım ve yok etme aracına dönüşmüş kapitalist mantığın dışına çıkmak gerekiyor. Tabii öncelikle de ekonomik büyüme saplantısından kurtulmak gerekiyor…
Ekonomik büyüme olmadan işler nasıl yoluna girecek?
Kapitalizm dahilinde ‘üretimle ihtiyaçlar arasındaki bağ kopmuş durumdadır…’Oysa ilişkinin yönünün ihtiyaçtan üretime doğru olması gerekiyor. Kapitalist kâr etmek, sermayesini büyütmek amacıyla bir şeyler üretir ve satar… Onun için önemli olan toplumun neye ihtiyacı olduğu değil, ürettiğinin satılabilir olmasıdır… Bu yüzden de on binlerce zararlı değilse, gereksiz (vazgeçilebilir) şey üretilip satılıyor… Lâkin bir şey var: Bu dünyada bir şey üretmek, doğadan bir şeyler çekmeden, eksiltmeden mümkün değildir… Üstelik üretirken de tüketirken de ‘kirletmek’ kaçınılmazdır… Eğer şimdilerde bir ‘iklim krizi’ (atmosferin ısınması) ve ekolojik yıkım, canlı türlerin yok olması (écosite) ortaya çıkmışsa, bununu nedeni doğaya taşıyabileceğinden daha çok yük bindirmektir…
Kapitalizm sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir. Oysa bu dünyanın kaynakları sonludur, sınırlıdır… Bir zaman geliyor, şimdilerde olduğu gibi, sınırsız büyüme, kaynakların sınırına dayanıyor…
Teknolojik yeniliklerle bu sorunun ütesinden gelmek mümkün değil mi?
Zaten sorunu yaratan kapitalizmin ürettiği ve kapitalizmi yeniden ve yeniden üreten teknolojiler… Dolayısıyla bir sorunu yaratandan çözüm beklemek abesle iştigal etmektir… Teknoloji harikaları iki yüz yıldır gelişiyor, gelişiyor ve sonuç ortada… Dolayısıyla teknoloji fetişizminden çıkmak gerekiyor… Münhasıran kâr etmenin-sermayeyi büyütmenin hizmetindeki bir teknolojik yenilik hangi sorunu çözebilir?
‘On binlerce gereksiz, değilse zararlı şey üretiliyor’ dediniz. O zaman bunca gereksiz ve zararlı şey nasıl satılabiliyor ve tüketiliyor?
Reklamlar, moda ve marka sayesinde… Toplum reklamlar tarafından kuşatılmış durumda… Reklamlar insanları alıklaştırıyor, toplumu kirletiyor, doğayı yok ediyor… İnsanlar lânet olası reklamlarla yatıp reklamlarla kalkıyor, … Bir günde ortalama bir insanın maruz kaldığı rezil reklamları düşün…
Reklamların gereksiz olduğunu mu söylüyorsunuz?
Sadece gereksiz değil aynı zamandan zararlı…
O halde ne yapılır, nelerden sakınılırsa, sosyal kötülüklerle, iklim kriziyle, sizin ‘ekolojik yıkım’ dediğinizle başa çıkılabilir?
Bir kere bu aracın bu rotada yol almasının artık mümkün olmadığının, kapitalizm dahilinde asla bir gelecek olmadığını bilincinde olmak gerekiyor… Bir sonraki günün bir öncekinden daha kötü olduğu ortada… Her şey sarpa sarmış durumda… Bu dünyada insan yaşamı için gerekli olan ne varsa elimizden alındı… Hava zehirli, su kirli, toprak yorgun. Artık yediklerimiz hasta ediyor. Otların, ağaçların, çiçeklerin kokusunun yerini benzin, mazot kokusu, sessizliğin yerini arabaların gürültüsü aldı. Çocuklar ekmeğin AVM’lerde üretildiğini sanıyor, buğdayı bilmiyor… Devasa kuleler, neon ışıkları göğü, ayı, yıldızları görünmez kılıyor, genç nesiller Çoban Yıldızı’nı bilmiyor… Beton ve asfalt insanların ayağını toprağa değdirmiyor. Hastane artık hastane olmaktan çıktı bir ticarethaneye, kapitalist işletmeye dönüştü, misyonuna ve varlık nedenine yabancılaştı… Okullar, kapısında ‘üniversite’ yazılı olan kurumlar da diploma ticareti yapılan tuhaf kapitalist işletmelere dönüştü… Ortak yaşam alanı diye bir şey kalmadı… Toplum yaşamı için vazgeçilmez olan müşterekler özelleştirildi, bir kâr aracına dönüştürüldü… Metalaşmayan, parayla alınıp-satılmayan hiçbir şey kalmadı… Oysa, müşterekler insanları, toplumu bir arada tutan tutkaldır… Aşırı zenginlik artışına aşırı yoksulluk ve doğal çevre tahribatı eşlik ediyor… Her şeyin parayla alınır-satılır hale geldiği, nesneleştiği, şeyleştiği, çürüdüğü, soysuzlaştığı bir toplumsal yaşam sürdürülebilir midir?
Böyle bir durum karşısında siyaset etkisizleşti mi demek lâzım?
Esasen burjuva siyasetinin gündemi “toplumların gerçek gündemi” değil… Siyaset erbabı bu aracın bu rotada yol almaya devam edeceğinden şüphe etmiyor… Yangına körükle gidiyorlar… “Mutlu gelecek” vaadiyle insanları aldatmayı, oyalamayı şimdilik başarıyorlar… Gerçi hep geleceğin güzel-mutlu günlerini vadediyorlar ama o güzel günler bir türlü gelmiyor… Ufukta bir çizgi gibi hep uzaklara kayıyor… Türkiye’de yapılan “tartışmalara bak anlarsın… Burjuva siyaseti bu dünyanın gerçeğine yabancılaşmış durumda…
Eğer durum sizin ifade ettiğiniz gibiyse, işler sarpa sarmışsa, gelecekten hala umutlu musunuz?
Zihinsel-entelektüel bir kopuş, paradigmayı değiştirmek pekâlâ mümkündür zira insan irade sahibi bir varlık… Umutsuz olmak için bir neden yok… Umut daima mümkün olanla muhtemel olan arasında bir yerlerdedir… Hiçbir zaman yok olmaz…